gurup vakti
  006-C-01-B-0-Iman Esaslari
 




 


 



00-B - İman
( İmanın Şartları )




00-B-01 - Allah'a İman


00-B-02 - Meleklere İman


00-B-03 - Kitaplara İman


00-B-04 - Peygamberlere İman


00-B-05 - Ahirete İman


00-B-06 - Kadere İman




 


         

 

İ M A N

 

 

İman'ın sözlük anlamı, herhangi bir şeye inanmak demektir.
Dini terim olarak iman: «Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'in Allah tarafından getirdiği şeylerin doğru olduğuna kalb ile inanmak ve bu inacı dil ile söylemektir.»
Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Allah'ın peygamberi olduğuna kalbi ile inanan ve bu inancını dili ile söyleyen kimseye «Mü'min» denir.

 

Kelime–i Tevhid

 

Okunuşu: "Lâ ilâhe İllallâh, Muhammed-ür Rasûlüllah."
Anlamı: "Allah'tan başka tanrı yoktur. Hazreti Muhammed (s.a.s.) Allah'ın Peygamberidir."

 

Kelime-i Şehadet

 

Eşhedu en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlüh.

Anlamı: "Ben şahitlik ederim ki, Allah'tan başka Tanrı yoktur. Yine şahitlik ederim ki Hazreti Muhammed (s.a.s.)
Allah'ın kulu ve Peygamberidir."

İman esasları, topluca ve özet olarak hem Kelime-i Tevhid, hem de Kelime-i Şehadette ifade edilmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Peygamber olduğuna inanmak, O'nun Allah tarafından getirip haber verdiği her şeyin doğru ve gerçek olduğuna inanmayı gerektirir. Bu sebeple bir insan, Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadetten birini dili ile söyler, kalbi ile de inanırsa İslâm Dini'ne girmiş olur.
Ancak, müslümanın bu kadarla yetinmeyip, İman esaslarını ayrıntıları ile öğrenmesi ve hepsine ayrı ayrı inanması gerekir.

İMAN ESASLARI

 


Ayrıntılı olarak inanılması gereken iman esasları altıdır. Bunlara iman'ın şartları da denir.

İman'ın Şartları
1– Allah'a,
2– Allah'ın Meleklerine,
3– Allah'ın Kitaplarına,
4– Allah'ın Peygamberlerine,
5– Ahiret Gününe,
6– Kadere; İster iyi, ister kötü olsun, evrendeki her şeyin ve her olayın Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla meydana geldiğine,
İnanmaktır.


 

Iman ve Islam

 


 





Iman Nedir?

 

 

Iman, lügatte, bir sey'e tereddütsüz inanmak ve kesin olarak, içten ve yürekten baglanmak demektir.
Dinî mânâsi ise, Allah'in varligina, birligine, tereddütsüz inanmak ve Hz. Muhammed'in (asm) peygamber oldugunu ve bize bildirdigi seylerin hepsinin hak ve dogru bulundugunu, hiçbir sübhe duymadan kabûl ve tasdik etmektir.

Iman Kaç Kisma Ayrilir?
Iman iki kisma ayrilir:
1. Icmalî îman,
2. Tafsilî îman.

Icmalî Iman Ne Demektir?
Peygamberimizin Allah'tan alip haber verdigi seylerin hepsine birden, topluca inanmak demektir.
Bir kimse, mânâsini bilerek ve kabûl ederek:
"Lâ ilâhe illâllah Muhammedün resûlüllah" dese icmalî olarak îman etmis olur.
Bu cümleye Kelime-i Tevhid denir. Mânâsi sudur:
Lâ ilâhe illâllah: Allah'dan baska hiçbir ilâh ve hakikî ma'bud yoktur.
Muhammedün resûlüllah: Muhammed (asm), Allah'in Resûlü ve Peygamberidir.

Tafsilî Iman Neye Denir?
Peygamberimizin Allah'tan haber verdigi seylerin herbirini delilleriyle bilip inanmaktir. Diger bir ifadeyle, dinin zaruriyatini bütün tafsilât ve teferruâtiyla ögrenip tasdik etmek demektir.

Dînin Zaruriyâti Nedir?
Dînin zaruriyâti, Âmentü'de yer alan 6 îman esasi ile dînin namaz, oruç, hac, zekât gibi farz kildigi ibâdetler ve adam öldürmek, içki içmek, zinâ yapmak gibi haram saydigi fiillerdir.
Bunlari, her Müslümanin teferruâti ile bilmesi ve inanmasi sarttir.
Âmentü Nedir, Âmentü'de Yer Alan Iman Esaslari Nelerdir?
Âmentü, her Müslümanin inanmasi, kabûl edip tasdik etmesi farz olan îman esaslarindan ibarettir.
Âmentü'de yer alan îman esaslari 6'dir ve sunlardir:
1. Allah'a inanmak,
2. Meleklerine inanmak,
3. Kitablarina inanmak,
4. Peygamberlerine inanmak,
5. Âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye inanmak,
6. Kadere, hayir ve serrin Allah'dan olduguna inanmak.

Imani Dil Ile Söylemek de Lazım mıdır?

Dil ile söylemek imanin sarti degildir. Insan dil ile imanini itiraf etmese bile, kalben inandiktan sonra mü'min sayilir. Ancak îmanini dili ile söylemeyen bir kimsenin kalbindeki îmanini biz nasil bilecegiz? Bu sebeble, dil ile söylemek, kisinin îmani hakkinda hüküm verebilmek ve öldügünde kendisine Müslüman muamelesi yapabilmek için gereklidir. Bunun içindir ki îmanin rüknü, "kalb ile tasdik, dil ile ikrardir" denilmistir. Burada îmanini dili ile söylemek aslî rükün degil, kisinin îmani hakkinda hüküm verebilmek için gereken sarttir. Cemaatle namaz kilmak, dinî bir vecibeyi yerine getirmek de, îmanini dil ile ikrar gibidir, hattâ ondan daha kuvvetli bir alâmettir. Bu konuda Peygamber Efendimiz söyle buyurmuslardir:
"Sik sik camiye gittigini gördügünüz kimsenin îmanina sehadet ediniz. Çünkü Allah Teâlâ, 'Allah'in mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe îman edip namaz kilan ve zekât veren kimseler îmâr eder'
(et-Tevbe, 18) buyurmaktadir."
Dil ile ikrâr, îmanin temel sarti olmadigi için, bir zorlama durumunda veya buna benzer bir mâzeret karsisinda kalben degil, sadece dil ile inancini inkâr etmek, îmana aykiri söz söylemek dînen câiz olur. Böyle bir duruma mecbur kalan kimse îmandan çikmaz, kalben tasdikini korudugu için de mü'min sayilir.
Nitekim Asr-i Saâdette Ashabdan Ammâr bin Yâsir, mâruz kaldigi agir baski ve iskencelere tahammül edemiyerek imanini diliyle inkâr etmis, böylece ugratildigi iskencelerden kurtulmustur.
Resûlüllah Efendimiz, onun bu hareketini tasvib etmis; kalb îman ile dolu iken, zor karsisinda inkârin, bu îmana zarar vermiyecegini belirtmistir.

 

Amel ve Ibâdetin, Iman ile Alakası Nedir?
Amel, insanin inandigi seyleri yasamasi, dînin emrettiklerini yerine getirmesi, yasakladigi seylerden de kaçinmasi demektir. Amelin îman ile yakindan alâkasi vardir. Insan önce bir sey'i benimser, dogruluguna inanir, sonra da o inandigi sey'i yaparak yasar. Bununla beraber amel, îmanin bir parçasi degildir. Yani, insan dînin emirlerini yerine getirmese ve ibâdetini yapmasa dahi, îmandan çikmis olmaz, inancini inkâr etmis sayilmaz. Sadece günahkâr olmus olur.
Ne var ki, amel ve ibâdet, kalbdeki îmani kuvvetlendirir, te'sirini artirir, insani kemâle ve olgunluga ulastirir. Insanin inancinin geregini yapmamasi ise, imanin insan davranislari üzerindeki müsbet te'sirinin zamanla kaybolup zayiflamasina yol açar. Insan davranislari üzerinde îmanin te'sirleri zayifladikça menfî duygular, kötü huylar, zararli arzûlar, günahlar, insanin his dünyasini kaplar. Bâzan bu hâl, onu küfre, yani, îmanini kaybetmeye bile götürür.
Çünkü islenen herbir kötülük ve günah, dînin emirlerine zid her bir amel ve hareket, kalbe isleyip îman *ûrunu lekeler ve siyahlandirir.
Peygamber Efendimiz bu duruma, su ifadeleriyle isaret buyurmuslardir:
"Bir günah isliyen kimsenin kalbinde, siyah bir leke hâsil olur."
Günahlar tekrarlandikça kalbdeki siyahlik artar, îmanin *ûru gitgide zayiflamaya yüz tutar. Bu hâl, kalbin bütünüyle kararip katilasmasina, îman *ûrunun tamamen sönüp kaybolmasina kadar devam eder.
Bunun içindir ki, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var" denilmistir.

Insanlar Bu Dünyaya Nereden Gelmişlerdir?
Insanlar bu dünyaya, ruhlar âleminden gelmislerdir. Allah, insanlarin bedenlerinden evvel ruhlarini yaratmistir. Daha sonra her bir ruha ayri bir beden elbisesi giydirerek onlari su dünyaya göndermistir.
Insanlar Bu Dünyaya Niçin Gelmistir?
Allah'a îman ve O'na ibâdet için gelmistir.
Kur'ân-i Kerîm'de bu hususta söyle buyurulur:
"Cinleri ve insanlari, ancak beni taniyip îman etsin ve ibâdette bulunsunlar diye yarattim." (ez-Zâriyât, 56).
Insanlar Bu Dünyaya Ne Halde Gelirler?
Bütün insanlar, bu dünyaya Islâm fitrati üzere, yani, Müslüman dogarak gelirler. Sonradan büyüyünce herbiri ya kendi akil ve iradesini iyiye kullanarak Islâm fitrati üzere yasamaya devam eder, Müslümanca bir hayat sürerler... Veya menfî çevrelerin te'sirinde kalarak, bu temiz fitratlarini degistirir, Islâm'in disinda bir hayat sürmeye baslarlar. Bu hususa Peygamberimiz, bir hadîs-i seriflerinde su sekilde isaret buyurmuslardir:
"Her dogan, Islâm fitrati üzere dogar. Sonra onu, anasi - babasi (yakin çevresi) Yahudî, Hiristiyan ve Mecusî yapar."

 

 

Ne Zamandan Beri Müslümanız?
Kâlû Belâ'dan beri Müslümaniz.
Kâlû Belâ Ne Demektir?
Allah dünyayi ve içindeki varliklari yaratmadan evvel, öncelikle gelmis ve gelecek bütün insanlarin ruhlarini yaratmistir. Bunlari ruhlar âlemi denilen bir âlemde bir araya getirmistir. Daha sonra hepsini birden huzurunda toplayarak kendilerine hitâben:
- Ben sizin Rabbiniz degil miyim? diye sormustur. Ruhlar da:

Evet, sen bizim Rabbimizsin, diye cevab vermislerdir. "Ancak sana ibâdet eder, senden yardim dileriz" demislerdir. Iste bu konusmanin vuku' buldugu zamana, Kâlû Belâ denir.
Allah daha sonra insan ruhunun bu sözünde ne derece samimî ve dogru oldugunu ortaya çikarmak için, su dünyayi bir imtihan yeri olarak yaratmistir. Ve her bir ruhu ayri bir bedene yerlestirerek, onlari belli zaman araliklariyla su imtihan meydanina göndermistir. Böylece insanin önüne iki yol açilmistir:
Ya akil ve iradesini iyiye kullanarak Kâlû Belâ'daki gibi Allah'i Rab tanimakta devam edecektir. Yahut da iradesini ve aklini kötüye kullanarak Rabbini ve Allah'ini inkâr edecek, O'na kulluktan kaçacak, seytan'in yoluna sapacaktir.
Allah'a sonsuz sükürler olsun ki, biz Müslümanlar, Kâlû Belâ zamaninda Rabbimize verdigimiz sözde duran kimseleriz. Insâallah son nefesimize kadar da bu sözümüzde durmaya devam edecegiz.
 

 

 

Allah'a Iman Ne Demektir? 

 

Allah Teâlâ'nin varligina ve birligine inanmak ve O'nu sifat ve isimleriyle güzelce tanimaktir.
Allah'a îman, bütün dinlerin temelidir. Allah'a inanma, O'na dayanma ve ibâdette bulunma ihtiyaci, insanda yaratilistan vardir. Bu duygu, insanla beraber dogmus ve her devirde de olagelmistir.
Allah'in varliginin delillerinden biri de budur. Çünkü fitrat yalan söylemez. Insan fitratinda, madem, bir yüce Yaraticiya inanip dayanma, O'na ibâdet etme, yalvarip dileklerine karsilik bulma ihtiyaci vardir; öyleyse o yüce Yaradanin vâr olmamasi mümkün degildir. Bu, fitratin inkâri demek olur. Baska hiçbir delil olmasa bile, bu fitrat ve vicdan delili, Allah'in varligini anlamamiz için kâfi bir isiktir.
Aslinda, Allah'i inkâra yeltenenler bile, baslari dara geldigi zaman yine Allah'a yönelmek, O'ndan yardim dilemek zorunda kalirlar. Fakat darliktan kurtulur kurtulmaz yine eski hallerine dönerler. Bunun misalerini pek çok görmüs ve duymusuzdur. Bu hususa Kur'ân-i Kerîm su sekilde isâret buyurmaktadir:
"Insana bir zarar dokundugu zaman, yan üstü yatarak, yahut oturarak veya ayakta iken bize yalvarir. Fakat ondan (ilticâsina sebeb olan o) zarari kaldirdigimiz zaman, sanki kendine dokunan bir zarardan dolayi bize yalvaran o degilmis gibi hareket eder. (Eski sapikligina devam eder.)" (Yûnus, 12).
"Gemiye bindikleri zaman (batma korkusundan) ihlâs ile Allah'a yalvarirlar, fakat kendilerini karaya çikarip kurtardigimizda, hemen sirk kosarlar." (el-Ankebût, 65).

Allah'a Imanin Insan Hayatina Te'sirleri Nelerdir?
Allah'a inanan ve O'na sevgiyle baglanan insanin mânevî ufku kâinat kadar genis, huzûru ve nes'esi Cennet bahçesi gibi daima taze ve ölümsüzür.
Gözlerinde îman nuru parlar, sözlerinde hakikat, sevgi ve nes'e çaglar.
Is ve hareketlerinde ahlâk, vekar ve isabet göze çarpar.
O, insanlari hilkat itibariyle kardesi bilir, onlara lütuf ve merhamet gözüyle bakar.
Sefkatlidir, insanlarin dertlerine bir karsilik beklemeden kosar. Boynu büküklerin gönlünü alir, yetimleri bagrina basar.
Kâinatla ve içindeki varliklarla ünsiyet içindedir. Tanis gibidir. Hiçbir hâdise, onu korkutmaz, gözünü yildirmaz. Kalbindeki îman kuvveti ile kâinata bile meydan okuyabilir.
Allah'in kendisine bahsettigi nimetlerden O'nun iradesine uygun sekilde faydalanir ve tadar. Ölümden korkmaz. Zira, ölümü bir hiçlik ve yokluk kuyusu degil, hakikî hayatin ve ebedî saadetin baslangiç kapisi kabûl eder.
Dünyada kendini misafir bilir. Misafirhane sahibi olan Allah'in rizâsi ve izni dairesinde yer, içer ve rahatla yasar. Misafirlik müddeti bitince de bu misafirhaneden huzurla ayrilip ebedî mekânina gider.
Allah'a inanan ve sevgiyle baglanan kimse, inançsizligin verdigi korkunç izdirap ve elemlerden kurtulur.
Allah'a inanan kimsenin, kendine de, baskalarina da hiçbir zarari dokunmaz. Kanunun olmadigi yerlerde bile Allah'in onu her an gördügü inanci, isledigi kötülüklerin cezasiz kalmayacagi korkusu, onu kötülüklerden alikor. Degil kötülük, bil'akis elinden geldigince herkese iyilik yapmaya, faydali olmaya çalisir.
Ruhunu iyi düsüncelerle doldurur, yüksek ahlâka erer, içinden kötü hisleri kovar.
Allah'a inanmak ve O'na baglanmak, insani ayni zamanda gerçek hürriyetine kavusturur. Zira her sey'in Allah tarafindan yaratildigini bilen insan, yaratiklara degil, yaratana kul olur. Mahlûkattan degil, Hâlikdan korkar. Yalniz Allah'a güvenir, dayanir, O'ndan ister, O'na siginir. Kula kul olmaz. Kimseye el açip dilencilik ve dalkavukluk yapmaz.

 

Allah Sevgisi ve Allah Korkusu

Islâm'in insanlara ögrettigi ilâhî esaslardan biri de, Allah'i sevmek ve O'ndan korkmaktir.
Mü'min; nimeti, lütfu ve keremi sonsuz olan Rabbine karsi büyük bir sevgi ve hürmetle baglanacak, O'nun rahmet ve merhametinin her sey'i kusattigini düsünecek, ne kadar günahkâr olursa olsun, O'nun afvindan ümidini kesmiyecektir. Yüce Allah'in rahmet, sevgi ve sefkati sonsuz ise de, bunun yaninda kahr ve azâbinin siddetli oldugunu da unutmayarak O'ndan korkacak, gazabindan emin olmayacaktir.
Korkunun ifratindan yeis, yani, ümidsizlik dogar. Pek fazla ümidlenmek ise, insani gaflete atar ve âkibeti umursamamaya götürür. Bu bakimdan Allah'in azâbindan emîn olmak da, rahmetinden ümîd kesmek de dînimizde yasaklanmistir.
Su halde mü'minin kalbi, Rabbinin huzurunda, korku ile ümid arasinda O'na lâyik bir kul olma heyecaniyle çarpmalidir.
Kur'ân-i Kerîm'de mü'minlerin bu vasfina su sekilde dikkat çekilmektedir:
"Mü'minler, Allah'in rahmetini umarlar ve azâbindan da korkarlar..." (el-Isrâ, 57).
"Allah'a korku ve ümid içinde dua ediniz" (el-A'râf, 56) buyurulmaktadir.
Imanin kemâline delâlet eden bu hâle beyne'l-havf ve'r-recâ, yani, korku ile ümid arasinda olma hâli adi verilir.
Gerçekten de Allah'a olan îmanin kemâli, sadece Allah'i sevmek veya sadece O'ndan korkmakla gerçeklesemez. Ikisinin bir arada bulunmasi gerekir. Insan, sevginin verecegi nazlanma ve simarikliktan ve rahmetine güven duygusunun sevkedecegi taskinlik ve itâatsizlikten, ancak Allah korkusu ile kurtulabilir...
Sadece korkunun verecegi ye's ve ümidsizlik halinden insani kurtaracak da, Allah sevgisi, rahmetinin genisligine ve afvinin sonsuzluguna olan inançtir. Bu sebeble "Hayrin basi Allah sevgisi; hikmetin basi da Allah korkusudur" denilmistir.
Aslinda, Allah'a olan sevgi kadar, O'ndan korkmak da son derece tatli ve zevkli bir haldir...
Allah korkusunda nasil bir lezzet ve ruhî haz oldugu su sekilde izah edilmistir:
"Ârif-i billâh, aczden, mehafetullah'dan (Allah korkusundan) telezzüz eder. Evet, havf'da (Allah korkusunda) lezzet vardir. Eger bir yasindaki bir çocugun akli bulunsa ve ondan suâl edilse, "En leziz ve en tatli hâletin nedir?" Belki diyecek: "Aczimi ve za'fimi anlayip validemin sefkatli sinesine sigindigim hâlettir..."
Halbuki bütün vâlidelerin sefkatleri ancak bir lem'a-i tecellî-i rahmettir (Allah'in rahmetinin küçük bir tecellîsidir).
Onun içindir ki kâmil insanlar, aczde ve havfullah'da öyle bir lezzet bulmuslar ki kendi havl ve kuvvetlerinden siddetle teberrî edip Allah'a acz ile siginmislar, aczi ve havfi (korkuyu) kendilerine sefaatçi yapmislar..." (Sözler)
Allah'i sevmek ve O'ndan korkmak hususunda Peygamberimiz de söyle buyurmuslardir:
- "Mü'min kimse, Allah'in azab ve ikabinin miktarini bilseydi, hiçbir kimse Cenneti ümid etmezdi. Kâfir de Allah'in rahmetinin ne kadar çok oldugunu bilseydi hiç kimse O'nun rahmetinden ümid kesmezdi."
- "Cennet size ayakkabinizin bagindan daha yakindir, Cehennem de böyle..."
- "Sagilan süt memeye girmedigi gibi Allah korkusundan aglayan kimse de Cehenneme girmez. Allah yolunda çarpisirken husule gelen tozla Cehennemin dumani birlesmez."
- "Allah katinda iki damla ve iki izden daha sevimli bir sey yoktur.
Iki damla:
* Allah korkusundan dolayi gözden akan yas,
* Allah yolunda dökülen kan damlalaridir.
Iki iz'e gelince:
* Allah yolunda alinan yara izleri ile,
* Allah'in farzlarinin birini îfa ederken husûle gelen eserlerdir."
- "Herhangi biriniz ölürken Allah'a hüsn-i zan etmeksizin (afv ve magfiret edecegini ummaksizin) ölmesin."
 

Alıntı Kaynak;

Ekrem Yolcu
http://www.enfal.de/akaid4.htm

 

      İman Nedir ?


 

 

Sual: İman nedir?

CEVAP
İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]

İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba[görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler)buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri]aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)

Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı gerektirmektedir. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.

Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana],kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]

(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]

Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor. 

(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255] 

(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145] 

(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2] 

Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.

(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.

(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.

Amentü’nün manası

Allah’a inanmak: 
Allahü teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak, kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]

Meleklere inanmak: 
Melekler nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

Kitaplara inanmak: 
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin hak olduğuna inanmak lazımdır. Ancak, Kur’an-ı kerimden önceki kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Önceki kitapların hiç birisi değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafından nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek gerekir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4] 

Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü, günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun,Muhammed aleyhisselam olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali: 
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]

Kaza ve kadere inanmak:
Allahü teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek, bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.)[Ahzab 38]

Ahirete inanmak: 
İnsanların kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra, Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4] 

Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı: 
Ben şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19] 

İnanmak ne demek?

Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir? 

CEVAP 
İnanmak, görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir. Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.

İmanın tarifi nedir?

İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır)buyuruluyor." 
Bu tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla hiç bir alakası yoktur. 

CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan, Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz. 

Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler,(Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.

İslamiyet’i beğenmek

Sual: Bir kimse, Amentü’nün altı şartına inansa, fakat Allah’ın emir ve yasaklarından birini beğenmese, mesela (Cehennem lüzumsuzdur) veya (Şarabın haram edilmesi manasızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul ettiği için imanlı sayılmaz mı?


CEVAP

Sayılmaz. Amentü’nün içinde Allah’a iman vardır. Allah’a iman, bütün sıfatlarıyla birlikte ona imandır, ayrıca emir ve yasaklarının yani İslamiyet'in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Böyle inanmayan iman etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü’ye inanan kimsenin İslamiyet’i beğenmesi şarttır, çünkü İslamiyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarıdır. Emir ve yasakların birini bile beğenmemek küfür olur.

Bunun gibi hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, emir ve yasaklarının hepsinin yerinde ve güzel bulmakla olur. Allah’ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren, Allah için yasaklayan, gerçek iman sahibidir.) [Ebu Davud]

İman herkese lazım

Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?


CEVAP
İmanı olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise, çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır. 

Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?) denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır. 

İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?

İmandan mahrum olan

Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?

CEVAP

Hüküm, neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de, sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir. 

Netice olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da, neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası olmalıdır.

Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman sayılmaz mıyım diyor. 
CEVAP
Evet iman etmek için kalb ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki, Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.

İnanmak ve beğenmek

Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?

CEVAP
Çok yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah ile gayba iman var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek ve gayba inanmak gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen ve gayba inanmayan kimse mümin olamaz.

Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.

En faziletli iman 

Sual: En faziletli iman nedir?

CEVAP
İmanın altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillah ile gayba inandıktan sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak, Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]

İman mahlûk mudur?

Sual: İman mahlûk mudur, yani sonradan mı yaratılmıştır?

CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki: İman, Allahü teâlânın hidayeti olması bakımından mahlûk değildir; fakat kulun tasdik ve ikrar etmesi bakımından mahlûktur. İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan, mahlûk olduğu gibi, insanın küfrü de, imanı da mahlûktur. (Milel ve Nihal)

 

 
  Bugün 64 ziyaretçi (85 klik) buradaydı  



   

Selam Dünya !..gurup vakti bir aile sitesidir. çorbada tuzu olsun isteyenler, tenkit ve tavsiyeleri için (alt1946@windowslive.com) veya ( mim.sait@hotmail.com ) adreslerine e posta gönderebilirler !.. gurup vakti -Ailenizin Sitesi








Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden