gurup vakti
  Kur'andaki Asil Islam Bu
 

KUR’AN’DAKİ ASIL İSLÂM BU

 

M.Avni (Avnullah) ÖZMANSUR

 

“Onlar öyle kimselerdir ki: yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları, Ümmi Nebi olan Peygamber’e uyarlar. Ki O Peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder. İyi ve temiz şeyleri onlara HELAL eder, kötü ve zararlı şeyleri onarlara  HARAM eder. Onarın ağır yüklerini, sırtarında olan zincirleri kaldırır. İşte O’na iman edenler, O’na tazim ederler, O’na yardım edenler ve O’unla beraber indirilen nura uyanlar yok mu! İşte onlar selamete erenlerin ta kendileridir.” ( A’raf: 157)

 

                “ Ey Peygamber! Biz seni bir şahit bir müjdeci, ( gittikleri yolun kötü akıbetinden) korkutucu, Allah’ın izniyle O’nun yoluna davetçi ve NUR’LAR SAÇAN bir kandil olarak gönderdik.” ( Ahzab: 45-46)

 

             “ Allah ve melek’ leri, Peygamber’e salat etmekte, ( O’nun şerefini gözetmeğe, şanını yüceltmeğe özen göstermekte)’ dir.

 

             “Ey inananlar siz de O’na salat edin (O’nun şanını yücelmeğe özen gösterin); içtenlikle selam edin ( O’na esenlik dileyin)” ( Ahzab: 56)

                “ De ki: “ Eğer siz, Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki; Allah’ da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”

 

            De ki: “ Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, muhakkak ki, Allah kafirleri sevmez”.” (Al-i İmran: 31-32)

 

                 “ Allah’a ve Resul’üne itaat edin, ta ki esirgenesiniz. And olsun ki: Mü’minler daha evvel apaçık ve kat’i  bir sapıklık içinde bulunuyorlarken, Allah içlerinden ve kendilerinden, onlara ayetlerini okur, onları tertemiz yapar, onlara KİTAB ve HİKMET’ i öğretir, bir peygamber göndermiş olduğu için, büyük bir lütufta bulunmuştur.” ( Al-i İmran: 164)

 

                “ Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Resulüllah’a ve sizden olan idarecilere itaat edin! Bir şeyde ihtilafa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız eğer; onu (n hallini) Allah (ın kitabın) a ve Resul (ünün sünnettin)e götürün. Böyle yapmanız sizin için daha hayırlı ve pek iyidir! (Nisa: 59)

 

                 “ Öyle değil, Rabb’ine and olsun ki: Onlar aralarında çıkan ihtilaflı şeylerde seni hakem yapmadıkça, sonrada verdiğin hükümden, kendilerinde hiçbir sıkıntı duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça İMAN ETMİŞ OLMAZLAR.” (Nisa:65)

 

                “ Kim Allah’a ve Resul’üne itaat ederse: İşte onlar, Allah’ın kendilerine nimet bahşettiği, peygamber’lerle, sıdık’larla, şehid’lerle ve iyi kimse’lerle beraberdirler. Arkadaş olarak bunlar ne güzeldir.” (Nisa: 69)

 

                “ Kim Resul’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse   (çevirsin), biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. ( üzülme. Onların işini bize bırak).” ( Nisa: 80)

 

                 “ Bana ızdırap veren, yalnız islamın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içerden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sevmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse. İman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa.”

 

 

 

 

Esirgeyen Bağışlayan Allah’ın Adıyla

 

 

İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ

 

 

 

 

 

            Değerli okurlarım,

 

            Rabb’ime sonsuz övgüler ve şükürler olsun ki; KUR’AN’DAKİ ASIL İSLAM BU! İsimli kitabımızın birinci baskısı çok kısa bir sürede bitmiştir. Yurdumuzun her tarafından gelen şiddetli istekler üzerine, az da olsa bazı dizgi ve imla hatalarını düzelterek bu ikinci baskısını sizlere sunuyorum. Bu kitabın kapağına: Y.Nuri Öztürk’e C.1 yazılmıştı ve ikinci cevabı vaat etmiştim. İnşaallah  yazımına başlamış olduğum ikinci kitabı da sizlere kısa sürede sunmayı umuyorum. Ancak, ikinci kitaba almayı düşündüğüm halde, bir an evvel okurlarımın bilgilerine ulaşsın diye; şu günlerde çokça konuşulan: KUR’AN-I KERİM’İN KAÇ AYET OLDUĞU konusunun açıklamasını, bu kitabın son bölümüne ilave ediyorum. Bu bölümün de dikkatle okunmasını bilhassa dilerim. Salat-ü selam Resul-ü Kibriya’ya, üstün aile halkına ve ashabına; hidayet tüm insanlara; selam ve kurtuluş inananlara olsun. (Âmin)

 

 

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla,

 

 

 

ÖNSÖZ

 

 

 

            Değerli okurlarım: son senelerde; İslam dini namına konuşan, kendilerini büyük müctehid ve mezhep imamlarının yerine oturtabilmek için, işlerine geldiği konularda o zatların görüşlerini öne süren, genelde ise; onları hiçe sayan, onlara; profesör Hüseyin Atay’ın dediği gibi “ sığ görüşlüler” diyen, (Kur’an’daki İslam s.163) Evet o mübarek insanlar; sünnet ve sağlam hadisleri makbul görüp; onları derledikleri ve o sağlam hadislerle ayetleri bir araya getirip, İslam fıkhını, hukukunu ve ilmihal’lerini bizlere hazırladıkları, Kütüb-ü Sitte dediğimiz altı hadis kitabında bulunan ve tümüne yakını sahih kabul edilen hadislerin varlığını kabul ettiklerinden ve o sağlam hadis’leri; kur’an-dan sonra dini kaynak sayıp, hükümler çıkardıklarından dolayı, o çok değerli İslam alimlerine: “ bunlarınki Allah’a ve kur’an-a ortak koşmaktır.” (Kur’an-daki İslam s.71 satır: 21) diyen, Sayın Öztürk gibi; sayıları az olsa da, öyle ölçüsüz, insafsız, ilimde rasih (yüksek anlayış sahibi) olmayan, sözüm ona alimler ve ilahiyat profesörleri çıktı ki; kendilerini  dinde müceddid (yenileyici) zannettikleri için, yine ileriki sayfalarda göreceğiniz gibi, tahrif etmedikleri hiçbir dini mes’ele bırakmadılar.

 

 

 

            Sayın Öztürk’ün hocam diye takdim ettiği Sayın profesör Hüseyin Atay: Ceviz Kabuğu programında ve Sayın Öztürk’ün yanında; “Akıl Kur’an’dan üstündür” iddiasında bulunurken birisi çıkıp da: Allah, (c.c.) Tevbe sûre’sinin 28. ayetinde: “ Ey iman edenler! Müşrikler ( Allah’a ortak koşanlar) necistir (pistir.) Bu yüzden bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar…” buyurmaktadır. Nasıl oluyor da, bu müşriklerin kafirlerin, canilerin, teröristlerin, zanilerin, ateistlerin uyuşturucu tutkunlarının akılları Kur’an’dan üstün oluyor? demediler. Kaldı ki; Kur’an kelamullah’tır, Allah kelamıdır, Allah’ın sözüdür. Kadimdir, ezelidir, ebedidir, hiçbir akıl ondan üstün olamaz.

 

          

 

            Tabi bunların arasında bulunan, bunların görüşlerine karşı oldukları halde, çeşitli nedenlerle seslerini yükseltmeyen çok değerli profesörlerimiz, ilim adamlarımız da vardır. Onlara selâm olsun. Allah (c.c.) onların selamet ve cesaretlerini artırsın.

 

 

 

            Türkiye’mizde dini mes’eleleri layıkıyle bilenlerin sayısı çok az olduğu, zihinler tamamen boş bulunduğundan, bilhassa islami yaşantısı zayıf olan birçok insanlar, bunların tesiri altında kalmaktadırlar. Daha zararlısı ise: kendileri öğretim üyeleri olduklarından, kendi görüşlerinde yetiştirecekleri, ilerinin ilim adamları olacaktır.

 

 

 

            Bu sünnet ve hadisi: ihtiyaçları olduğu zaman kabul edip işlerine gelmediğinde ve de genelde kabul etmeyen kişiler: nerdeyse kitabı teslim edip, hiçbir şeye karışmamış ve Kitab’ın yorumunu kendilerine bırakmış bir peygamber ve böyle bir din tahayyül ederek; Kur’an’ın açıklamalarını kendilerinin yapabileceklerini zannediyorlar. Halbuki, bu ulvi görevi Cenab-ı Hak, ayeti kerime’lerde görüleceği gibi, Resulallah’ (s.a.s.)a vermiş, bu hususta mü’minleri de şöylece uyarmıştır:

 

 

 

            “ Andolsun ki Allah mü’minlere, kendilerine (Allah’ın) ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab ve Hikmet’i öğreten, kendi içlerinden bir peygamber göndermekle lutufta bulunmuştur: Oysa onlar daha önceleri ap açık bir sapıklığın içindeydiler.” ( Al-i İmran: 164)

 

 

 

                Diğer ayette Cenab-ı Allah:

 

            “ Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitabı ve hikmeti ve size (daha) bilmediklerinizi öğreten bir resul gönderdik.” (Bakara: 151)

 

 

 

Buyururken, yoksa Sayın Öztürk; “bu resul’ün açıklamasına ihtiyacımız yoktur, bize bu Kur’an yeter, onu biz açıklarız” mı diyeceksiniz?

 

 

 

Değerli okurlarım. Zaten bunların dışında Edip Yüksel gibi: Hz. Peygamber (s.a.s.) kitab’ı getirmiş görevi bitmiş diyorlar. Hatta Tv Kanal 6 da Ceviz Kabuğu programına; telefonla iştirak eden bir konuşmacı sayın Öztürk’e hitaben: “ Ne diyorsunuz! Resulullah’ı bir müvezzi’ye (postacıya)mı benzetiyorsunuz?” demişti de sayın Öztürk de: “ Ne diyorsun Kur’an’a müvezzi (postacı)olmak az bir şeymi?” demişti. Aynı konuşmaya Metin Yüksel de Amerika’dan telefonla iştirak etmiş: “hocam artık reformu başlatalım.” demiş sayın Öztürk ise, tebessümlü bir sukutla cevap vermişti…

 

 

 

İnancımız budur ki: Böyle binlerce reformist gelse de: Allah Nurunu tamamlayacak, Kitabını ve Dinini ebediyen koruyacaktır. Bu satırları yazabilmemize imkan ve güç veren, Rahman ve Rahim olan Allah’a (c.c.) sonsuz hamdü senalar ve sevgili peygamberimiz efendimiz ile aile halkı ve ashabına sonsuz selatu selamlar, bu yanlış görüşte olan kardeşlerimize ve cümlemize de en güzel hidayetler olsun.

 

 

 

İşte bu yenici profesörlerin onlarca iddialarından; bu kitapta cevaplandırmaya çalışacağımız konulardan bazıları:

 

 

 

1-REENKARNASYON: Yani insanlar öldükten sonra başka bedenlere girerek, günahlardan temizleninceye, tekamül edinceye kadar; defalarca, dünyaya gelir, yaşar, ölür, tekrar doğar, yaşar, ölür, tekamülleri tamamlanıncaya kadar bu böyle devam edermiş!

 

2-KUR’AN’I KERİM: İnsan ibadetsiz ve cünüb de olsa Kur’an’ı Kerim’i eline alır, okuyabilirmiş; abdestsiz el sürülmemesi istenen Kur’an; Levhi Mahfuz’daki Kur’anmış!

 

 

 

            3-KADIN: Hayız ve nifas (yani adet ve doğum sonrası) halinde iken de namaz kılar, oruç tutabilirmiş!

 

 

 

            4-NAMAZ: Her hangi bir sebepten dolayı vaktinde kılınamayan namaz, bilahare kaza edilemezmiş!

 

 

 

            5-TESETTÜR (ÖRTÜNME): İffeti korumak için değilmiş ve “ saçının belli bir kısmı açık kalacak bir şekilde örten kişiler Kur’an’ın beyanına aykırı davranmakla suçlanamazmış” ve saçların bütünüyle görünmeyecek şekilde kapatılmasını emreden bir ifade yokmuş! Ahzab suresinin 59. ayetine rağmen, cariye’lerle Hürler arasında giyim farkı yokmuş. ( Kur’an’daki İslam kitabının 529-530 sayfasındaki; sayın Hayrettin Karaman’ın ve sayın  Öztürk’ün kendi iddialarıyla tenakuza düşüyorlar.)

 

 

 

            6-CİLBAB: İnanan kadınların evden dışarı çıktıklarında: İnanmış Hür kadınlardan oldukları anlaşılsın, tanınsınlar da cahiller tarafından kendilerine eziyet edilmesin diye: vücutlarını baştan ayağa örten Cilbab’ın, üzerlerine alınmasını emreden, Ahzab suresinin 59. ayeti, bu zamanda uygulanmayabilirmiş!

 

 

 

            7-PEYGAMBERİMİZ: Peygamber’imizin ümmi’liğinin okuma yazma bilmemekle hiçbir ilgisi yokmuş. Ümmi kelimesinin Kur’an dilinde karşılığı, okuma-yazma bilmeyen değil, Ehli Kitab’ın elindeki belgelere dayalı bilgilerle eğitilmemiş insan demekmiş!

 

 

 

            8-HELAL, HARAM: Kur’an’da isimleri yazılı hayvanlardan başka eti haram olan hiçbir hayvan yokmuş, hadislere dayanarak yeni haramlar icad etmek Kur’an’ın ruhuna aykırıymış!

 

 

 

            9-ŞEFAAT: Kur’an’da kimin şefaat edeceği ismen belli olmadığı için; kim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) şefaat edecek derse kafir olurmuş!

 

 

 

            10-KUR’AN’DA NASİH-MENSUH: Önceden helal olan birşey, sonradan gelen ayetlerle yasaklansa, haram edilse dahi; orda olmazsa başka yerde ve o zamanda olmazsa başka zamanda helal sayılır ve uygulanabilirmiş!. Nasih ve Mensuh diye birşey yokmuş. Yani önce inmiş bir ayetin hükmü sonradan gelen ayetle kaldırılamazmış!

 

                      

 

            Bu iddiaları, yukarıda sıraladığımız gibi, ilerideki sayfalarda, bölümler halinde aydınlatmaya çalışacağız. Tabi bu yazılanlar sayın Öztürk’ün yazdığı Kur’an’daki İslam kitabındaki hata ve yanlışların onda biri değil. Onun için kitabın kapağına sayın Öztürk’e cevap: 1 diye yazdık. Diğer bölümlerini de inşallah en yakın tarihlerde cevaplandırmaya çalışacağız. Bu çalışmalarımız esnasında ve basılma aşamasında bizden maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen tüm dostlarımıza şükranlarımı sunar, eksik ve tüm hatalarım için önce Rabbim’in affını diler, siz okuyucularımın da hoşgörülerinizi, yapıcı ve tamamlayıcı tenkitlerinizi bildirmenizi beklerim. Bütün övgülerin hepsi her şeyi yoktan var eden Allah’a (c.c.) sonsuz selat-ü selam’da O’nun resul-ü kibriyası’na ve onun muhterem aile halkı ile güzide ashabına ve de tüm kurtuluşlar inananlara olsun. Rabbim, bu hatalı kardeşlerimizi de, bizleri de en doğruya ulaştırsın. Amin.

 

 

 

17 Ekim 1998/Cumartesi

 

M.Avni (Avnullah) ÖZMANSUR

 

Malatya                     

 

 

 

Not: 1-Düzeltme:

 

Bundan önce çıkmış bulunan “ Başsız Şehid” adlı kitabımızın 109. sayfasının 13 ve 25. satırlarında bulunan   “Sağındaki” kelimelerinin “ Solundaki” olarak düzeltilmesini istirham ederiz.

 

 

 

 

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

REENKARNASYON

 

 

 

 

 

            Değerli okurlarım, bu bölümde Allah’ın izniyle: Aslen eski Mısır, eski Yunan, Hind ve Sind’lerin inançlarında yer alan; bilhassa son senelerde Türkiye’mizde, Profesör Yaşar Nuri Öztürk, Profesör Hüseyin Atay, Prof. Kayserilioğlu, Prof. Süleyman Ateş ve emsali reformcu(!) Profesörlerin kitaplarında yazdıkları ve defalarca televizyon programlarında savundukları ve gerçekmiş gibi insanlara savundukları REENKARNASYON inancı ve diğer sapık görüşlerinin üzerinde duracak; onların Kur’an ayetlerini yanlış yorumlarla gerçek mânâsından nasıl çıkardıklarını izah ederek; esasen Kur’an’ın bu yanlış inançların nasıl kökünden reddettiğini gözler önüne sereceğiz.

 

            Şunu da ifade edelim ki, onların itirazlarına hiç yer bırakmamak için biz, ayet meallerini bizzat Süleyman Ateş’in kendi meâlinden aldık.

 

          

            REENKARNASYON NEDİR?

 

 

 

            Savunanların iddiasına göre Reenkarnasyon; yaşayan bir insan, eğer dünyada tekâmülünü tamamlamadan ölmüş ise: tamamen temizleninceye, tekâmülünü tamamlayıncaya kadar, öldükten sonra, başka bedenle doğarak yeniden yaşaması, yine ölüp yine dünyaya başka  bir bedenle doğup yaşaması, yine ölmesi, yani tekâmül edip günahlardan temizleninceye, cenneti hak edinceye kadar, dünyaya gelip gitmesi imiş!

 

            Şimdi burada; uzun süre Başbakanlığımızı yapmış bulunan Sn. Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller Bey ile ilgili; 13 Ocak 1995 tarihli Hürriyet gazetesinde Gülçin Telci Hanım’ın imzasıyla yayınlanan haberi aynen alıyorum:

 

            “Başbakan Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller, “Yeniden Hayata dönüş” teorilerine çok inandığını ve bundan önceki hayatında Rus Çarı olduğunu söylüyor. Çiller, bütün hayatı boyunca “Reenkarnasyon” (Hayata başka kişilik altında dönüş) teorileri ile ilgilendiğini, kendisinin daha önceki hayatında adı çok bilinmeyen bir Rus Çarı (İmparator) olduğunu öne sürüyor. Özer Bey, Allah üzerine bir de kitap yazdığını belirtiyor. Daha önceleri off the record olarak söyleyen Çiller, son günlerde bu tutumunu değiştirerek açıkça anlatıyor;

 

            BAŞBAKANLIK Konutu’nda gazetecilere önceki gün Allah’la görüşüyorum” açıklaması yapan Başbakan Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller’in öldükten sonra yeniden doğmaya (Reenkarnasyon)’a inanan bir kişi olduğu ortaya çıktı.

 

            Yakın çevresine,” ilk hayatında bir Rus çarıydım” açıklaması yapan Özer bey’in bu konu açıldığında şu açıklamayı yaptığı öğrenildi:

 

            “ Ben bundan bir önceki hayatımda, steplerde yaşadığıma eminim. Daha önceki hayatımda bir Rus çarıydım. Ama öyle çok önemlilerden değil. Daha az tanınmış bir Rus çarıydım. Çok şaşaalı bir yaşantı içindeydim. Rusya’yı hiç görmedim ama, oradaki her şey bana o kadar yakın ve doğal geliyor ki…”

 

            KİTAP YAZIYOR: Özer Çiller’in din konusunda yeni bir kitap hazırlığı içinde olduğu belirtildi. Özer Çiller’in yeni kitabı ALLAH konusunda olacak. Çiller’in eski ortağı Bilger Duruman da Kur’an’ı Kerim için kılavuz yazıyor. Özer Uçuran Çiller, “Mutlu ve Başarılı Olma Sanatı” isimli kitabında yeniden yaşamla ilgili düşüncelerini aktarmış ve “Yaşayan ölüler ve ölüpte seneler sonra gömülenler sınıfına girmek istemiyorsanız, ruhsal dünyanızı geliştirmek zorundasınız” demişti.” (Burada Gülçin Hanım’ın gazete haberi bitti)

 

 

 

                Değerli okurlarım. Bu reformcu profesörlerin reklam ve propagandaları neticesinde, Çiller gibi temiz inancını kaybetmiş kardeşlerimizin sayılarının artmamamsı ve Allah’ın onlara hidayet vermesi dileğiyle, ana mevzuumuz olan Reenkarnasyonu: Kur’an’daki İslam kitabında savunan Yaşar Nuri Öztürk’ün, kendi kitabından ilgili sayfaları aynen alarak eleştirmeye çalışacağız. Burada ayetler üzerindeki tartışmalara girmeden önce onlara sorarız; herkes temizlenecek cennete girecekse, cehennemdekiler kimlerdir.?

 

            Öldükten sonra dünyaya tekrar gelmek suretiyle ateşi, yani cehennemi ve ahiretteki olayları gözleriyle gören kimse için, gaybe  iman diye bir şey kalır mı? Ve de o adam için imtihan söz konusu olur mu.? Kaldı ki, Bakara suresinin 3. ayetinde

 

 

 

 

 

b £à¡ß ë  ñì¨Ü £_Ûa  æì¢àî©Ô¢í ë ¡k¤î ̤Ûb¡2  æì¢ä¡ß¤ªì¢í  åí©Æ £Û a :

 

= æì¢Ô¡1¤ä¢í ¤á¢çb ä¤Ó 9 0

 

            “Onlar ki; gaybe inanırlar; namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan dağıtırlar.” Buyrulmakla Kur’an, en başta gaybe imanın, ehemmiyetini ve önemini belirtiyor.

 

            Aslında onların bu yanlış görüş ve iddialarını reddetmeye Taha suresinin 55. ayeti kâfidir. İşte ayet:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

¤á¢Ø¢u¡`¤_¢ã  bè¤ä¡ß ë ¤á¢×¢ î©È¢ã b èî©Ï ë ¤á¢×b ä¤Ô Ü   b è¤ä¡ß :

 

:ô¨`¤ ¢a ¦ñ 0b m

 

            “Sizi ondan (yerden) yarattık, yine oraya döndürürüz ve sizi BİR KEZ daha ondan çıkarırız.” (20/55)

 

            Görüldüğü gibi Allah (c.c.) bizim temizleninceye kadar değil, bir kez  topraktan çıkarılacağımızı gayet net ve herkesin anlayacağı şekilde bildirmektedir. Bu açık bilgiyi sunduktan sonra; onların yararlanmak istedikleri ayetlere ve iddialara gelelim:

 

 

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLÂM

 

 

 

 

 

            Yaşar Nuri Öztürk’ün, Kur’an’daki İslâm isimli kitabının, önce REENKARNASYON ile ilgili bölümlerini, ayrı ayrı sayfalardan buraya aynen alıyorum: Her bölümü ayrı ayrı okuyarak cevaplandıracağız. Zaten kendisi, göreceğiniz gibi ilgilendirdiği ayetleri topluca ele alıp davasını savunmamış, kitabında ilgilendirdiği ayetler gelince ayrı ayrı yerlerde savunmuş ve de bunları, soru cevap şekline sokmuş, yani önce soruyu yazmış altına da cevap demiş. Soru yerine (s harfini cevap yerine (c) harfini kullanmış. Soruların yanındaki ayetlerin sure imini yazmamış, sade sure numarasını yazmış. İyi anlaşılsın diye biz, sure ismini de yazdık.

 

            Ayrıca,adı geçen kitaptan aldığımız bölümlerin hepsini karışıklık olmasın, iyice anlaşılsın diye iki taraftan girintili (dar), italik ve bazı bölümlerini de siyah yazıyla yazdık. Ayrıca ayet ve hadisleri de siyah yazdık. Yardım ve başarı Allah’tandır.

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

BİRİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLÂM: Sayfa 152-153

 

            Fatır Suresi Ayet: 37

 

          

 

            S-37 Ayetteki azaptan kurtulmak isteyişi ve buna verilen cevabı değerlendirir misiniz?

 

            C-Önce ayeti görelim: “Onlar o cehennem ateşinde: ‘Rabbimiz bizi çıkar, önce yaptığımızdan başka iyi işler yapalım’ diye feryat ederler. Biz sizi, öğüt alacak olanın öğüt alabileceği bir ömürle yaşatmadık mı? Ve size uyarıcı da geldi. Öyle ise tadın azabı; artık zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.”

 

            Ayetten anlaşılıyor ki, yeni bir imkan verilmesini isteyenler daha önce kendilerine yeterli süre verildiği için red cevabı almaktadırlar. Bu süre verilmemiş olsaydı tekrar dünya planına gönderilebileceklerdi. Açıktır ki, bu ayetin muhatabı olmak bakımından dünyada yirmibeşyıl kalanla yüzyıl kalan aynı tutulamaz.

 

            Böyle bir şey Allah’ın adaletine ters düşer. Geri dönüşe red cevabı verilmesi için dünyada kalışın “öğüt alanın, onu alması için gerekli bir süre”yi bulması lazımdır.

 

            Şunu da söyleyelim ki, Kur’an ömür kavramını insanın tekâmülünü tamamlaması için gerekli olan süre anlamında kullanmaktadır. Buna  muammer olmak da deniyor. 11. ayet bu sürenin bir kitapta belirlendiğini ve hiç kimsenin bu belirlenen süresinin o kitaptaki kayıtlar aksine  kısaltılamayacağını söylemektedir. Sürenin dünyaya kaç kez gelmekle tamamlanacağını Cenab-ı Hak bilir. Kişinin mahşer hesabı işte bu sürenin tamamlanması sonunda görülecektir.

 

            İmkanları iyi kullanamayarak ömrü, yani kendisine verilen süreyi heder edenler  “erzel-i ömr’e” yani tekâmül için belirlenen çizginin başlangıç noktasına geri çevrilirler. Yasin suresi 68. ayet de bu espiriye dikkat çeker. “Kime uzun ömür veriyorsak onun yaratılışını baş aşağı geri çeviriyoruz hâlâ akıl etmiyorlar mı?” (Kur’an’daki İslam Sayfa: 152-153)

 

 

 

            Burada sayın Öztürk gözü açıklık ederek tam aleyhinde bizim öne süreceğimiz ayeti alarak sanki, ayette “ Biz öğüt alacak olanın öğüt alabileceği bir ömür için dünyaya DEFALARCA GÖNDERİLMEDİK Mİ?” denmiş gibi ayeti saptırarak Daha önce kendilerine yeterli süre (yani birkaç kez dünyaya geliş gidiş süresi) verildiği için red cevabı almaktadırlar. Bu süre verilmemiş olsaydı tekrar dünya planına gönderilebileceklerdi.” diyor. Sayfanın altına doğru da: “sürenin dünyaya kaç kez gelmekle tamamlanacağını Cenab-ı Hak bilir. Kişinin mahşer hesabı işte bu sürenin tamamlanması sonunda görülecektir.” diyor. Bir de “yirmibeşyıl kalanla yüzyıl kalan aynı tutulamaz. Böyle bir şey Allah’ın adaletine ters düşer.” diyerek neredeyse haşa Allah’ı tehdit ediyor.

 

            Ayeti kerimede Allah (c.c.) “sizi defalarca yaşatmadık mı?” demiyor tam aksine “Öğüt alanın, öğüt alabileceği bir ömürle yaşatmadık mı” diyerek ömrün bir defa olduğunu vurguluyor. Ve çıkış isteklerini reddederek, “Öyle ise tadın azabı, zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” diyerek onları azarlıyor.

 

            Şimdi Öztürk’e sorarız; hani ölenler tekâmül edip temizleninceye kadar Reenkarne olacaklardı.? Bu ayette sözü geçenler niçin tekâmül edip temizlenmemişler, ateşe atılıyorlar.?

 

            Hani Reenkarnasyon onları temizleyip tekâmül ettirecekti.! Sen diyorsun ki “ bunlara önce süre verilmiş dünyaya birkaç kez gelmiş gitmişler de, onun için dünyaya tekrar dönüş istekleri kabul edilmedi.”  Bunların gelip gittiklerini nasıl uyduruyor, Allah’ın ayetlerinin manasını nasıl tahrif ediyorsun.?

 

            Taha suresindeki “Bizi sizi, öğüt alacak olanınöğüt alabileceği bir ömürle yaşatmadık mı.?” Bu ayette senin dediğin gibi dünyaya bir çok defa gidip gelmek asla mevzuu bahis değildir. Ancak doğumdan ölüme kadar geçen süre anlatılmaktadır. Bu ayetin tefsiri mahiyetindeki hadisleri ve ayeti kerimeyi Riyazüssalihinden buraya aynen alıyorum.

 

1.                 Hadis: “İbn-i Abbas ve muhakkik alimler, bu ayetin manasının: “Sizi altmış sene yaşatmadık mı?” “demek olduğunu söylediler.” Bu sözü ileried zikredeceğimiz hadis de te’yid ediyor. Bir kavle göre onsekiz, diğer bir kavle göre kırk yıldır. Bu sonuncu söz Hasan, Kelbi ve Mesruk’undur. Bu kavil İbn-i Abbas’dan da rivayet edilmiştir.

 

Medinelilerin kırk yaşına vardıklarında; ibadetle uğraşmak için, başka işlerden el çektiklerin de rivayet ettiler. Bazıları “ büluğ çağına kadar yaşatmadık mı?” manasındadır, dediler.

 

            Allah’u Teala’nın “size Nezir de geldi” kavlindeki nezirden murad, Muhammed Aleyhisselam olduğunu İbn-i Abbas ve Cumhuru Ulema söylediler. (Riyazüssalihin Cilt 1 Sahife: 147-148)

 

2.                 Hadis: Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (a.s.) şöyle demiştir:

 

 

 

 

 

“Allah’u Teala, ölümünü altmış sene te’hir ettiği kimse için mazeret beyan etmeye meydan bırakmamıştır.” Buhari (Riyazüssalihin cilt 1 Hadis no: 112)

 

Fakat kırk yaş görüşünü te’yid eden, doğrulayan Ahkaf suresinin 15. ayetini alıyorum.

 

 

 

 

 

 

 

¢é¤n Ü à y b6¦ãb  ¤y¡a ¡é¤í  ¡Ûa ì¡2  æb  ¤ã¡üa b ä¤î £" ë ë :Q

 

 æì¢r¨Ü q ¢é¢Ûb _¡Ï ë ¢é¢Ü¤à y ë b6¦ç¤`¢× ¢é¤n È " ë ë b¦ç¤`¢× ¢é¢£ß¢a

 

 4b Ó =¦ò ä    åî©È 2¤0 a  Í Ü 2 ë ¢ê £ ¢( a  Í Ü 2 a !¡a ¬ó¨£n y a6¦`¤è (

 

ó¨Ü Ç ë  £ó Ü Ç  o¤à Ȥã a ¬ó©n £Ûa  Ù n à¤È¡ã  `¢Ø¤( a ¤æ a ¬ó©ä¤Ç¡9¤ë a ¡£l 0

 

7ó©n £í¡£0¢! ó©Ï ó©Û ¤|¡Ü¤" a ë ¢éî¨"¤` m b¦z¡Ûb "  3 à¤Ç a ¤æ a ë  £ô  ¡Ûa ë

 

: åî©à¡Ü¤ ¢à¤Ûa  å¡ß ó©£ã¡a ë  Ù¤î Û¡a ¢o¤j¢m ó©£ã¡a

 

 

 

 

 

            “Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. ( ana karnında) taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürdü. Nihayet (insan) güçlü çağına erip KIRK YAŞINA varınca “Ya Rabb’i, dedi, beni, bana ve anama, babama verdiğin nimete şükretmeye razı olacağın yararlı işler yapmaya sevk eyle. Benim için, zürriyetim için de salahı devam ettir. (benden gelecek olanları da iyi insanlar yap.) ben sana yüz tuttum ve ben (sana) teslim olanlardanım.” 46/15

 

          

 

Görüldüğü gibi bu ayeti kerime, insanın en güçlü, en düşünceli ve en olgun yaşının kırk olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. 18 yaş ise; hem dini konularda sorumluluk yüklendiği, hem de medeni kanunlarda sorumluluk yüklendiği göreve ve yükümlülüklerin başladığı bir yaş sınırıdır ve her yönüyle gerek dünya işlerinde, gerek ahiret işlerinde akıl baliğ olmuş, rüştüne ermiştir. Bu yaştan yani akıl baliğ olup rüştüne ermeden önce ölenler ise; zaten mükellef olmadıklarından sorumlu tutulmazlar. Siz bazı profesörlerin dediği gibi dünyaya birkaç kez gelip gitmek söz konusu değildir.

 

 

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

İKİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM: Sayfa: 160-161

 

            Vakıa Suresi ayet: 60-62

 

            S-60-62. ayetlerdeki “ölüm ve tekrar yaratılma” kavramlarına ne dersiniz.?

 

            C-Önce ayetleri görelim: “Aranızda ölümü biz takdir ettik ve biz yerinize diğer benzerlerinizi getirmemiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaratılışta ve suretlerde tekrar yapılandırmamız hususunda önüne geçilecekler de değiliz.”(Ayrıca Bk.İnsan,28)

 

            Bu ayetlerden mahşerdeki yaratılış anlaşılabileceği gibi, dünyada yeniden bedenlenme yani Reenkarnasyon da anlaşılabilir. Hatta ayetler ikinci manayı anlamaya daha uygundur. Nitekim Fahrettin Razi’ den Elmalılı’ya kadar birçok müfessir getirdikleri açıklamalarla da ikinci manayı ortaya koymuş, ancak geleneksel kabule uyarak Reenkarnasyon’dan bahsetmemişlerdir. Kur’an’ı tabuların ve peşin fikirlerin cenderesine girmeden anlamayı esas alan Süleyman Ateş bu müstesna tavrını burada da sergilemiş ve ayetleri açıklarken şu satırları yazmıştır.

 

            “Birinci ayette, yeniden yaratılacak insanın bedeninin, bu bedenin aynı değil, benzeri olacağı: “Sizi bilmediğiniz bir biçimde yaparız” anlamındaki ikinci cümleden de yeniden yaratılacak insanın bilinmeyen bir biçimde yaratılacağı anlaşılır. Daha önce geçen benzeri ayetlerle karşılaştırılırsa bu ayetlerden de kemal bulmadan ölmüş insan ruhunun, bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir biçimde yeni bir bedene sokulup bedensel hayata getirileceği manası çıkarılabilir.”

 

            “Bu ayetler, olgunluk kazanmış mümin insanlara değil, ahireti inkar eden kemal bulmamış cehennem halkına hitaptır. Bundan, kemal bulmamış inkarcı insanların, kemal bulmak üzere tekrar bedenlere sokularak yeniden yaratılacağı anlaşılır. Bu takdirde ba’s (yeniden bedensel hayata çıkarma, öldükten sonra diriltme) olayı, kemal bulmamış ruhlara mahsus olabilir. Kemal bulmuş ruhlar, Huld Cennetine gittiklerinden bedensel hayata dönmezler. Ba’s, kemal bulmamış ruhların, kemal bulmak üzere bedensel hayata getirilmesidir ki bedenden bedene geçen ruh, bu bedenler içinde dünyanın ızdırabını, sıkıntılarını çekerek olgunlaşır. İşte bu gelip gitmeler ruhu pişirip olgunlaştıracak olan cehennem hayatıdır.

 

            Her bedensel hayatta yapılanlar, ruhun daha sonraki hayatının mahiyetini çizer. Kötülüklerden korunan ve Allah’a ibadetle olgunlaşan ruh, ebedilik cennetine girer, bir daha, gerçekte azab olan bu bedensel hayata dönmez. Ama olgunlaşmayan ruhlar, olgunlaşıncaya dek yeni bedenlere sokularak dünyaya getirilirler. Olgunlaşmanın tek yolu da Allah’a ibadet ve güzel ahlaktır.

 

            Ayetlerden bu mana anlaşılabilir ama tenasuh (Reenkarnasyon) demek olan bu açıklama, cumhurun anlayışına aykırıdır. Bu bakımdan bu mananın muhtemel olmakla beraber, cumhurca ayetlere böyle bir mana verilmediğini belirtmemiz gerekir.” (Ateş: 9/238) Kur’an’daki İslam sayfa: 160-161

 

 

 

            Sayın Öztürk; yukarıda görüldüğü gibi yine ayetlerin manasını saptırıyor ve aynı davranışı Süleyman Ateş’le beraber sürdürüyorsunuz!

 

            Vakıâ suresinin 60-61. ayetlerinin meallerini yazdıktan sonra parantez içinde (ayrıca bk.insan 28) dediğiniz için önce yine Ateş’ten insan suresi 28. ayetin mealini alıyorum:

 

 

 

b ä¤÷¡( a !¡a ë 7¤á¢ç `¤  a ¬b ã¤&   ( ë ¤á¢çb ä¤Ô Ü   ¢å¤z ã :

 

:5í© ¤j m ¤á¢è Ûb r¤ß a ¬b ä¤Û £  2

 

 

 

            “Biz onları yarattık, yapılarını sıkıca bağladık (vücut parçalarlını birbirine sıkı sıkıya bağladık, eklemlerini, damarlarını sağlam yaptık). dilediğimiz zaman onları benzerleri ile değiştiririz.” (İnsan:28)

 

 

 

 

 

= åî©Óì¢j¤  à¡2 ¢å¤z ã b ß ë  p¤ì à¤Ûa ¢á¢Ø ä¤î 2 b ã¤0 £  Ó ¢å¤z ã :

 

 

 

 

 

            Bu gelen ayetler de vakıa suresinin meali:

 

            “Aranızda ölümü takdir eden (ne zaman öleceğinizi belirleyen) biziz. Ve bizim önümüze geçilmiş değildir. (kimse bizim tayin ettiğimiz vakti geçemez).” (Vakıa: 60)

 

 

 

 

 

æì¢à Ü¤È müb ß ó©Ï ¤á¢Ø ÷¡'¤ä¢ã ë ¤á¢Ø Ûb r¤ß a  4¡£  j¢ã ¤æ a ó¬¨Ü Ç :

 

 

 

            “(size böyle ölümü takdir ettik) Ki, sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir biçimde yeniden inşa edelim.” (Vakıa: 61)

 

 

 

 æë¢` £× Æ m ü¤ì Ü Ï ó¨Û@ë¢üa  ñ b¤' £äÛa ¢á¢n¤à¡Ü Ç ¤  Ô Û ë

 

 

 

            “Andolsun ilk yaratmayı bildiniz. (bunu) düşünüp ibret almanız gerekmez mi? (ilk defa yarattığımızı gördüğünüzden dolayı yeniden yaratabileceğimizi de anlamanız icab eder).” (Vakıa: 62)

 

 

 

Burada da göz göre göre, yıllarca önce ahirete gitmiş olan değerli müfessirlerden Fahreddin Er-Razi’ye ve Elmalılı Hamdi Yazır’a iftira ediyorsun! Bu ayetlerin tefsirinde ne tenasuh, ne de Reenkarnasyon lafları senin de bildiğin gibi katiyen geçmiyor. Çok uzar diye tefsirdeki bölümleri buraya almıyorum. Fakat sen sayın Öztürk, var olduğunu iddia ettiğine göre; işte onların sözleri diye iki cümle ile de olsa birer örnek alıp yazman gerekmez miydi?

 

Sayın Süleyman Ateş’e gelince, yukarıda şöyle söylüyor. “Ba’s kemal bulmamış ruhların, kemal bulmak üzere bedensel hayata getirilmesidir. Ki bedenden beden geçen ruh, bu bedenler içinde dünyanın ızdırabını, sıkıntılarını çekerek olgunlaşır. İşte bu gelip gitmeler ruhu pişirip olgunlaştıracak olan cehennem hayatıdır. Her bedensel hayatta yapılanlar, ruhun daha sonraki hayatının mahiyetini çizer…Olgunlaşmayan ruhlar, olgunlaşıncaya dek yeni bedenlere sokularak dünyaya getirilirler…”

 

            Sayın Ateş’in söylediğini cahil bir insan dahi söylemez. Çünkü, en cahil insanlar dahi, şu hadis-i şerifi mealen bilirler. İşte hadis:

 

 

 

Ebu Hureyre (r.a)’den ‘Peygamber (a.s.) Şöyle buyurmuştur:’ “ Dünya mü’minin hapishanesi, kâfirin cennetidir.” (Müslim, Tirmizi,Tac.Terc.C.5 Ha.no: 504)

 

 

 

Ateş Hoca, Peygamberimiz Efendimizin kâfirler için cennet dediğine  cehennem diyor. Sayın Ateş’e sorarız: Eğer dünyada bedenlenmek  cehennemde yanmaksa, ahirette cehennemde dişleri açıkta kalacak şekilde yüzlerine alevler çarparak yanmakta olan cehennemlikler; niçin yeniden dünyaya dönmek istiyorlar. “ Her bedene girişi, dünyaya yaşayışı cehennem azabı” ise dünyadaki bu cehennemin ateşi nerede.? Dersen “sıkıntı ve ızdıraplar onları olgunlaştıracak,” ahiretteki cehennem ateşinin sıkıntı ve ızdırabı daha şiddetli olduğu için sizin aklınıza göre orada daha çabuk olgunlaşması gerekmez mi? Bu garip iddialarla gülünç durumlara nasıl düşüyorsunuz.?

 

 

 

İnsan suresinde Cenab-ı Hak, “Dilediğimiz zaman onları benzerleri ile değiştiririz.” buyuruyor. Elbette bizler öleceğiz; yerimize ağzı, gözü, eli, ayağı yani kaba hatlarla bizler gibi insanlar getirilecektir. Yani insan nesli kıyamete kadar kesilmeyip devam edcektir. Yine Vakıa suresinde de… “Sizin yerinize benzerlerinizi getirelim. Ve sizi bilmediğiniz bir biçimde yeniden inşa edelim.”

 

Yine bu ayette de ölenlerin yerine benzerlerimizin getirileceği, yani insan neslinin devam edeceği; bizlerin ise ölümümüzden sonra, ahiret hayatımız için; oranın şartlarına uygun ve ölümsüz hayat sürebilecek; (cennetin genişliği yerle gökler kadar olduğuna göre) belki de, ışık hızıyla hareket edebilecek, yediği, içtiği pislik olmayan, sümüğü, balgamı bulunmayan, yedikleri içtikleri buhar ve güzel kokulu ter ile vücuttan çıkan, bilemediğimiz, tahmin edemediğimiz güzellikte bir yaratılışla yaratılacağız.

 

Bu ayetlerin de Reenkarnasyon’la uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Sayın Ateş! Sen diyorsun ki; “olgunlaşıncaya kadar yeni bedenle gelip gidecekler” yani bu hesaba göre herkes cennete girecek. Cehennem boş kalacak!

 

Bakalım Allah (c.c.) ne buyuruyor:

 

 

 

 £æì¢È u¤`¢m ¤á¢Ø¡£2 0 ó¨Û¡aá¢q ¤á¢Ø¡2  3¡£×¢ë ô©Æ £Ûa ¡p¤ì à¤Ûa ¢Ù Ü ß ¤á¢Øî¨£Ï ì n í ¤3¢Ó :

 

:;             “De ki: ‘Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz’ ” (Secde: 11)

 

 

 

 

 

  ¤ä¡Ç ¤á¡è¡ @¢ªë¢0 aì¢ ¡×b ã  æì¢ß¡`¤v¢à¤Ûa ¡!¡a ô¬¨` m ¤ì Û ë :

 

b¦z¡Ûb " ¤3 à¤È ã b ä¤È¡u¤0b Ï b ä¤È¡à   ë b ã¤` _¤2 a ¬b ä £2 0 6¤á¡è¡£2 0

 

: æì¢ä¡Óì¢ß b £ã¡a

 

 

 

 

 

            “Rablerinin huzurunda (utançtan) başlarını öne eğmiş; ‘Rabbimiz gördük, işittik, bizi geri döndür, iyi iş yapalım; artık kesin olarak inandık’ demekte olan suçluları bir görsen” (Secde: 12)

 

 

 

 £Õ y ¤å¡Ø¨Û ë b èí¨ ¢ç § ¤1 ã  £3¢× b ä¤î m¨ü b ä¤÷¡( ¤ì Û ë :

 

 åî©È à¤u a ¡ b £äÛa ë ¡ò £ä¡v¤Ûa  å¡ß  á £ä è u  £å ÷ Ü¤ß ü ó©£ä¡ß ¢4¤ì Ô¤Ûa

 

 

 

            “Dileseydik herkese hidayeti verirdik, fakat Benden ‘mutlaka cehennemi, cinlerden ve insanlardan bir kısmı ile tamamen dolduracağım’ sözü çıkmıştır.” (Secde: 13)

 

 

 

b £ã¡a a7 Æ¨ç ¤á¢Ø¡ß¤ì í  õ¬b Ô¡Û ¤á¢nî,©  ã b à¡2 aì¢Óë¢Æ Ï :

 

 æì¢Ü à¤È m ¤á¢n¤ä¢× b à¡2 ¡ ¤Ü¢_¤Ûa  la Æ Ç aì¢Óë¢! ë ¤á¢×b äî,©  ã

 

 

 

            “Bu gününüzle karşılaşmayı unutmanızın cezasını tadın biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınızdan ötürü ebedi azabı tadın” (Secde: 14)

 

 

 

            Burada da; 12. ayette görüldüğü gibi geri dönmek isteyenlere 14. ayette verilen cevap: “Biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınızdan ötürü ebedi azabı tadın” buyrulmaktadır.

 

            Allah (c.c.) bunlara bu şekilde hitab ettikten sonra Sayın Profesörler yoksa sizler mi onları cehennemden çıkarıp Reenkarne olmak üzere dünyaya döndüreceksiniz!?

 

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

ÜÇÜNCÜ KISIM

 

 

 

 

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 248-250

 

          

 

            Mü’min Sûresi: Ayet 11

 

            S-11. Ayette Reenkarnasyona bir işaret var mıdır.?

 

            C- “Evet, vardır. Bu ayet azap çekmekte olan bazı kişilerin şöyle feryat ettiklerini bildiriyor: “Ey Rabbimiz, Bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Bundan çıkmak için bir başka yol daha var mı.?”

 

            Görüldüğü gibi, ayette iki defa öldürülüp diriltilen ve tekrar diriltilmek isteyen bir topluluk söz konusu edilmektedir. Buradaki iki defa öldürülüp iki defa diriltilmeyi ayete parantez içi ilaveler yaparak istedikleri anlamlarla çekenlerin kendi kanaatleri Allah’ın kitabına sokmaktan başka hiçbir dayanakları yoktur. Bu ayet ve benzeri birçok ayet bazı insanların ikinci, üçüncü kez bedenlenmek üzere dünyaya geri gönderildiklerini göstermektedir. Saffat suresi 54-61. ayetlerde biri cehennemde, biri cennete iki arkadaş şöyle konuşturulmaktadır. “Bakarmısınız, dedi. Baktı, onu cehennemin tam ortasında gördü. Dedi ki: ‘Vallahi,az kalsın beni de oralara indirecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı şimdi bende elbette oradakilerdendim. Biz cennetlikler tekrar ölecek miyiz? Hayır, yalnız ilk ölümümüz. Ve biz azaba da uğratılmayacağız. Gerçekten de bu büyük başarının ta kendisidir. Çalışanlar böylesi için çalışsınlar.”

 

            Görüldüğü gibi ayette cennet ehli yani tekâmülünü tamamlamış olanların tekrar döndürülmeyecekleri söylenerek cehennem ehli ile bir farklarının  da bu olduğuna dikkat çekilmektedir. Duhan suresi 56. ayet, cennet ehlinin ikinci kez öldürülmemelerini yine Allah’ın bir lütfu olarak gündeme getirmektedir: “Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Allah onları senin Rabbinden bir lütuf olarak cehennem azabından korumuştur.”

 

            Müfessir Süleyman Ateş, Furkan suresinin 13-14. ayetlerinde işaret ettiğimiz yönde değerlendirerek şu açıklamayı yapıyor: “Cennet hayatında ölüm yoktur. Cehennem azabından kurtulmuş olanlar ölümsüz olarak o nimet ve ikram içinde sonsuzca kalırlar.” “Cennetliklerin ölmeyecekleri vurgulanırken cehennemlikler hakkında böyle bir açıklama yapılmamıştır. Hatta tersine oradakilerin ölümü temenni edecekleri, “Orada ölümü çağırırlar; kendilerine: ‘bugün bir tek ölüm çağırmayın, birçok ölüm çağırın’ (Furkan suresi, 13-14) ayetleri ile belirtilir.”

 

            Tefsirlere göre bu ifadelerde, cehennem azabının korkunçluğu anlatılmaktadır. Yani o azap öyle korkunçtur ki orada bulunan ölmeyi yaşamaya yeğleyecek, ölüpte kurtulmayı dileyecek ama bu mümkün olmayacaktır: ‘O, en büyük ateşe girer, sonra onun içinde, ne ölür nede yaşar,’ (A’la suresi: 12-13) ayetleri de bu anlamı güçlendirmektedir.

 

            Belki de bu ayetlerde, dünyada olgunlaşıp bedenin ölümünden sonra, cennete giden ruhların bir daha dünyadaki bedensel hayata dönmeyecekleri; fakat dünyada olgunlaşmadan bedenden ayrılan ruhların, bir süre ruhsal azaptan sonra bedene dönüp tekrar ölecekleri, ta ruh olgunluğuna erişinceyedek birkaç kez bedensel hayata dönüp ölümü tadacakları; ancak olgunlaşmış olan ruhların bedenden ayrıldıktan sonra: “Allah’ı nasıl tanımazsınız ki siz ölüler idiniz O sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na döndürüleceksiniz.’ (Bakara suresi: 28)

 

            ‘Sonra onu öldürdü, kabre koydurdu, Sonra dilediği zaman onu yeniden DİRİLTTİ.’ (Abese suresi: 21-22) ayetlerinin zahirinden de bu mana anlaşılmaktadır. Gerçeği Allah bilir.

 

            “İnsanlar, belli yönde şartlanmış olan kamunun tepkisinden çekindikleri için bazı ayetlerin açık anlamını tevil etme yolunun tutmuşlar.” (Ateş,8/318)

 

            Ateş’e göre Bakara 28, Vakıa 60-61, İnsan 28, Abese 19-22. ayetlerde de tekrar bedenlenmeye işaret vardır. Ateş, şunu da ekliyor: “Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz.” (Nisa,56) ayeti ünlü İslami düşünce ekolu İhvanus-Safa tarafından tekrar bedenlenmeye delil olarak değerlendirilmiştir.” (Ateş,8/202) Kur’an’daki İslam: 248-250

 

 

 

            Sayın Öztürk, bu sayfanın başında yine ayete ilaveler yaparak, ayeti tahrif etmişsin! Mü’min suresinin 11. ayeti Ateş’in mealinde şöyle: “Dediler ki, Rabbimiz bizi iki kez öldürdün ve bizi iki kez dirilttin ve günahlarımızı itiraf ettik şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı (acaba) ?” evet ayetin metni bu. Peki sen bu ayette “bir başka yol daha” kelimelerini  nerden çıkardın? Sanki bir defa çıkılmış da bir başka yol daha isteniyormuş gibi. Ayrıca abese suresinin 21-22. ayetlerindeki mana, bütün meal ve tefsirlerde:

 

          

 

            “Sonra onu öldürdü, kabre koydurdu. Sonra dilediği zaman onu yeniden DİRİLTECEK” iken; nasıl oluyor da Sayın Öztürk sen, “onu yeniden DİRİLTTİ” diyebiliyorsun? Bu yaptığın işler günah olmuyor mu.?

 

            “Parantez içi  ilavelerle ayetler yönlendiriliyor” diyorsun. Bu davranış gayet asil bir davranıştır. Ayetlerin anlaşılması için bazı kelimeler izah edilmek üzere parantez açılıyor.

 

            Bunun mânası parantez içindeki kelimeler ayet değil, bizim izahımız demektir. Ve herkes böyle bilmekte ve anlamaktadır. Böyle yapanların  biri de Sayın Süleyman Ateş’dir ve iyi yapmıştır. Ya sen! Parantez içine almadan ayetin kendisiymiş gibi ayetle ilgisi olmayan kelimeleri nasıl karıştırıyor, v ede kendi sözlerini ayet diye nasıl okutuyorsun.?

 

            Bu ayetteki; “iki kez ölmek, iki kez dirilmek” ile Reenkarnasyon’un uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Hiçbir müfessir buna böyle bir mana vermemiştir. Reformcu profesörler müstesna!

 

            Aşağıda büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır Efendinin tefsirinde  de görüleceği gibi; birinci ölüm normal yaşamın sonundaki ölümdür. İlk diriliş, ilk hesabı vermek için kabirde dirilmektir; ikinci ölüm bir müddet azap gördükten sonra mezarda ölmektir. İkinci dirilmek ise, kıyamet koptuğunda herkesle beraber kabirden çıkarak Allah’ın huzuruna, mahşer yerine gitmektir.

 

            Bakın büyük müfessir Elmalılı bu ayet için ne diyor:

 

            “Diyecekler ki: Ya Rabbena bizi iki kez öldürdün iki de dirilttin yani iki ölüm öldürdün iki dirim dirilttin. Buradan azabı kabre istidlal edilmiştir. Deniliyor ki birinci öldürme dünya hayatını bitiren ilk ölüm; ikinci öldürme kabirdeki birinci ihyayı (diriltmeyi) takibeden ölüm, ikinci ihya (dirilme) da ba’s (yani mahşerdeki diriliş) şu halde dünya hayatı kâle alınmamıştır.

 

            Çünkü dünyada inkar ettiklerini ikrar ile itirafı zünub ediyorlar (günahlarının itiraf ediyorlar) denilmektedir. (Elmalılı C.6 Sh.4148-49)

 

          

 

            Diğer ayetlere gelince elbette gerçek mü’minler ilk ölümden sonra ayetlerde görüldüğü gibi ikinci ölümü, kabir azabını görmeden direkt cennet sefası ile müjdeleniyorlar. Bakın daha hayatta iken Allah (c.c.) Hadid suresinde, onları nasıl müjdeliyor:

 

 

 

         > æì¢Ôí©£†¡£–Ûa ¢á¢ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a ¬©é¡Ü¢ ¢‰ ë ¡é¨£ÜÛb¡2 aì¢ä ߨa  åí©ˆ £Ûa ë

 

 åí©ˆ £Ûa ë 6¤á¢ç¢‰ì¢ã ë ¤á¢ç¢Š¤u a ¤á¢è Û 6¤á¡è¡£2 ‰  †¤ä¡Ç ¢õ¬a † 袣'Ûa ë

 

;¡áî©z v¤Ûa ¢lb z¤• a  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a ¬b ä¡mb í¨b¡2 aì¢2 £ˆ × ë a뢊 1 ×

 

 

 

            “Allah’a ve Resullerine inananlar, iste Rablerinin yanında onlar, sıdıklar ve şehidlerdir, onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, onlar da cehennem halkıdır.” (57/19)

 

            Yukarıda almış olduğum saffat suresinin 54 ve 61. ayetleri sizin iddianızı tamamen reddetmekte, dünyada ilk ölümden başka ölüm olmadığını bildirmektedir. Yine onun gibi duhan suresinin yukarıda geçen 56. ayetinde de:

 

 

 

7ó¨Ûë@¢üa  ò m¤ì à¤Ûa ü¡a  p¤ì à¤Ûa b èî©Ï  æì¢Óë¢Æ íü :

 

:=¡áî©z v¤Ûa  la Æ Ç ¤á¢èî¨Ó ë ë

 

 

 

            “Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar, Allah (c.c.) onları senin Rabbinden bir lütuf olarak cehennem azabından korumuştur.” Buyurarak Reenkarnasyonu reddetmektedir.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

DÖRDÜNCÜ KISIM

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM: Sayfa: 257-258

 

 

 

            Şura suresi ayet: 30

 

S-30 Ayette, “Dert ve kederlerin insan elinin ürünü olduğu” söyleniyor. Bu ne demektir.?

 

C-30 “Şöyle deniyor: “Size gelip çatan herhangi bir musibet yalnız ve yalnız kendi ellerinizin ürettikleri yüzündendir. Allah bunların bir çoğunu da affediyor.”İnsanı rahatsız eden, ona huzursuzluk ve mutsuzluk veren her şey (seyyie), Kur’an’ın açık beyanlarına göre insan elinin ürünüdür böyle olmasaydı Allah’a zulüm izafe edilmiş olurdu. Allah zulümden münezzehtir. Burada akla gelen ikinci soru şudur: hiçbir kötülük sergilemeden, hatta kötülük yapmaya imkan dahi bulamadan, bir yığın dert ve belanın pençesinde kıvranan insanların, mesela çocukların durumları nasıl izah edilecektir.? Ayetle ilgili olarak bu soru başlangıçtan beri hep sorulmuştur. Ve gündeme Reenkarnasyon gelmiştir. Tekrar bedenlenme kabul edildiğinde sorunun cevabı verilmiş olur. Ne yazık ki tekrar bedenlenme akla Hint düşüncesindeki mahşer inancını kabul etmeyen tenasuhu getirdiği için, çoğu İslam bilginleri hiç tartışmaya girmeden “böyle şey olmaz” demiş ve Reenkarnasyonu bir çırpıda reddetmişlerdir. Oysa ki Reenkarnasyonu kabul, Kur’an’ın Haşir inancını kabule asla engel değildir. Başka bir ifadeyle, Reenkarnasyonu kabul eden bir insan otomatik olarak mahşer inancını reddetmek gibi bir duruma kesinlikle düşmez. Mahşer inancını kabul edip etmemek ayrı bir olaydır. Reenkarnasyonu hiç kabul etmeden mahşere inanmayan yüzbinlerce insan vardır.

 

            İşin esası şudur: Reenkarnasyonun varlığı mahşer inancı ile çelişmez. O inanç bütün ihtişam ve açıklığıyla varlığını korur Reenkarnasyon da işleyebilir. Bir Ba’s yani kıyametin kopuşundan sonra diriltilme ve hesaba çekilme keyfiyetidir ve bu keyfiyet dinin omurga iman noktalarından biridir. İstisnasız bütün insanlar ba’s edilecek ve hayat maceralarının hesabını Hakk’ın huzurunda vereceklerdir. Ve bu hesap verme Allah’ın bizi o günün şartlarına göre bir bedene kavuşturmasıyla olacaktır. Kur’an bunu Halk-ı Cedid (yeniden yaratılma), Yani ba’stesi dirilip bedenlenme, mezarda çürüyüp dağılmış olan bedene girme değildir.

 

            Hal böyle olunca ba’s anına kadar yani berzah (mahşerle dünya arası devre) boyunca bir ruhun birkaç kez bedenlenmesi ne ba’sa ne haşre ne de hesaba çekilmeye ters düşen bir tarafı söz konusu edilemez.

 

            Süleyman Ateş 30. ayeti açıklarken bu konuyu genişçe tartışmış ve Kur’an’ın daha bir çok ayetinin Reenkarnasyon’u ifadeye koyduğunu söylemiştir.” (Kur’an’daki İslam Sayfa: 257)

 

          

 

            Sayın Öztürk, yine buradaki şura suresinin 30. ayetinde de hiç ilgisi olmadığı halde Reenkarnasyona delil yapmak istiyorsun! Halbuki burada ölmek-dirilmek sözü de geçmiyor. Ve de günahkar mü’minlere hitap ediyor, onları uyarıyor.

 

            Aynı zamanda, mü’minlere gelecek bir musibetin onların imtihanları ve sabrettikleri takdirde derecelerini yükseltilmesi için olduğunu, yani Bakara suresinin 155 ve 157.ayetlerini unutuyorsun. İşte ayetler:

 

 

 

 

 

¤Ô ã ë ¡Êì¢v¤Ûa ë ¡Ò¤ì _¤Ûa  å¡ß §õ¤ó '¡2 ¤á¢Ø £ã ì¢Ü¤j ä Û ë :

 

= åí©`¡2b £_Ûa ¡`¡£' 2 ë 6¡pa ` à £rÛa ë ¡ ¢1¤ã üa ë ¡4a ì¤ß üa  å¡ß

 

 

 

            “Andolsun sizi; korku,açlık, mallar (ınız) dan, canlar (ınız) dan ve ürünler (iniz) den eksiltmek gibi şeylerle deneriz: sabredenleri müjdele.”

 

 

 

b £ã¡a a¬ì¢Ûb Ó =¥ò jî©_¢ß ¤á¢è¤n 2b " a ¬a !¡a  åí©Æ £Û a :

 

:6 æì¢È¡ua 0 ¡é¤î Û¡a ¬ b£ã¡a ë ¡é¨£Ü¡Û

 

 

 

            “Ki onlara bir bela eriştiği zaman ‘biz Allah içiniz ve biz ona döneceğiz’ derler.”

 

 

 

 

 

 æ뢠 n¤è¢à¤Ûa ¢á¢çÙ¡÷¬¨Û¯ë¢a ë ¥ò à¤y 0 ë ¤á¡è¡£2 0 ¤å¡ß ¥pa ì Ü " ¤á¡è¤î Ü Ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a :

 

:

 

            “İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (2/155-157)

 

 

 

            Görüldüğü gibi ayette geçen musibetler, imtihan vesilesi ve mü’minleri ödüllendirmek içindir. Yine bilindiği gibi her Peygamber (a.s.) de çeşitli imtihanlardan geçmişlerdir.

 

            Sayın Öztürk, sen diyorsun ki; “Hiçbir kötülük sergilemeden, hatta kötülük yapmaya imkan dahi bulamadan, bir yığın dert ve belanın pençesinde kıvranan insanların, mesela çocukların durumları nasıl izah edilecektir.? Ayetle ilgili olarak bu soru başlangıçtan beri hep sorulmuştur ve gündeme Reenkarnasyon gelmiştir. Tekrar bedenlenme kabul edildiğinde sorunun cevabı verilmiş olur. Ne yazık ki, tekrar bedenlenme akla Hint düşüncesindeki mahşer inancını kabul etmeyen tenasuh’u getirdiği için çoğu İslam bilginleri hiç tartışmaya girmeden “böyle bir şey olmaz” demiş ve Reenkarnasyonu bir çırpıda reddetmişlerdir…”

 

 

 

            Sayın Öztürk, bu iddialarında, demek istiyorsun ki; önceki hayatlarında suç işleyenler yeniden dünyaya başka bedenle geldiklerinde önceki hayatta yaptıklarının cezasını çekiyorlar.!

 

            Yoksa senin bu mantığına göre daha çocukken kardeşleri tarafından kuyuya atılan, sonra köle diye yoldan geçen kervana satılan, o küçük  yaşına rağmen yıllarca kölelik yapan sonra iftiraya uğrayıp yine yıllarca zindanda yatan Peygamberimizin “insanların en mükerremi Yusuf’ dur, çünkü o peygamber oğlu peygamber oğlu peygamberdir” dediği Yusuf Aleyhisselam da mı Reenkarne oldu da bir önceki hayatının cezasını ikinci gelişinde daha çocukken çekmeye başladı.? Yoksa Yusuf (a.s.)’ın acısıyla ağlaya ağlaya gözlerini kaybeden babası Yakub (a.s.) da mı? Yoksa gözleri ama olan Şuayb (a.s.) veya yıllarca hastalanıp her şeyini kaybeden Eyyub (a.s.) da mı? Yoksa babasız doğan, Ruhullah olan ve çocukluğundan itibaren çeşitli iftira ve zulümlere düçar olup Yahudilerin elinden dağlarda saklanan, taşları başına yastık eden ve sonunda Yahudilerin işkencelerinden kurtulması için göğe çıkarılan İsa (a.s.) da mı? Yoksa senin mantığına göre; dünyaya gelmeden babasını, altı yaşında annesini kaybederek hem yetim hem öksüz kalan kainatın efendisi, Rahmeten’lil Âlemin olan, Hz. Muhammed (a.s.) da mı önceki hayatından dolayı eziyetlere düçar kaldılar.?

 

            Tabi ki, hiçbiri değil, bu çileler, acılar onların iyice olgunlaşması yüksek dereceleri kazanmaları ve sabırlarıyla tüm insanlığa en güzel birer örnek olmaları içindi.

 

            İşte ayet:

 

 

 

¤å à¡Û ¥ò ä   y ¥ñ ì¤ ¢a ¡é¨£ÜÛa ¡4좠 0 ó©Ï ¤á¢Ø Û  æb × ¤  Ô Û :

 

a6¦`î©r ×  騣ÜÛa  ` × ! ë  `¡ ¨üa  â¤ì î¤Ûa ë  é¨£ÜÛa aì¢u¤` í  æb ×

 

            “Andolsun Allah’ın elçisinde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok zikreden kimseler için en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab suresi: 21)

 

 

 

            Bunlara ilaveten bu görüşümüzü te’yid eden Hadis-i Şerif meallerini de buraya alıyorum:

 

 

 

            1.Hadis: “İnsanlar içinde belası en çetin olanlar peygamberlerdir. Ondan sonra da  efdalden efdale teveccüh eder. Kişi dininin derecesine göre belalanır. Artık dininde salâbet (ve kuvvet) varsa belası çetinleşir. Dininde yufkalık (za’f) varsa o da dini miktarınca bela görür. Bu suretle kula ait bela, yeryüzünde, üzerinde  hiçbir günah kalmayarak, yürüyeceği bir zamana kadar devam eder, gider.” (Buhari, Müslim, Ahmet B.Hanbel, Tirmizi, İbn-i Hibban, Hakim Saad R.A’dan)

 

 

 

            2.Hadis: “Mü’min olan kişiye yorgunluktan, hastalıktan, meraktan, mahzunluktan, gamdan ezadan, hatta kendisine batan bir dikenden metevellid herhangi bir musibet gelmeye dursun ille Cenab-ı Hakk bunlar sebebiyle onun günahlarını bağışlar.” (İbn-i Hibban, Ebu Hureyre, Ebu Said r.Anhuma, H.B.Ç.Cilt 2 Sh.872)

 

 

Peygamberimize Sesleniş: 1

 

 

 

Sen! Varlık yüzüğünün, üstünün elmas taşı!

 

Sen ki! Ezel nurundan, nurların en üst başı !

 

Bütün nurlar nurunun gölgesi olur ancak!

 

Elbette bu gözeden, tüm nurlar parlayacak!

 

“Nurlar saçan bir kandil”, dedi Rabbim şanına!

 

Seni yüceltmek için, ta aldırdı yanına!

 

Mirac mucizesiyle, Arş’ı A’la’ya çıktın!

 

İnanan insanlara, rahmetleri akıttın!

 

Ne irfan’lar o anda, açıldı da açıldı!

 

Ne rahmetler ve nurlar, saçıldı da saçıldı!

 

Arş’ı A’la, melekler, her zerre bu törende;

 

Buna benzer bir olay, görülmedi evrende!

 

Öyle bir tören ki bu: insan, cin, melek hayran!

 

Yedi kat gökler ve Arş, hatta Kürsi’de seyran!

 

Ne büyük ikramdır ki, bu yolculuk anında,

 

Mesafeler katlandı, sonsuzluk mekanında!

 

Diğer Peygamber’ler de, mirac ettiler mutlak!

 

“Kabe Kavseyn ev edna” sana verildi ancak!

 

Allah ve melekleri, salat ediyor sana!

 

Teslim olmak, salavat, farz tüm Müslümanlara!

 

(Kur’an’ın ve Peygamberimizin çağı aşan mesajları)

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

BEŞİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM: Sayfa: 282-283

 

            Nahl Suresi ayet: 70

 

 

 

            S-70. Ayette sözü edilen yaratılma, öldürülme ve tekrar ömrün başlangıcına geri götürülme ne demektir.?

 

            C-    “Önce ayeti görelim:

 

            Ayet “Allah sizi yarattı. Sonra öldürüyor. İçinizden bazıları ömrün en basit ve düşük noktasına geri çevrilir ki, bir şey bildikten sonra hiçbir şey bilmez hale gelsin.”

 

            Geleneksel müfessir ve mealciler bu ve Hac suresi 5. ayetteki “erzelil umr” (ömrün en basit ve düşük noktası), deyimini ihtiyarlık ve bunaklık şeklinde manalandırarak ayetin bütün esprisini yok etmişlerdir. Bir kere, erzeli ömr’e atılmaktan veya itilmekten değil, geri götürülmekten bahsediliyor. Yerüddü itilmek, atılmak gibi pejoratif bir mana ifade etmez. Bir geri çevirme başa döndürme iade eder. Buna göre erzelil umr, ömrün başlangıcı yani tekâmül sürecinin en düşük noktası demek olur.

 

            İkincisi, insanın ileri yaşlara kadar yaşatılması, elinin ayağının tutmaz, hafızasının gereğince işlemez hale gelmesi insan için, bir rezillik ve düşüklük neden olsun? İnsan, ömrünün o noktasında fıtrat kanunları açısından en saygın ve en olgun dönemindedir. Allah, kulunu kendisine en yakın olduğu bir döneminde böyle kötü bir sıfatla anmaz.

 

            En iyisini Allah bilir ama, bize göre bu ayette, mucize bir üslupla yeniden bedenlenme yani Reenkarnasyon gündeme getirilmektedir. Allah insanları yaratır ve öldürür. Ölenlerden bazıları (hepsi için kural değil) yeniden ömrünün başlangıç noktasına çevrilir ve ilk hayatında edindiği bilgileri hatırlamayacak bir biçimde yeniden bedenlenir.” (Kur’an’daki İslam Sayfa: 282-283)

 

 

 

            Sayın Öztürk, yukarıdaki satırlarda da Nahl suresinin 70. ayetinde bulunan erzel-i ömür kelimesini ihtiyarlık ve bunaklık olduğunu yazan tarih boyunca gelmiş çok değerli bütün müfessir ve kıymetli meal sahiplerini dışlayarak: “İnsanın ileri yaşlara kadar yaşatılması, elinin, ayağının tutmaz, hafızasının gereğince işlemez hale gelmesi insan için, bir rezillik ve düşüklük neden olsun…Bize göre bu ayet mucize bir üslupla yeniden bedenlenme yani Reenkarnasyon getirmektedir. Allah insanları yaratır ve öldürür, ölenlerden bazıları yeniden ömrünün başlangıç noktasına geri çevrilir ve ilk hayatında edindiği bilgileri hatırlamayacak bir biçimde yeniden bedenlenir.” diyorsun.

 

            Bu gülünç iddialara karşı burada birkaç sual akla geliyor:

 

            1-Eğer yeniden dünyaya dönecek, bedenlenip yaşayacak ruh, önceki hayatını hiç hatırlamayacak, bilgisi sıfır olacaksa yani ilk yaşantısını bilmeyecek ise, yeniden dünyaya gelmesinin ne faydası olacak? İmtihansa zaten bir ömür yaşadı, aynı karakter ve kabiliyetteki ruh, önceki hayatını bilip ibret almadıktan sonra on defa gelse gitse ne değişir.!?

 

            Sonra ayette “Bazılarınızı öldürür, bazılarınız bildikten sonra hiçbir şey bilmez hale gelsin diye” buyruluyor. Bunun yaşayan kimse için olduğu aşikardır.

 

            2-Ayette bildirilen erzelil ümr yaşlılık ve bunaklık değilse onlara yakıştıramıyorsan; annesinden yeni doğmuş, günahsız, nur topu gibi masum bebeklere rezil ve düşük kelimesini nasıl yakıştırıyorsun.?

 

            3-Bilhassa bu asrımızda Allah korkusu azalmış insanların anne ve babalarını, hanımdan çekindikleri için; ya yalnızlığa yada darülaceze’ye attıklarını ve onların oralarda evlat ve torun sevgisinden mahrum, ve de perişanlıklar içerisinde göz yaşı döktüklerini görmüyor musun.?

 

 

 

Bakara suresinin 151. ayetinde:

 

 

 

 

 

¤á¢Ø¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¢Ø¤ä¡ß ü좠 0 ¤á¢Øî©Ï b ä¤Ü  ¤0 a ¬b à × :

 

¤á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë  ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa ¢á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¢Øî©£× R¢í ë b ä¡mb í¨a

 

6 æì¢à Ü¤È m aì¢ãì¢Ø m ¤á Ûb ß

 

 

 

            “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitap ve hikmeti ve size bilmediklerinizi öğreten bir resul gönderdik.”

 

 

 

            İşte bu ayette yüksek vasıfları Allah tarafından sıralanan ve bize bilmediklerimizi öğreten kâinatın efendisi Peygamberimiz Efendimiz, erzelil ömrü ihtiyarlıktan dolayı acizlik ve bunaklık olarak analmış ve aşağıya aldığım hadislerde o şekilde yaşamaktan Allah’a sığınmıştır. İşte hadisler:

 

 

 

            1.Hadis: İbni Mesud (r.a) şöyle demiştir; Peygamberimiz Efendimiz akşamladığı zaman şöyle dua ederdi. “…Ya Rab tembellikten, bunaklıktan, cehennemden ve kabirde azap görmekten sana sığınırım.” Sabahladığı vakitte “Biz sabaha dahil olduk mülk O’nundur; bu günün hayrını diler, şerrinden sana sığınırım” buyururdu. (Müslim. Riyazussalihin C.3 H.A.Nu:14)

 

 

 

            2.Hadis: Aişe (r.a)’den. Peygamber (a.s.) şöyle derdi: “Ey Allah’ım tembellikten, fazla ihtiyarlıktan, günah işlemekten, borçlanmaktan, kabir imtihanından ve azabından, ateşin fitnesinden ve azabından sana sığınırım. Yine zenginlik fitnesinin şerrinden ve Mesih Deccal fitnesinden sana sığınırım. Ey Allah’ım, hatalarımı kar ve dolu suyu ile yıka, beyaz elbisenin kirini temizlediğin gibi kalbimi hatalardan temizle, doğuyu batıdan uzaklaştırdığın kadar beni de hatalarımdan uzak kıl.” (Buhari Müslim, E.Davud, Tirmizi, Nesei)

 

 

 

            3.Hadis: Zeyd Bin Erkam (r.a.) şöyle demiştir: ‘Size ancak Resulullahın (s.a.v) dediği gibi diyerek Allah’a sığınmazınız tavsiye ederim. O şöyle derdi: “Ey Allah’ım!, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, fazla ihtiyar olmaktan ve kabir azabından sana sığınırım. Ey Allah’ım! Nefsime takvasını ver, onu tertemiz eyle; sen nefsi temizleyenlerin en hayırlısısın; sen onun hem velisi hem Mevlâsısın. Ey Allah’ım! Faydalı olmayan ilimden, korkmayan kalbden, doymayan nefisden, kabul olmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, E.Davud, Tirmizi,Nesei)

 

 

 

            4.Hadis: Sa’d (r.a.) şöyle demiştir: ‘Peygamber (a.s.)’ın Allah’a sığındığı (şu) kelimelerle Allah’a sığının’: “Ey Allah’ım! Sana korkudan sığınırı, cimrilikten sığınırım, erzeli ömürden sığınırım ve sana dünya fitnesi ile kabir azabından sığınırım.” (Buhari, Tirmizi Nesei, Tac Trc.C.5 Sa.227-228)

 

 

 

            Yine diyorsun ki: “Hac suresinin 5. ayetinde de, erzeli ömür yanlış anlaşılmış” daima aynı görüşte olduğunuz, destek için yanına aldığın Sayın Süleyman Ateş tefsirindeki yanlış ve sapık yorumları dışında mealinde kasıtlı hata yapmamaya çalışıyor. Onun mealinden Hac suresinin 5. ayetini aynen alıyorum.

 

 

 

¡s¤È j¤Ûa  å¡ß §k¤í 0 ó©Ï ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a ¢ b £äÛa b 袣í a ¬b í

 

§ò Ô Ü Ç ¤å¡ß  £á¢q §ò 1¤À¢ã ¤å¡ß  £á¢q §la `¢m ¤å¡ß ¤á¢×b ä¤Ô Ü   b £ã¡b Ï

 

¢£`¡Ô¢ã ë 6¤á¢Ø Û  å¡£î j¢ä¡Û §ò Ô £Ü _¢ß ¡`¤î Ë ë §ò Ô £Ü _¢ß §ò ̤a¢ß ¤å¡ß  £á¢q

 

¤á¢Ø¢u¡`¤_¢ã  £á¢q ó¦£à  ¢ß §3 u a ó¬¨Û¡a ¢õ¬b ' ã b ß ¡âb y¤0 üa ó¡Ï

 

¤á¢Ø¤ä¡ß ë ó¨£Ï ì n¢í ¤å ß ¤á¢Ø¤ä¡ß ë 7¤á¢× £ ¢( a a¬ì¢Ì¢Ü¤j n¡Û  £á¢q 5¤1¡x

 

§á¤Ü¡Ç ¡ ¤È 2 ¤å¡ß  á Ü¤È í 5¤î Ø¡Û ¡`¢à¢È¤Ûa ¡4 !¤0 a ó¬¨Û¡a ¢£& `¢í ¤å ß

 

b è¤î Ü Ç b ä¤Û R¤ã a ¬a !¡b Ï ¦ñ  ¡ßb ç   ¤0 üa ô ` m ë b6¦÷¤î (

 

§wî©è 2 §x¤ë 9 ¡£3¢× ¤å¡ß ¤o n j¤ã a ë ¤o 2 0 ë ¤p £R n¤ça  õ¬b à¤Ûa

 

 

 

 

 

            “Ey inananlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilinki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperme) den, sonra alaka (embrio) dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güç (ve kabiliyetler) inize ermeniz için (sizi büyütüyoruz) içinizden kimi öldürülüyor. Kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez hale gelsin. (çocukluğundaki gibi vücutça ve akılca güçsüz bir duruma düşsün) Yeri de kurumuş ölmüş görürsün fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir.”

 

 

 

            Görüldüğü gibi Sayın Ateş, ayette geçen erzelil ömrü, ömrün en kötü çağı, ihtiyarlık olarak ve sahabeye ve Peygamberimize dayanan en doğru manayı vermiş. Ve sizin gibi burada manayı saptırarak Reenkarnasyon’a bir pay çıkarmamıştır. Gerçi başka ayetlerde yanlış ve sapık yorumları çoktur ancak ayetin metnine kendi sözlerini sizin gibi katmamaktadır. Şimdi burada: Fiziki ve tıbbi olara da vücudun en olgun zamanının kırk yaş olduğunu ve sonra vücudun hücrelerinin baş aşağı eksilmeye başladığını gösteren ilmi bir belgeyi sunuyorum.

 

İşte Belge:

 

 

BİR YILDA VÜCUDUMUZDA NELER OLUYUR?

 

 

 

            HAYATIMIZDA bir yılı daha geride bıraktığımızda, yaşlandığımızı pek fark etmeyiz. Ancak 365 gün içerisinde vücudumuzda çok büyük değişiklikler oluyor. bir yılda 36 milyon’a yakın beyin hücresi ölüyor, derimiz inceliyor, 100 bin’e yakın saç kılı kaybediyoruz. Bir yılda vücudumuz şöyle yaşlanıyor;

 

            KALP: Kalbimiz vücudumuzun her yerine, her yıl yaklaşık 2 milyon 270 bin litre kan pompalıyor. Dinlenme anında bile kalp dakikada 80 kez atıyor. Kalp vücuda 1 dakikada yaklaşık 5 litre kan pompalıyor. Bir insan 1 yıl boyunca hiçbir şey yapmadan yatsa bile, kalp 42 milyon kez atıyor. Her yıl kalp bir parça küçülüyor ve kalp damarları daralıyor. Kan basıncı 30-70 arasında yüzde 20-30 oranında artıyor.

 

            KAN: Vücudumuzda sürekli temizlenerek yenilenen 5 litre kan dolaşıyor. Kanın yüzde 40’ını milyonlarca alyuvarlar oluşturuyor. Kanın yüzde 5’ini de kan pulcukları teşkil eder. 25 yaşından itibaren içinde oksijen bulunan kanın miktarı azalır. Bu kanın miktarı, her yılda yüzde 5-10 oranında azalır ve bu nedenle insan her yeni yaşla beraber daha çabuk yorulur.

 

            KASLAR: 30-70 yaşlarındaki bir kadın, kaslarının yüzde 35’ini kaybeder. Kadının gücü 20-70 yaş arasında üçte bir oranında azalır. Buna karşılık her yıl vücuttaki yağ miktarı artar. İnsanların çoğu 30-40 yaşları arasında yaklaşık beş kilo şişmanlar. Bu yağlar genellikle kalçada birikir. 50 yaşın ortalarından itibaren İNSAN KÜÇÜLMEYE BAŞLAR.

 

            SİNDİRİM SİSTEMİ: Günde 2 bin kalori yakan bir kadın, yılda 730 bin kalori yakar. Bu miktar yaklaşık 1460 paket çikolata veya yaklaşık 12 bin elmanın verdiği kaloriye eşittir. Her 10 yılda bir insan vücudunun yaktığı kalori miktarı yüzde 2 oranında azalır. 70 yaşındaki bir insanın 700 kaloriye daha az ihtiyaç vardır. Vücut bir yılda yaklaşık 627 litre sıvı sindirir.

 

            TERLEME: Dücut her gün yaklaşık 0,57 litre su kaybeder. Bir yılda 208 adet bir litrelik kola şişesine denk gelir. Terleme ile vücut ağırlığının sadece yüzde 1-2 oranındaki su kaybı insanın kondisyonunun yüzde 5-8 oranında düşürür.

 

            CİLT: Derideki hücrelerin yenilenmesi her geçen yılla yavaşlar. Cilt esnekliğini kaybeder. Çabuk kurumaya başlar. Bunun sonunda 20 yaşın sonlarlında ciltteki, 50 yaşından itibaren de ağız çevresindeki ilk kırışıklıklar ortaya çıkar.

 

            SAÇLAR: Sağlıklı bir saç, ayda 1,27, yılda 15 cm. uzar. Yetişkinler de her gün 150-300 adet saç kılı dökülür. Bir yılda 100 bin adet dökülür. Gençlerde dökülen saçların yerine yenisi çıkar. Ancak bu sürecin hızı özellikle her yıl azalır. 30 yaşından itibaren boya pigmenti melanin miktarını azalması nedeniyle saçlar beyazlaşmaya başlar. 50 yaşındaki her iki kadından birinin saçları beyazdır.

 

            AYAK TIRNAKLARI: Ayak tırnaklarının uzama süresi el tırnaklarını uzama süresinin iki katıdır. Ayak tırnakları, kırılmamamsı ve kesilmemesi halinde yılda 2,5 cm uzar.

 

            EL TIRNAKLARI: Sağlıklı el tırnakları bir yılda 5 cm uzar. Tırnaklar da ölü hücrelerden oluşur.

 

            BEYİN: Her yıl, toplam 100 milyon beyin hücresinden 36 milyonu ölür. Sinir sisteminin çalışmasını sağlayan milyonlarca beyin hücresinin en aktif oldukları yaşlar yetişkinlik çağlarıdır.

 

            KEMİKLER: Kemikler, 35 yaşından itibaren güçlerini kaybeder. 40 yaşından itibaren her yıl kemik maddesi yüzde 1-1,5 oranında azalmaya başlar.

 

 

 

            Bu bilimsel belgede de görüldüğü gibi; kırk yaşından itibaren her yıl kemik maddesi yüzde 1-1,5 oranında azalmaya başlıyor. Bir yılda 36 milyona yakın beyin hücresi ölüyor ve insanlar bildiklerini bilmez hale geliyorlar ve erzelil ömre ulaşıyorlar. Tekrar ediyorum erzelil ömrün sizin iddia ettiğiniz gibi Reenkarnasyon’la hiçbir ilgisi yoktur.

 

 

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

ALTINCI KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM: Sayfa: 291-292

 

 

 

            Nuh suresi  ayet: 17-18

 

 

 

            S-17 ve 18. ayetlerde sözü edilen, yerden tekrar tekrar çıkarılmayı açıklar mısınız.?

 

            C-“Şöyle deniyor: “Allah sizi yerden bir bitki fışkırtır gibi fışkırttı. Sonra yine oraya geri çevirecek ve sizi tekrar çıkaracaktır.”

 

 

 

            Bu ayetler insanın yaratılış sırrına dikkat çekerek onu Hakk’ın kudreti üzerinde düşünmeye çağırıyor. Bizim anladığımız budur!

 

            Bu ayetlerde Reenkarnasyon’u anlayan bilginlerde vardır. Muhyiddin İbn Arabi (Ölm.1240) Bunların başında gelir. Müfessir Süleyman Ateş de ayetleri böyle yorumlamıştır. Şöyle diyor: “insanı temelde topraktan çeşitli aşamalardan (bitki-sperm-insan aşamalarından) geçirerek yaratan Allah, ölümle tekrar toprağa döndürür; ama aynı olguyu tekrarlar, inanan insanlar değil, Hz. Nuh’un hitab ettiği, irşada çalıştığı müşrik insanlardır. İşte onara hitaben: ‘Sonra sizi tekrar toprağa döndürüyor ve bir kez daha oradan çıkarıyor.’ (18) buyuruluyor. Müşrik suçlu insanın, cezasını çekip olgunlaşmak üzere yeniden topraktan çıkarılıp yaratılacağı belirtiliyor.”

 

            “Bu anlatımda iki ihtimal vardır, insan kıyamette yeniden bedene sokulup topraktan çıkarılacaktır. Müfessirlerin büyük çoğunluğunun kanaatine göre Haşr, şu toprak üzerinde olacaktır. Bu takdirde ayette bedenden ayrılan insan ruhunun, yeniden bedene sokulup, haşrin olacağı bu dünyaya yeniden getirileceği anlatılmıştır. Bu ikinci anlamı güçlendiren birkaç ayet vardır. Vakıa suresinin: ‘Aranızda ölümü takdir eden biziz, Bizim önümüze geçilmez. (size ölümü takdir ettik) Ki sizi benzerlerinizle değiştirelim ve sizi bilmediğiniz bir biçimde yeniden yapalım.’ (60/61)

 

            ““Yahut ayette şu anlam olabilir: Toprağa karışan insan bedeni toprakta çözülür, toprağı besleyen gübre olur. Sonra bitkilere hayat verir. Yeniden bitkiler insan bedeninde sperm haline gelir. Sperm rahm’e düşer, aradan uzun süre geçtikten sonra tekrar insan olur. “ Ama böyle yaratılan insanın bedenidir. Anne karnında bedene ruh üflenir ki bunun mahiyetini biz bilmeyiz.” (Süleyman Ateş 10/83)” (Kur’an’daki İslam Sayfa: 291)

 

          

 

            Sayın Öztürk, burada da kendi sözlerini hiç parantez kullanmadan ayetlere ilave etmişsin. Muhyiddin Arabi’den tek satır olsun örnek almadan 700 yıl önce yaşamış bir İslam büyüğüne de iftira ediyorsun. Şimdi aynı ayeti Ateş’in mealinden alıyorum.

 

            “Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi. Sonra oraya geri çevirecek ve tekrar oradan çıkaracaktır.”

 

            Bu doğru manaya sen “yerden bitki fışkırtır gibi” sözünü neden ilave ediyorsun.?

 

            Bu ayetteki mana: Herkesin bildiği gibi Allah Adem (a.s.)’ı topraktan yarattı. Neslinin vücudunu da topraktan gelen çeşitli hayvani ve nebati gıdalarla ana rahminde geliştirerek büyütüyor. Fakat; Ateş’in de itiraf ettiği gibi ona, ana rahminde ruh üfleniyor sonra ömrünün sonunda tekrar ölüyor. Mahşerde tekrar dirilecek. Ancak; Ateş’in “Aynı olguyu tekrarlar” şeklindeki ifadesi de kendi görüşü olsa da, ayetle hiçbir  ilgisi olmayan bir ilave ve saptırmadır. Görüldüğü gibi bu ayetinde Reenkarnasyon’la uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

YEDİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM: Sayfa: 312-313

 

 

 

            Mü’minun suresi ayet: 99,100-105,108

 

 

 

            S-99-100 ve 105-108. ayetlerde Reenkarnasyonun mümkün olmayacağına ilişkin deliller var mıdır?

 

            C- Bu ayetlerde dünyaya tekrar geri dönmek isteyenlere red cevabı verildiği söyleniyor. Ancak bu Reenkarnasyon’un hiç olmadığına değil, sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin reddedildiğine delildir. Elbetteki dünyaya tekrar dönmemesine karar verilenlerin bu yoldaki istekleri reddedilecektir. Ama bu onların daha önce Reenkarne olmadıklarını veya başkalarının dünyaya tekrar gönderilmediğini ifade etmez; geri gelmenin herkes için kural olmadığını belgeler.

 

 

 

            Kur’an Reenkarnasyonun herkes için mutlaka işleyen sürekli bir mekanizma olduğunu kabul etmemekle birlikte bazı ruhların Reenkarne olduklarını açıkça göstermektedir. Burada önemli olan nokta, Reenkarnasyon meselesi Hint sistemlerinde veya bazı çağdaş spiritüalist anlayışlarda esas alınan haşir inancını inkar şekline büründürmemektir. Esasen İslam bilginleri çoğunluğunun Reenkarnasyon’a bir çırpıda karşı çıkışlarının arkasında Kur’an’ın haşir inancının zedelenmesi endişesi vardır. Onlar bu endişenin itişiyle Reenkarnasyon’a delil olacak ayetleri parantez içi ilaveler yaparak veya acaip tevillere giderek anlam kaymalarına uğratmışlardır. Onların bu tavırlarına saygı duyabiliriz fakat Kur’an’ın Reenkarnasyon’u toptan reddettiğini söyleyerek şunun bunun hatırı için Kur’an’ın beyanlarını görmezlikten gelemeyiz.

 

            Reenkarnasyon’a delil veren ayetlerde Nahl 70, Hac 5, Mü’min 11. ayetler, ait oldukları yerlerde değerlendirilmiştir. Burada üzerinde duracağımız ayet, Bakara suresinin 28. ayetidir. Şöyle deniyor: “Allah’a nasıl nankörlük ediyorsunuz? Siz ölülerdiniz O sizi diriltti sonra sizi öldürüyor. Sonra yine diriltiyor. Sonra O’na döndürülüyorsunuz.” Görüldüğü gibi burada birbiri ardınca iki ölüm iki dirilmeden ve nihayet Allah’a döndürülmekten bahsediliyor. (Bu konuda Kur’an’ın diğer verileriyle ilgili hadislerin değerlendirilişi için Bk.BTK. Mesh maddesi ve kendi dilinden Hz.Muhammed) (Kur’an’daki İslam sayfa: 312)

 

 

 

            Sayın Öztürk, her bölümde verdiğin cevabın baş tarafında önce ayeti görelim diyerek, ayet meallerini alıp, saptırma yorumlar yaptığın halde, burada yukarıda numarasını verdiğin ayetlerin meallerini vermedin, yani ayetlerin aslını okuyuculardan gizleyerek manalarını çarpıtıp mü’minleri aldatmak için, Reenkarnasyon sapkınlığına yol arıyorsun. İşte okuyuculardan sakladığın ayetlerin yine arkadaşın Süleyman Ateş’ten mealleri:

 

 

 

=¡æì¢È¡u¤‰a ¡£l ‰  4b Ó ¢p¤ì à¤Ûa ¢á¢ç † y a  õ¬b u a ‡¡a ¬ó¨£n y

 

 

 

            “Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman: ‘Rabbim der! Beni (dünyaya) geri döndürünüz.!” (23/99)

 

 

 

 

 

b è £ã¡a 65 × ¢o¤× ` m b àî©Ï b¦z¡Ûb " ¢3 à¤Ç a ¬ó©£Ü È Û :

 

: æì¢r Ȥj¢í ¡â¤ì í ó¨Û¡a ¥_ 9¤` 2 ¤á¡è¡ö¬a 0 ë ¤å¡ß ë b6 è¢Ü¡ö¬b Ó  ì¢ç ¥ò à¡Ü ×

 

 

 

            “Ki terk ettiğim dünyada yaralı bir iş yapayım.’ Hayır, bu onun söylediği, (olmayacak) bir laftır. Önlerinde ta dirilecekleri (kıyamet) gün (ün) e kadar  (geriye dönmelerine engel olan) bir perde vardır.” (23/100)

 

 

 

: æì¢z¡Ûb × b èî©Ï ¤á¢ç ë ¢0b £äÛa ¢á¢è çì¢u¢ë ¢| 1¤Ü m

 

 

 

            “(Orada onların) Yüzlerini ateş yalar, öyle ki (ateşin) içinde (dehşetten dudakları gerilir de) dişleri açıkta kalır.” (23/104)

 

 

 

 æì¢2¡£Æ Ø¢m b è¡2 ¤á¢n¤ä¢Ø Ï ¤á¢Ø¤î Ü Ç ó¨Ü¤n¢m ó©mb í¨a ¤å¢Ø m ¤á Û a

 

 

 

            “Ayetlerimiz size okunurdu da siz onları yalanlardınız değil mi.?” (23/105)

 

 

 

åî©£Û¬b " b¦ß¤ì Ó b £ä¢× ë b ä¢m ì¤Ô¡( b ä¤î Ü Ç ¤o j Ü Ë b ä £2 0 aì¢Ûb Ó

 

 

 

 

 

            “Rabbimiz, dediler bahtsızlığımız bizi yendi. Biz sapık bir topluluk olduk.” (23/106)

 

 

 

 æì¢à¡Ûb à b £ã¡b Ï b 㤠¢Ç ¤æ¡b Ï b è¤ä¡ß b ä¤u¡`¤  a ¬b ä £2 0

 

 

 

            “Rabbimiz, bizi bundan çıkar. Eğer bir daha (yaptığımız kötü işlere) dönersek artık biz gerçekten zalimlerdeniz.” (23/107)

 

 

 

¡æì¢à¡£Ü Ø¢m ü ë b èî©Ï a@¢ªì  ¤ a  4b Ó

 

 

 

            “Buyurdu ki: ‘sinin orada, benimle konuşmayın!” (23/108)

 

 

 

            Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi kafirlerin, inkarcıların dünyaya dönüş istekleri şiddetle reddedilmekte ateşin içindekilere “sinin orada konuşmayın” buyrulmaktadır. Sayın Öztürk ve sayın Prof’lar! Bu kadar açık ve net ayetler varken, Allah’ın (c.c.) yapmadığı ve reddettiği bir olayı, iftira ederek, nasıl Allah’a yakıştırmaya çalışıyorsunuz. Allah’ın huzuruna hangi yüzle çıkacaksınız.?

 

            Bir de bakara suresinin 28. ayetini alıyor, onu manasından kaydırmaya çalışmıyorsunuz. İşte ayet meali yine Ateş’ten:

 

 

 

 £á¢q 7¤á¢×b î¤y b Ï b¦ma ì¤ß a ¤á¢n¤ä¢× ë ¡é¨£ÜÛb¡2  æë¢`¢1¤Ø m  Ѥî ×

 

æì¢È u¤`¢m ¡é¤î Û¡a  £á¢q ¤á¢Øî©î¤z¢í  £á¢q ¤á¢Ø¢nî©à¢í

 

            “Allah’ı nasıl inkar edersiniz ki, siz ölüler idiniz O sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na döndürüleceksiniz.” (2/28)

 

 

 

            Görüldüğü gibi ayet, gayet açık ve net. Ana rahminde ölü bedenimize ruh üflemek suretiyle bizi diriltti.

 

            Yaşamımız sonunda tekrar öldürecek, mahşerde kıyamet kopunca tekrar diriltecek ve huzuruna çıkacağız. Reenkarnasyon bu ayetin neresinde var? Değerli okurlarım, Reenkarnasyon yani temizleninceye kadar aynı ruhun başka bedenlerle dünyaya gelip yaşamasını reddeden ayetleri gördük. Şimdi yeni ayetlere gelmeden önce, alken bir düşünelim; eğer ruhlar temizleninceye kadar dünyaya gelselerdi cehenneme lüzum kalır mıydı, yahut cehennemde kimse olur muydu.? Halbuki Allah (c.c.) cehennemde yanmakta olanların isteklerinin reddedildiğini defalarca bildirmektedir. İkinci husus bir kişi ahireti, ateşi gördükten sonra, dünyaya geri gönderilse onun için imtihan mevzuu bahis olur mu.? Ve ona kopya verilmiş olmaz mı.? Çünkü imtihanın özelliği gaybe (bilinmeyene ve görülmeyene) imandır. İnsanlardan istenen şeyler: Ahiret alemi, cennet, cehennem, melekler vesaireye inanmaktır.

 

            Bunları gözüyle gören kişi için, bunlara inanıp inanmadığı nasıl imtihan suali olabilir.? O zaten bunları ölünce bizzat görmüş oldu. Bu ne kadar yakışıksız ve asılsız bir iddiadır. Ayrıca, aynı ruhlar gitse gelse insan nüfusu bu kadar artar mıydı.? Her yönüyle yanlış!

 

            Burada Öztürk ve yandaşı Profların görmek ve göstermek istemedikleri; iddialarını çürüten diğer ayetlere geliyorum.itiraz yeri kalmasın diye de, yine Süleyman Ateş’in kendi mealinden alıyorum.

 

            Bakınız mü’minun suresinde; İnsanın ana rahmindeki gelişmesini doğuncaya kadar ve de yaşayıp öldükten sonra tekrar dirilinceye kadar bütün gelişimini bu ayetlerde nasıl sıralamaktadır:

 

 

 

 

 

7§åî©x ¤å¡ß §ò Û5¢  ¤å¡ß  æb  ¤ã¡üa b ä¤Ô Ü   ¤  Ô Û ë

 

 

 

“Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık.” (23/12)

 

 

 

åî©Ø ß §0a ` Ó ó©Ï ¦ò 1¤À¢ã ¢êb ä¤Ü È u  £á¢q

 

 

 

            “Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk.” (23/13)

 

 

 

¦ò ̤a¢ß  ò Ô Ü È¤Ûa b ä¤Ô Ü _ Ï ¦ò Ô Ü Ç  ò 1¤À¢£äÛa b ä¤Ô Ü    £á¢q

 

 £á¢q b>¦à¤z Û  âb ġȤÛa b ã¤ì   Ø Ï b¦ßb Ä¡Ç  ò ̤a¢à¤Ûa b ä¤Ô Ü _ Ï

 

 åî©Ô¡Ûb _¤Ûa ¢å  ¤y a ¢é¨£ÜÛa  Ú 0b j n Ï 6 `  ¨a b¦Ô¤Ü   ¢êb ã¤b '¤ã a

 

 

 

 

 

            “Sonra nutfeyi alaka (emriyo)’ya çevirdik, alaka (embriyo)’yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir.” (23/14)

 

 

 

 æì¢n¡£î à Û  Ù¡Û¨!   ¤È 2 ¤á¢Ø £ã¡a  £á¢q

 

 

 

            “Sonra siz, bununu ardından öleceksiniz.” (23/15)

 

 

 

 æì¢r Ȥj¢m ¡ò à¨î¡Ô¤Ûa  â¤ì í ¤á¢Ø £ã¡a  £á¢q

 

 

 

            “Sonra siz kıyamet günü muhakkak dirileceksiniz.” (23/16)

 

 

 

            Son ayette  görüldüğü gibi “Öldükten sonra, siz kıyamet günü tekrar dirileceksiniz.” buyrulmaktadır.

 

 

 

 æë¢` '¤z¢m ¡é¨£ÜÛa ó Û¡ü ¤á¢n¤Ü¡n¢Ó ¤ë a ¤á¢£n¢ß ¤å¡÷ Û ë

 

 

 

            Diğer ayette; “Ölür veya öldürülürseniz elbette Allah’ (ın huzurun)’a çıkarılacaksınız.” (3/158)

 

 

 

            Yani dünyaya geri dönüş ve Reenkarnasyon olayı katiyen yoktur. Bu gelecek ayetlerde ise; dünyaya birkaç defa gelip gitmek şöyle dursun, pek az belki bir saat kaldıkları ifadesi vardır.

 

            “(Kıyamet) Saat (ı) başladığı gün suçlular bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar (dünyada da hakdan) böyle çevriliyorlardı.”

 

 

 

¤á¢n¤r¡j Û ¤  Ô Û  æb àí©üa ë  á¤Ü¡È¤Ûa aì¢m@ë¢a  åí©Æ £Ûa  4b Ó ë

 

¡s¤È j¤Ûa ¢â¤ì í a ƨè Ï ¡9s¤È j¤Ûa ¡â¤ì í ó¨Û¡a ¡é¨£ÜÛa ¡lb n¡× ó©Ï

 

æì¢à Ü¤È mü ¤á¢n¤ä¢× ¤á¢Ø £ä¡Ø¨Û ë

 

 

 

 

 

            “Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki; ‘andolsun siz Allah’ın yazgısınca, ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu da dirilme günüdür fakat siz bilmiyordunuz.’” (30/56)

 

 

 

åî©ä¡   &   Ç ¡ ¤0 üa ó¡Ï ¤á¢n¤r¡j Û ¤á ×  4b Ó

 

 

 

 

 

            “Ve buyurdu: ‘arzda yıllar sayısınca ne kadar kaldınız.?” (23/112)

 

 

 

 

 

 

 

åí©£&¬b ȤÛa ¡3 ÷¤  Ï §â¤ì í  S¤È 2 ¤ë a b¦ß¤ì í b ä¤r¡j Û aì¢Ûb Ó

 

            “(Herhalde) ‘Bir gün yahut günün bir kısmı kadar kaldık; sayabilenlere sor’ dediler.” (23/113)

 

 

 

æì¢à Ü¤È m ¤á¢n¤ä¢× ¤á¢Ø £ã a ¤ì Û 5î©Ü Ó ü¡a ¤á¢n¤r¡j Û ¤æ¡a  4b Ó

 

 

 

            “Buyurdu ki ‘sadece az bir zaman kaldınız. Keşke bilseydiniz.” (23/114)

 

 

 

æì¢È u¤`¢mü b ä¤î Û¡a ¤á¢Ø £ã a ë b¦r j Ç ¤á¢×b ä¤Ô Ü   b à £ã a ¤á¢n¤j¡  z Ï a

 

 

 

            “Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı mı sandınız.?” (23/115)

 

 

 

            A’raf suresinde ise şöyle buyrulmaktadır:

 

 

 

¦ò à¤y 0 ë ô¦ ¢ç §á¤Ü¡Ç ó¨Ü Ç ¢êb ä¤Ü £_ Ï §lb n¡Ø¡2 ¤á¢çb ä¤÷¡u ¤  Ô Û ë

 

æì¢ä¡ß¤ªì¢í §â¤ì Ô¡Û

 

 

 

            “Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitap getirdik.” (7/52)

 

 

 

¢4ì¢Ô í ¢é¢Üí©ë¤b m ó©m¤b í  â¤ì í 6¢é Üí©ë¤b m ü¡a  æë¢`¢Ä¤ä í ¤3 ç

 

7¡£Õ z¤Ûb¡2 b 䣡2 0 ¢3¢ ¢0 ¤p õ¬b u ¤  Ó ¢3¤j Ó ¤å¡ß ¢ê좠 ã  åí©Æ £Ûa

 

 3 à¤È ä Ï ¢£& `¢ã ¤ë a ¬b ä Û aì¢È 1¤' î Ï  õ¬b È 1¢( ¤å¡ß b ä Û ¤3 è Ï

 

¤á¢è¤ä Ç  £3 " ë ¤á¢è  ¢1¤ã a a묢`¡    ¤  Ó 6¢3 à¤È ã b £ä¢× ô©Æ £Ûa  `¤î Ë

 

; æë¢` n¤1 í aì¢ãb ×b ß

 

 

 

            “İlla o’nun te’vilini mi gözetiyorlar.? O’nun te’vili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki; ‘doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefaatçılarımız var mı.? Ki; bize şefaat etsinler, yahut tekrar geri döndürül (up dünyaya gönderil) memiz mümkün mü ki, (orada eski) yaptıklarımızdan başkasını yapalım.?’ Onlar kendilerini ziyana soktular ve uydurdukları şeyler, kendilerinden saptı, kaybolup gitti.” (7/53)

 

 

 

Bakara suresinde ise:

 

a¢ë a 0 ë aì¢È j £ma  åí©Æ £Ûa  å¡ß aì¢È¡j¢£ma  åí©Æ £Ûa  a £` j m ¤!¡a

 

:¢lb j¤  üa ¢á¡è¡2 ¤o È £À Ô m ë  la Æ È¤Ûa

 

 a £` j n ä Ï ¦ñ £` × b ä Û  £æ a ¤ì Û aì¢È j £ma  åí©Æ £Ûa  4b Ó ë :

 

¤á¢è Ûb à¤Ç a ¢é¨£ÜÛa ¢á¡èí©`¢í  Ù¡Û¨Æ × 6b £ä¡ß a@¢ªë £` j m b à × ¤á¢è¤ä¡ß

 

;¡0b £äÛa  å¡ß  åî©u¡0b _¡2 ¤á¢ç b ß ë 6¤á¡è¤î Ü Ç §pa `   y

 

 

 

 

 

            “İşte uyulanlar (kendilerine) uyanlardan uzak durdular, azabı gördüler, aralarındaki bağlar kesildi. Uyanlar, şöyle dediler; ‘Ah keşke bir daha dünyaya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzak durdukları gibi bizde onlardan uzak dursaydık.’ Böylece Allah, onlara işledikleri bütün fiilleri hasretler (pişmanlıklar) olarak gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değillerdir.” (2/166-167)

 

 

 

            Bu ayette de görüldüğü gibi dünyaya geri dönmeyecekler ve ateşten de çıkamayacaklardır. Sayın Proflar gücünüz varsa onları ateşten çıkarınız, Reenkarne ederek dünyaya geri döndürünüz.!

 

          

 

            Zümer suresinde:

 

 

 

¡é¨£ÜÛa ¡k¤ä u ó©Ï ¢o¤x £` Ï b ß ó¨Ü Ç ó¨m `¤  y b í ¥ ¤1 ã  4ì¢Ô m ¤æ a

 

åí©`¡ b £ Ûa  å¡à Û ¢o¤ä¢× ¤æ¡a ë

 

 

 

 

 

            “(O gün günahkar) Nefsin şöyle demesinden sakının: ‘Allah’ın yanında kusur edişimden dolayı vah (bana) hakikaten ben alay edenlerdendim.’” (39/56)

 

 

 

 

 

= åî©Ô £n¢à¤Ûa  å¡ß ¢o¤ä¢Ø Û ó©äí¨  ç  é¨£ÜÛa  £æ a ¤ì Û  4ì¢Ô m ¤ë a

 

 

 

            “Yahut şöyle demesinden: ‘Allah bana hidayet etseydi elbet bende korunanlardan olurdum.’” (39/57)

 

 

 

 æì¢× b Ï ¦ñ £` × ó©Û  £æ a ¤ì Û  la Æ È¤Ûa ô ` m  åî©y  4ì¢Ô m ¤ë a

 

 åî©ä¡ ¤z¢à¤Ûa  å¡ß

 

 

 

 

 

            “Yahut azabı gördüğü zaman: ‘Keşke benim için bir kez daha (dünyaya) dönüş olsaydı da güzel hareket edenlerden olsaydım!’ demesinden” (39/58)

 

 

 

 o¤ä¢× ë  p¤` j¤Ø n¤ a ë b è¡2  o¤2 £Æ Ø Ï ó©mb í¨a  Ù¤m õ¬b u ¤  Ó ó¨Ü 2

 

 åí©`¡Ïb ؤÛa  å¡ß

 

     “Allah şöyle buyurur: ‘Evet ya sana ayetlerim geldi de, sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve nankörlerden oldun.’” (39/59)

 

 

 

            Yine mü’minun suresinde:

 

 

 

         åî©£Û¬b " b¦ß¤ì Ó b £ä¢× ë b ä¢m ì¤Ô¡( b ä¤î Ü Ç ¤o j Ü Ë b ä £2 0 aì¢Ûb Ó

 

 

 

            “Rabbimiz! dediler. ‘Bahtsızlığız bizi yendi, biz sapık bir topluluk olduk.” (23/106)

 

 

 

 æì¢à¡Ûb à b £ã¡b Ï b 㤠¢Ç ¤æ¡b Ï b è¤ä¡ß b ä¤u¡`¤  a ¬b ä £2 0

 

 

 

            “ ‘Rabbimiz bizi bundan çıkar, eğer bir daha  (yaptığımız kötü işlere) dönersek artık biz gerçekten zalimlerdeniz.’” (23/107)

 

æì¢à¡£Ü Ø¢m ü ë b èî©Ï a@¢ªì  ¤ a  4b Ó

 

 

 

            “Buyurdu ki; ‘Sinin orada Benimle konuşmayın.’” (23/108)

 

 

 

            Kehf suresinde ise, kafirlerin hali şöyle anlatılır:

 

 

 

¤á Û ë b çì¢È¡Óa ì¢ß ¤á¢è £ã a a¬ì¢£ä Ä Ï  0b £äÛa  æì¢ß¡`¤v¢à¤Ûa a 0 ë

 

b;¦Ï¡`¤_ ß b è¤ä Ç aë¢ ¡v í

 

 

 

            “Suçlular ateşi gördüler. Artık içine düşeceklerini iyice analdılar, fakat ondan kaçacak bir yer bulamadılar.” (18/53)

 

 

 

            Şura suresinde ise:

 

 

 

ô ` m ë 6©ê¡ ¤È 2 ¤å¡ß §£ó¡Û ë ¤å¡ß ¢é Ûb à Ï ¢é¨£ÜÛa ¡3¡Ü¤a¢í ¤å ß ë

 

§£& ` ß ó¨Û¡a ¤3 ç  æì¢Ûì¢Ô í  la Æ È¤Ûa a¢ë a 0 b £à Û  åî©à¡Ûb £ÄÛa

 

7§3î©j   ¤å¡ß

 

 

 

            “Allah kimi sapıklıkta bırakırsa artık onun, Allah’dan sonra bir dostu olmaz. Azabı gördükleri zaman zalimlerin ‘geri dönecek bir yol var mı.?’ dediklerini bir görsen.” (42/44)

 

 

 

 æë¢`¢Ä¤ä í ¡£4¢£ÆÛa  å¡ß  åî©È¡(b   b è¤î Ü Ç  æì¢" `¤È¢í ¤á¢èí¨` m ë

 

 åí©`¡ b _¤Ûa  £æ¡a a¬ì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa  4b Ó ë §6£ó¡1   §Ò¤` x ¤å¡ß

 

¬ü a 6¡ò à¨î¡Ô¤Ûa  â¤ì í ¤á¡èî©Ü¤ç a ë ¤á¢è  ¢1¤ã a a¬ë¢`¡     åí©Æ £Ûa

 

§áî©Ô¢ß §la Æ Ç ó©Ï  åî©à¡Ûb £ÄÛa  £æ¡a

 

            “Yine onları görürsün: aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette ateşe sunulurlarken; göz ucuyla gizli, gizli bakarlar. İnananlar da (o zaman): ‘İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır. Bakın gerçekten zalimler sürekli bir azab içindedirler.’ derler.” (42/45)

 

            Buyrulmakla dünyaya geri dönmenin hiç mümkün olmadığını, dönmek isteyenlerin de ateşe girdiklerini herkesin anlayacağı şekilde Allah (c.c.) açık ve net olarak bildirmektedir.

 

            Taha suresinde ise:

 

 

 

 

 

¦ñ 0b m ¤á¢Ø¢u¡`¤_¢ã  bè¤ä¡ß ë ¤á¢×¢ î©È¢ã b èî©Ï ë ¤á¢×b ä¤Ô Ü   b è¤ä¡ß

 

ô¨`¤ ¢a

 

                “Sizi ondan (yani yerden) yarattık, yine oraya döndürürüz. Ve sizi BİR KEZ  daha ordan çıkarırız.” (20/55) Buyurarak bütün insanların öldükten, toprağa gömüldükten sonra, ancak mahşerde bir kere yerden çıkarılacağını “apaçık”, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde bildirmektedir.

 

            Buraya kadar okuduğumuz ayetlerin hepsi insanın tekrar dünyaya dönüp yaşamasını yani Reenkarnasyon’u reddetmektedir. Dönmek isteyenlere “girin ateşe tadın azabı” buyrulmaktadır. Bunlardan başka o kafirlerin karakterlerini açıklayan En’am suresinin ayetlerinde ise: her şeyi yoktan var eden, daha olamadan olacak her şeyi bilen Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

 

 

 

b ä n¤î Û b í aì¢Ûb Ô Ï ¡0b £äÛa ó Ü Ç aì¢1¡Ó¢ë ¤!¡a ô¬¨` m ¤ì Û ë

 

 åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa  å¡ß  æì¢Ø ã ë b ä¡£2 0 ¡pb í¨b¡2  l¡£Æ Ø¢ã ü ë ¢£& `¢ã

 

 

 

            “Onların ateşlerin başında durdurulmuş iken; ‘ah ne olurdu, keşke biz (dünyaya) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık, inananlardan olsaydık’ dediklerini bir görsen.!” (6/27)

 

 

 

a뢣&¢0 ¤ì Û ë 6¢3¤j Ó ¤å¡ß  æì¢1¤_¢í aì¢ãb × b ß ¤á¢è Û a   2 ¤3 2

 

 æì¢2¡!b Ø Û ¤á¢è £ã¡a ë ¢é¤ä Ç aì¢è¢ã b à¡Û aë¢&b È Û

 

 

 

            “Hayır daha önce gizlemekte oldukları onlara göründü, geri gönderilselerdi, yine men olundukları şeyi yapmaya dönerlerdi. Çünkü onlar yalancılardır.” (6/28)

 

 

 

            Burada görüldüğü gibi onların kabiliyetlerini bilen yaratıcı “Onlar geri gönderilselerdi yine men olundukları şeyi yapmaya dönerlerdi.” buyurarak, geri dönme işinin katiyen mümkün olmayacağını dönseler de aynı yasakları çiğneyeceklerini açık bir şekilde bildirmek de ve son mührü basmakta iken Sayın Proflar buna nasıl karşı çıkıyorsunuz.? Yoksa ‘Onlara biz kefiliz dünyaya dönerlerse bir daha yasakları yapmazlar. Ey Rabbimiz senin tahmini bilgin yanlış, biz daha doğrusunu biliyoruz mu diyeceksiniz.? Size yazıklar olsun…!.

 

 

ÖYLEYSE REENKARNASYON NEDİR?

 

 

 

            Bize göre Reenkarnasyon; kafir cinlerin oyunundan başka bir şey değildir. Zira atlmışbeş milyon Türkiye’mizde Reenkarne olan kişiler olarak televizyon kameralarına çıkardıkları insan sayısı yıllardan beri bir elin parmak sayısını geçmemektedir. Onlar da her hallerinden belli ki, ruhları ve kişilikleri zayıf kimselerdir. Bazılarını televizyonda izledim. 1997 yılında bir tanesi profesör Kayserilioğlu ile sahneye gelmişti. “Ben Kıbrıs’ta yaşıyordum kayık devrildi, boğularak öldüm, sonra Türkiye’de doğdum. Eski mahallemi ve evimi bulabilirim” diyordu. Fakat böyle bir teşebbüste bulunmamıştı, her halinden ruh hastası olduğu belliydi.

 

            26-6-1998 tarihinde ise saat 15:00’de Atv. Kanalında yapılan bir programda, Reenkarnasyon’u savunanlar: Hikmet Özen isminde yirmibeş yaşında bir genci konuşturuyorlardı, program önce başlamıştı, ben televizyonu açtığımda; Hikmet kendisinin “yirmibeş yıl önce, yirmibeş yaşında iken öldüğünü, aynı yıl yeniden başka bir anneden doğduğunu, şimdi yirmibeş yaşına yeniden geldiğini bu günlerde yirmibeş yıl evvel oğlu ölmüş bir eve giderek ben sizin ölen oğlunuzum dediğini, bu durum üzerine evin hanımı “ eğer benim oğlum isen, benim ölen oğlumun arkadaşlarının duvarda resimleri var. Hadi onarlın isimlerini söyle” dediklerini, anlattıktan sonra şunu da itiraf etti:

 

            “Resimlere baktığım zaman, onların hiç birisini tanımıyordum, fakat bir ses bana; “şöyle, şöyle söyle.” diye fısıldıyordu. Bende o isimleri söyleyince tamam bildin dediler ve hayrette kaldılar. Ben onlardan mirasımı alacağım.” diyordu.

 

 

 

            Bir gün sonra; aynı Atv kanalı, yine yaptıkları bir programda aynı iddialı genci getirmişlerdi. Ama bu defa yanında; psikiytarist bir bayan ile psikiytarist profesör doktor Adnan bey vardı: Televizyonu açtığım anda kısa konuşmalardan sonra sunucu bayan, profesör Adnan beye soruyordu: “Ne diyorsunuz hocam böyle bir şey olur mu?” Profesör Adnan bey şöyle konuştu “Bakın şu anda ekranda milyonlar bizi izliyor. Doğru konuşmak zorundayım. Ben bu mevzuyu çok araştırdım katiyen böyle bir vak’aya rastlamadım. Ayrıca Ruh üzerindeki derin çalışmalarım dolayısıyla önce Kur’an’ı, Tevrat’ı, İncil’i ve diğer din kitaplarının hepsini inceledim. Netice olarak Ruh’un: görülemez, resmi çekilemez, tutulamaz, ölçülemez, tartılamaz, nasıl ve niceliği bilinemez olduğunu tespit ettim. Bundan dolayı, niceliği ve niteliği bilinmeyen Ruh hakkında söz söylemek kimsinin hakkı olmamalıdır. Bu gence gelince: Ben onu özel olarak da biraz önce adada konuşturdum. Dinledim. Eğer kusura bakmazsa, bana gelsin ben ücret almadan kendisini tedavi edeyim.” dedi. Tabi oradakiler gülüştüler. Sunucu bayan gence dönerek; “Hadi son söz senin olsun sen ne diyorsun” dedi. Genç ise: “Buraya bir profesör getirmişler kendisi hasta, herkese hasta diyor” dedi. Ve gülüşmeler arasında program son buldu.

 

            İzleyenler hatırlarlar: 1997 yılında Kanal 6 da, Ceviz Kabuğu programında; “Bana vahiy geliyor. Ben mehdi ve resulüm, göklerde arştakilere namaz kıldırıyorum” diyen Evrenesoğlu’na; yanında oturan bir zat “Kur’an’ı Latin harfleriyle niçin okuyorsun? O yanlış olur, okuyabiliyorsan al şu Kur’an’ı aslından yüzüne oku” demişti de, kendisinin Mehdi ve Resul olduğunu iddia eden bu adam Kur’an okumasını bilmediği için yüzüne okuyamamıştı. Bu tartışmaya telefonla katılan psikiytarist profesör Doktor Ayhan Songar bey’e bu adamın durumu sorulunca: “O adam akıl hastasıdır, gelsin de ben kendisini ücretsiz tedavi edeyim” demişti.

 

            Bunlar gibi kendilerini olduğundan başka sanan binlerce insan var.

 

            Yıllar önce yine bir gün; Elazığ akıl hastahanesine, bir arkadaşımın yakını bayan bir öğretmenin ziyaretine gitmiştik. Görevliler kadıncağızı demir kapının arkasına getirdiler. Arkadaşım Turan Koşal bey ona sordu: “Ablacığım nasılsın” Fakat o: Hiç durmuyor, ayaklarını kaldırıp indirerek talimdeki askerler gibi yerinde sayıyordu. Konuşmaya başlayınca; komutan karşısındaki er gibi: “Komutanım! Ben falanca alay, falanca tabur, falanca bölük, falanca talimdeyim.” deyince arkadaşım da, ben de donduk kaldık ve kabil-i hitab olmadığını anlayınca üzülerek oradan ayrıldık. Kadıncağız kendini erkek ve asker biliyordu.

 

            Daha yakın bir olayı anlatayım: dostlarımızdan biri ziyaretime gelmişti; koltuğa oturmasını teklif ettiğim halde diz çökerek halının üzerine oturdu, manevi buhran içinde olduğu her halinden belliydi. Nasılsın iyimisin diye sordum. Zira geçen yıllarda da ruhi rahatsızlıkları oluyordu. Bir müddet ter dökercesine durdu, sonra başını kaldırıp yüzüme bakara; “Efendim her halde büyük bir yükün altındayım, bana büyük bir vazife veriliyor.” dedi. Ben durumu anladım, nedir mehdilik mi? dedim. “Evet efendim” dedi. Kendisi uzatmalı askerdi. Hemen viziteye çıkararak tedavi olmasını söyledim. O da sözümü dinlemiş, birkaç gün sonra Üsküdar Askeri Sinir Hastanesine gitmiş, hemen tedavi  hastahaneye yatırmışlar. Haber alınca, ziyaretine gittik. Hastahanenin bahçesinde bizi karşıladı, oradaki sıralara oturduk. Sohbet ederken beyaz önlüklü bir doktor bize yaklaştı, kulak misafiri oluyor gibiydi. Ona efendim buyurun, oturun, dedim. O memnuniyetle hemen yanımıza geldi ve oturdu. Bana dönerek “Hocam hastalara okumaya mı geldiniz”  dedi. Hayır bu hastayı buraya ben gönderdim. Bu gün de ziyaretine geldim  deyince: Doktor bey; “Bu benim hastam, bu hastanın durumunu öğrenmemem için; evinden, yakınlarından kimse gelmedi. Acaba evdeki halleri nasıldı onu merak ediyorum” dedi. Ben de; ailesini köye göndermiş olduğunu; bize geldiğinde, bana söylediklerini doktora anlattım ve bu halin başka hastalarda olup olmadığını sordum. Sağ olsun doktor bey “Hocam bu bir hastalıktır, İsa mı ararsın, Mehdi mi? bizim koğuşta dört tane Mehdi var. Tedavi ediyoruz.”  dedi.

 

            Maalesef bunlar birer gerçektir, o kardeşimiz tedavi sonunda şifa buldu ve iyileşti.

 

          

 

            Şu da bir gerçek ki: akıl hastalarına “mecnun” deriz. Mecnun, cinlenmiş demektir. Bunların bazıları ilaçla, bazıları okumakla iyileşir. Bazılarının da ölünceye kadar hastalığı devam eder.

 

            Yine bunların en ağırları olduğu gibi, hastalığı zor sezilecek kadar hafif olanları da vardır.

 

            Kâfir cinler: yakından tanıdıkları daha önce yaşamış ölmüş bir insanın yaşantılarını, zayıf ruhlu bazı insanların hafızalarına yerleştirerek onu konuşturur. Çoğu kere de o insanın içine girerek konuşur. Daha önce yaşamış olduklarını iddia edenler, cinlerin önce yaşayıp ölen başka bir adamın, hayat hikayesini iyice bildikleri için, bu adama söylettikleri veya adamın içinden kendilerinin söylediği doğru olabileceğinden, bir çok insanlara inandırabilirler. Yeni nesil cinlerin yani kafir cinler olan şeytanların hüner ve becerilerini bilmedikleri için şaşırıp kalırlar. Bazı profesörler de, Reenkarnasyonu savununca bu asılsız ve sapık görüşe katılıp, güzel inançlarını kaybederler.

 

            Özer Çiller’in “Ben Allah’ı görüyorum.”  İddiasında olduğu gibi: Bizim hanım talebelerden biri ziyaretime geldiğinde, hal hatırdan sonra; “Efendim ben Allah’ı görüyor ve O’nunla konuşuyorum.” demişti. Ben ona mümkün değil, bu nasıl oluyor dediğimde, şöyle anlattı; “Odada yalnız kaldığım zaman, odanın sağ üst köşesine, yuvarlak parlak bir nur geliyor, ‘ben Allah’ım diyor’  O’nunla konuşuyoruz ama korkuyorum”  deyince; kendisine hiç korkmamasını, onun ŞEYTAN olduğunu, Ayetel Kürsü’yü okuyunca kaybolacağını söyledim. Allah’ı (c.c.) bu gözlerin göremeyeceğini ancak cennetten görülebileceğini anlattım. Birkaç gün sonra bize geldiğinde o nurun tekrar geldiğini, Ayetel Kürsü’yü okuyunca kaybolduğunu söyledi. Elhamdulillah kardeşimiz kurtuldu. Eğer bu hâli bir keramet zannedip, bize danışmasaydı, onun sözlerine inanıp sapıklardan olacaktı.

 

            Tabi bunların yaptığı bir nevi istidraç, şeytanın hüneri ve aldatmasıdır. İşte ayeti kerime:

 

Araf suresi:

 

 

 

= áî©Ô n¤ ¢à¤Ûa  Ù Ÿa Š¡• ¤á¢è Û  £æ †¢È¤Ó ü ó©ä n¤í ì¤Ë a ¬b à¡j Ï  4b Ó

 

 

 

            “ (İblis) Öyle ise, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlara (ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım” (7/16)

 

 

 

¤á¡è¡ãb à¤í a ¤å Ç ë ¤á¡è¡1¤Ü   ¤å¡ß ë ¤á¡èí© ¤í a ¡å¤î 2 ¤å¡ß ¤á¢è £ä î¡m¨ü  £á¢q

 

 åí©`¡×b ( ¤á¢ç ` r¤× a ¢ ¡v m ü ë 6¤á¡è¡Ü¡ö¬b à (  ¤å Ç ë

 

 

 

            “Sonra (onların) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” (7/17)

 

¤á¢è¤ä¡ß  Ù È¡j m ¤å à Û a6¦0ì¢y¤  ß b¦ß@¢ªë¤Æ ß b è¤ä¡ß ¤x¢`¤ a  4b Ó

 

 åî©È à¤u a ¤á¢Ø¤ä¡ß  á £ä è u  £å ÷ Ü¤ß ü

 

 

 

            “ (Allah) Buyurdu: ‘Haydi sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun ki onlardan sana kim uyarsa sizin hepinizden cehennemi dolduracağım.’” (7/18)

 

 

VÂHİY MESELESİNE GELİNCE:

 

 

 

            Yukarıda arzettiğim gibi, televizyon kanallarındaki açık oturumlarda: Edip Yüksel de “bana vahiy geliyor.” demişti. Evrenesoğlu da, “Resullük son bulmadı, ben mehdi ve resulüm bana vahiy geliyor.” demişti.

 

            Evet onlara fısıltı şeklinde vahiy gelir. Ama bu vahiy Cebrail Aleyhisselam’dan değil şeytandandır. Yeniden doğup büyüdüğünü iddia eden yukarılarda anlattığımız yirmibeş yaşındaki Hikmet Özen isimli genç de “bana resimdekilerin isimlerini sordukları zaman, hiçbirini tanımıyordum. Ama bana bir fısıltı şöyle, şöyle söyle diyordu. Ben de o isimleri söyleyince oradakiler bildin diyorlardı” derken, farkında olmadan, sapkınlığını artırması için kendisine, şeytanların fısıldadığını, vahyettiğini itiraf ediyordu.

 

 

 

            İşte bununla ilgili ayetler ve hadisler:

 

 

            EN’AM SURESİ:

 

 

 

            ¢é £ã¡a ë ¡é¤î Ü Ç ¡é¨£ÜÛa ¢á¤ a ¡` ×¤Æ¢í ¤á Û b £à¡ß aì¢Ü¢×¤b m ü ë

 

7¤á¢×ì¢Û¡&b v¢î¡Û ¤á¡è¡ö¬b î¡Û¤ë a ó¬¨Û¡a  æì¢yì¢î Û  åî©xb î, £'Ûa  £æ¡a ë 6¥Õ¤ ¡1 Û

 

; æì¢×¡`¤'¢à Û ¤á¢Ø £ã¡a ¤á¢çì¢à¢n¤È x a ¤æ¡a ë

 

 

 

            “Şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için vahyederler (fısıldarlar, telkinlerde bulunurlar). Eğer onlara uyarsanız. Şüphesiz siz de ortak koşanlar olursunuz.” (6/121)

 

 

 

¡£å¡v¤Ûa ë ¡ ¤ã¡üa  åî©xb î, ( a¦£ë¢  Ç §£ó¡j ã ¡£3¢Ø¡Û b ä¤Ü È u  Ù¡Û¨Æ × ë

 

¤ì Û ë a6¦0ë¢`¢Ë ¡4¤ì Ô¤Ûa  Ò¢`¤ ¢9 §S¤È 2 ó¨Û¡a ¤á¢è¢a¤È 2 ó©yì¢í

 

 æë¢` n¤1 í b ß ë ¤á¢ç¤0 Æ Ï ¢êì¢Ü È Ï b ß  Ù¢£2 0  õ¬b (

 

            “Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (bunlar) Aldatmak için, bazısı bazısına vahyeder. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak” (6/112)

 

 

 

 

 

 

 

            HAC SURESİ:

 

 

 

a !¡a ¬ü¡a §£ó¡j ã ü ë §4좠 0 ¤å¡ß  ١ܤj Ó ¤å¡ß b ä¤Ü  ¤0 a ¬b ß ë

 

¢é¨£ÜÛa ¢’  ¤ä î Ï 7©é¡n £î¡ä¤ß¢a ó¬©Ï ¢æb À¤î, £'Ûa ó Ô¤Û a ¬ó¨£ä à m

 

¢é¨£ÜÛa ë 6©é¡mb í¨a ¢é¨£ÜÛa  ¢á¡Ø¤z¢í  £á¢q ¢æb À¤î, £'Ûa ó¡Ô¤Ü¢í b ß

 

=¥áî©Ø y ¥áî©Ü Ç

 

 

 

            “Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermemiştik ki: O (bir şey) arzu ettiği zaman, şeytan onun arzusunun içerisine mutlaka (bir düşünce) atmış olmasın. Fakat Allah, şeytanların attığını derhal iptal eder. Sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (22/52)

 

 

 

¤á¡è¡2ì¢Ü¢Ó ó©Ï  åí©Æ £Ü¡Û ¦ò ä¤n¡Ï ¢æb À¤î, £'Ûa ó¡Ô¤Ü¢í b ß  3 Ȥv î¡Û

 

§Öb Ô¡( ó©1 Û  åî©à¡Ûb £ÄÛa  £æ¡a ë 6¤á¢è¢2ì¢Ü¢Ó ¡ò î,¡ b Ô¤Ûa ë ¥  ` ß

 

=§ î©È 2

 

 

 

            “(Allah böyle yapıyor ki) Şeytanın attığını, kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için bir imtihan yapsın; zalimler elbette (hakdan) uzak bir ayrılık içindedirler.” (22/53)

 

 

 

            Allah (c.c.) tarafından, hemen düzeltileceğini bildikleri halde, masum peygamberlerin arzularına bazı fikirler atabilen şeytanlar, yani kafir cinler; zayıf iradeli, zayıf ruhlu, zayıf inançlı insanlara neler vahyetmez, fısıldamaz ve de neler söyletmezler ki.?

 

            En’am 121. ayette gördük “Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmeleri için vahyederler (fısıldarlar, telkinlerde bulunurlar).” Ayetlerde apaçık görüldüğü gibi bunların hepsi, yani Reenkarnasyon iddiaları şeytanların güdümüne giren insanların iddialarından başka bir şey değildir.

 

          

 

            Şimdi hadislere gelelim:

 

 

 

            Mü’minlerin anası Safiyye bint-i Huyey (r.a.)’dan rivayete gire şöyle demiştir: Nebiyyi muhterem (a.s.),  (Ramazanın son gününde) mescitte İ’tikafta iken, onu geceleyin ziyarete gitmiştim. Bir müddet konuştuktan sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere  O da kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki ensardan iki kişi oradan geçiyordu Hz. Peygamberi (a.s.) görünce hızlandılar. Resulullah “ağır olun dedi, şu yanımdaki Huyey’in kızı ailem Safiyye’dir.” Onlar: “Subhanallah, (dediler) bu da ne demek Ey Allah’ın Resulü hakkınızda hayırdan, hüsnü zandan başka ne düşünebiliriz dediler.” Hazret-i Peygamber (a.s.), “Şeytan, insana, damarlarındaki kan gibi nüfuz eder ben sizin kalplerinize şeytanın kötü bir şüphe bırakmasından korkarım.” buyurdu. (Kütüb-ü Site Cilt 2 Sayfa 408) (Buhari, Müslim, Ebu Davud)

 

 

 

            Diğer bir hadis: Huzeyfe (r.a.)den;

 

            Resulullah (a.s.) ile beraber bir sofrada bulunduğumuzda: Peygamber (a.s.) başlamadan önce elimizi uzatmazdık. Günün birinde peygamber’le bir sofra başında bulunurken bir cariye, sanki atılırcasına geldi ve peygamberden evvel yemeğe el uzattı. Resul-i Ekrem onun elini tuttu. Sonra arkasından aynı suretle bir bedevi Arap geldi; Resul-i Ekrem onun da elini tuttu ve:

 

            “Üzerinde Allah’ın ismi zikredilmeyen bismillah ile başlanmayan yemeği şeytan benimser. Bu yemeğe bismillahsız başlatıp kendinin yiyebilmesi için bu cariyeyi getirdi: bundan dolayı elini tuttum. Aynı maksatla bu bedeviyi (Arap köylüsünü) getirdi, onun da elini tuttum. Ruhum kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, (şu anda) şeytanın eli bunların elleriyle beraber benim elimde idi. buyurdu. Sonra Allah’ın adını zikrederek yemeğe başladık.” (Müslim Riyazüssalihin Cilt 2 Sayfa 148-149)

 

 

 

            Bu geçen her iki hadisi şerifte de; şeytanların insanların vücuduna girerek tamamen hareketlerine hakim olabildiklerini, hatta şeytanlar o iki cariye ve bedevinin içlerinde iken, cariye ve bedevinin elleriyle beraber onların içinde olan şeytanların da ellerini tuttuğunu peygamberimiz efendimiz yeminle bildirmektedir.

 

            Bu ayetler ve hadislerden sonra: Reenkarnasyon ve Allah (c.c.) ile görüşme iddialarının; şeytani bir saptırma olduğu iyice anlaşılmalıdır. Bu gibi insanların hepsi Hak yoldan sapmış iyi niyetli zavallı kimselerdir. Allah (c.c.) bunlara da cümlemize de hidayetini lütfetsin, bu yanlış yoldan kurtarsın. Amin.

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

 

SEKİZİNCİ KISIM

 

 

 

“BURAYI VEYA BU ŞAHSI ÖNCEDEN

 

GÖRMÜŞTÜM”

 

 

 

            Burada yeni bir sual akla geliyor; bazıları şöyle iddia ediyorlar: “Ben ilk gittiğim bir yeri bir şehri veya ilk karşılaştığım bir şahsı önceden görmüş gibi oluyorum. Halbuki o yerleri ilk olarak gördüm, o şahısla ilk defa karşılaştım. Bu nasıl oluyor?” Cevaben deriz ki: Bu da çeşitli şekillerde olabilir, bunlardan birincisi, biz uyurken ruhumuzun bir bölümü vücudumuzdan çıkar, dolaşır. Nerelere gittiğini, neler gördüğünü biz bilemeyiz. Bazen de uyurken rüya görürüz. Hatta rüyanın tesiri ile; güldüğümüz ve o gülmemize uyandığımız olur. Bazen de ağladığımız ve o ağlamamıza uyandığımız veya yakınlarımızda olan biri tarafından uyandırıldığımız olur. Bunun gibi bazen de gece rüyada gördüğümüz gündüz aynen karşımıza çıkar da gece gördüğümüzü gündüz yaşarız. Ancak, bu son örnek pek az insanlarda olur. Zaten rüya ayet ve hadislerle sabittir. Hz. Yusuf’a da, bu rüya tabiri bilgisi ihsan edilmişti. İşte bunlar gibi, uyuduğumuz zaman ruhun her gördüğü, rüya olarak fiziki bedenimize intikal etmez, ruhta kalır. Onun için yeni bir yere gittiğimizde; ruh önceden orayı gördüğü için, buraya önceden gelmiş, burayı görmüş gibiyiz deriz, bize o his gelir. Şahıslarda öyle; ayrıca şahısların dünyaya gelmezden önce, ruhlar alemindeki yaşantılarında bir birleri ile tanışan ruhlar; dünyada karşılaştıklarında birbirleri ile kaynaştıklarını; orada karşılaşmayan ruhların, dünyada da birbirlerinden ayrılacakları bildirilmektedir.

 

            İşte hadisi Şerif; “Ruhlar toplanmış cemaatler (gibi) dir. Onlardan birbirleri ile (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.” (Buh.Müs.Ebu Davud. K.Sitte C.10 Ha.No: 3349)

 

 

 

                Bu hadisi Şerif de görüldüğü gibi, karşılaşanların birbirlerine yakınlığı, dünyaya gelmeden önce ruhlar aleminde tanışmalarından dolayıdır. Dolayısıyla bu olayların Reenkarnasyon’ la yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur.

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

ADET HALİNDEYKEN

(HAYIZLI İKEN)

NAMAZ KILINABİLİR Mİ.

 

 

 

BİRİNCİ KISIM

 

 

 

 

 

KUR’AN’A ABDESTSİZ EL

 

SÜRÜLMEMESİ

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 161-163

 

 

 

            Vakıa Suresi ayet: 79 Cünüb ve abdestsizler Kur’an’a el sürebilir mi?

 

 

 

            S-79. ayette geçen “Mutahharun” ne demektir?

 

 

 

            C. “Kelime anlamıyla “iyice temizlenmiş olanlar” demektir. Şunu unutmamalıyız ki, kelimenin bağlı olduğu kalıp, sözü edilen temizliğin başkaları tarafından gerçekleştirilmiş olmasını gerektirir. Ayette kastedilen de Allah tarafından temizlenmiş olan meleklerdir. Nitekim mutahhar kelimesi abese 14-16. ayetlerde meleklerin elindeki ilahi sayfaların sıfatı olarak geçmektedir. Bu demektir ki, mutahhar kelimesinin insanla ilgisi yoktur. 77-78. ayetlerde: “O, şerefli bir Kur’an’dır ki korunmuş bir kitaptır.” denerek. Levhi Mahfuz’da Kur’an’ın korunmasına işaret edilmiş bunun ardından da: “O’na iyice temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz.” buyurulmuştur. Kastedilen, Levhi Mahfuz’daki meleklerdir. Yani burada bir emir yok, bir durum tespiti vardır.

 

            Hal böyle iken bazı fakihler buradaki mutahhar kelimesini mütevaddı’ (abdestli) anlamında değerlendirmiş ve Kur’an’a abdestsiz tutulamaz hükmüne varmışlardır. Sonuçta karşımıza şu garip tablo çıkmıştır:

 

            1) İmam Malik’e göre cünüp, hayızlı ve abdestsiz olanın Mushaf’a dokunması caiz değildir. Bunların, Mushaf’ı kabıyla veya visade (yastık, kılıf, bir kumaş parçası) ile taşımaları da caiz değildir. Delili de ayette temizlenenler ile gerek büyük, gerek küçük hadesten (yani cünüplükten ve abdestsizlikten) temizlenmenin kasdedilmiş olmasıdır. Bir de Peygamber’in, Amr İbn Hazm’e: “Kur’an’ı temiz olandan başkası tutmasın.” diye yazmış olmasıdır.

 

            2) Ahmed İbn Hanbel ve Zahiriye mezhebine göre cünübün, hayızlının ve abdestsizin Mushaf’ı tutması caizdir. Bunlara göre Mutahharun ile (manevi temizliğe ermiş) Müslümanlar ve melekler kasdedilmiştir. Yahut bunlar: “O’na temizlerden başkası dokunmaz” ayetini emir değil sadece mevcut durumu bildirme olarak kabul etmişlerdir.

 

            3) Üçüncü görüşe göre Kur’an abdestsiz tutulabilir, fakat cünüp iken tutulamaz.

 

            İmam Malik, öğretmenin ve öğrencilerin abdestsiz Mushaf’ı tutmalarına izin vermiştir. Çünkü bunların, her defasında abdest almaları güçtür. Cünüp olanın Kur’an okuyup okuyamayacağında ihtilaf etmişlerdir. Şafii ve Ebu Hanife; bunu mutlak surette men etmişlerdir. Zahiriler ise bunu mutlak surette caiz görmüşlerdir. Malik ise; Kur’an’dan az bir şey okumaya izin vermiştir. Hayızlı ve lohusanın ezbere Kur’an okuyup okuyamayacağında da ihtilaf vardır. İmam Malik’ten bu konuda iki rivayet gelmiştir. Bazıları da bu hususta aza cevaz vermişler çoğu men etmişlerdir.” (Ateş; 9-294)

 

 

 

            Doğrusu şu ki, bu ayetin abdestle, Kur’an’ı abdestli okumakla hiçbir ilgisi yoktur. Burada Kur’an’ı okumayı merasime bağlamak isteyen zihniyetin bir garipliği ile karşı karşıyayız.

 

 

            Prof. Hüseyin Atay, şöyle yazıyor:

 

            “Vakıa suresinin 29. ayetindeki “Kur’an saklı, gizli bir kitapta olup ona ancak arındırılmış olanlar dokunur” ifadesinde geçen arındırılmış “Mutahharun” sözünden abdest almanın şart olduğunu ileri sürenler pek azınlıkta ve ilimde derinleşmiş kimselerdir. Bu ayetin nüzul sebebi bir önceki ayetin içeriğindedir. Putperest Araplar, Kur’an’ı cin ve şeytanın Hz. Muhammed’e getirdiğini iddia etmişlerdi. Bu ayet, önceki ve sonraki ayetler bu iddiayı reddetmek için nazil olmuşdur. “Bu Kur’an, şereflidir, saklı bir kitaptadır, ona ancak paklanmış melekler dokunabilir, alemlerin Rabbinden gelmedir.” Sözlerinin gayesini, manasını anlamayanlar sadece cımbızla (arındırılmış-mutahharun) kelimesini çıkarıp ona çıkarıp ona abdest alma (vudu’) manasını veren, sığ görüşlü kimselerdir. Sonra “saklı bir kabda olan Kur’an’ın” elimizde mevcut olan, hiç kimseden saklı ve gizli olmayan Kur’an olarak anlaşılması, tamamen saçmadır; ayetin sözlük anlamına bile zıttır. Bu ayette zikredilen Kur’an, Levhi Mahfuz’da olan Kur’an’dır. Elimizdeki Kur’an değildir. Bunu Kafir de (putperest) de tutmaktadır ve kafirin Müslüman olması için, tutmak, okumak, anlamak imkanı Kur’an tarafından kendisine verilmiş iken, Müslüman’a bile tutmasının haram yapılması akıl almaz yanlışlardandır.” Hüseyin Atay’ın sözü burada son buldu.” (Kur’an’daki İslam Sayfa: 161-163)

 

 

 

            Sayın Öztürk! Cevap olarak başlayan ilk satırda “mutahharun’ un kelime anlamıyla iyice temizlenmiş olanlar demektir,” deniliyor. Birkaç satır aşağıda da “Mutahharun, Allah tarafından temizlenmiş olan meleklerdir.” denilerek 161. sayfa devam ediyor, sonra 162. sayfada bazı mezhep imamlarının görüşleri bildirilerek 163. sayfanın ilk bölümünün sonunda parantez içinde (Ateş: 9/294) yazıyor. İyi ama Süleyman Ateş’in sözü ilk satırda mı başladı? Veya hangi satırda başladı, başlangıç tarafına tırnak açmadığın için belli değil, senin ifadenmiş gibi okunuyor aniden Ateş’in sözünün çıkış tırnağıyla ve kitabın sayfa numarasıyla karşılaşıyoruz. Fakat aynı 163. sayfanın 2. paragrafında senin üç satırlık bir ifaden geçiyor ve şöyle diyorsun “Doğrusu şu ki, bu ayetin abdestle, Kur’an’ı abdestli okumakla hiçbir ilgisi yoktur. Burada Kur’an’ı okumayı merasime bağlamak isteyen zihniyetin bir garipliği ile karşı karşıyayız.” diyorsun. Bundan sonra Hüseyin ATAY’a havale ediyor, üç satırla hiçbir delilin olmadan 1400 senelik güzel inancı çiğneyerek “bu ayetin abdestle, Kur’an’ı abdestli okumakla hiçbir ilgisi yoktur” demek suretiyle hükme basıyorsun!

 

 

 

            Kur’an’ı ele alabilmek, okuyabilmek için cünüplükten temizlenmeye abdest almaya merasim diye alay ederken, yoksa namaz için cünüplükten temizlenmeye, abdest almaya da mı merasim diyeceksin?

 

            Ta ha suresindesi 14. ayeti hiç görmedin mi? Bu ayette görüleceği gibi Allah; (c.c.) namazı zarf, namazda okunan Kur’an’ı (ki Allah (c.c.) ona zikir diyor, elbette Kur’an zikirdir) Mazruf (zarfın içindeki) olarak bildiriyor ve;

 

 

 

¡  £  Ô¢à¤Ûa ¡&a ì¤Ûb¡2  Ù £ã¡a 7 Ù¤î Ü¤È ã ¤É Ü¤ b Ï  Ù¢£2 0 b ¯ã a ¬ó©£ã¡a

 

6ô¦ì¢x

 

 

 

            “(Ey Musa) Ben (evet) Ben senin Rabb’inim! Pabuçlarını çıkar çünkü sen, kutsal vadide Tuva’dasın.” (20/12)

 

 

 

ó¨yì¢í b à¡Û ¤É¡à n¤ b Ï  Ù¢m¤` n¤ a b ã a ë

 

 

 

            “Ben seni seçtim, vahy olunanı dinle.” (20/13)

 

 

 

¡á¡Ó a ë =ó©ã¤ ¢j¤Çb Ï b ã a ¬ü¡a  é¨Û¡a ¬ü ¢é¨£ÜÛa b ¯ã a ¬ó©ä £ã¡a

 

ô©`¤×¡Æ¡Û  ñì¨Ü £_Ûa

 

 

 

            “Muhakkak ben, ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur, bana kulluk et ve beni zikir için namaz kıl.” (20/14)

 

 

 

            Son ayette görüldüğü gibi, zikir olan Kur’an’ı okumak ve Allah’ı anmak için namaz kılınıyor. Namaz içinse; cünüplükten, abdestsizlikten pak olmak lazımdır. Kur’an’sız namaz olsaydı ona zikir denmez başka bir şey denirdi. Şimdi bunlara MERASİM diye istihza edebilir misiniz?

 

            Sayın Prof.lar şimdi üçünüze ve sizinle aynı görüşte olanlara hitap ediyorum;

 

            “Mutahharun” Allah (c.c.) tarafından temizlenmiş meleklerdir,

 

            Kur’an da Levhi Mahfuzdaki kitaptır, bu Kur’an’la ilgisi yoktur.” diyorsunuz.

 

          

 

            Bu iddianıza hiçbir delil ve kaynak gösteremediğiniz için, bir yanlışı ikinci yanlışla kapatmaya çalışıyorsunuz, ama kapanmadığından bir yanlışı iki yapıyorsunuz. İşte delil olarak gösterdiğiniz abese suresinin 11-16. ayetleri:

 

 

 

7¥ñ `¡×¤Æ m b è £ã¡a ¬5 × :

 

            “Hayır o, (inen Kur’an ayetleri) bir hatırlatmadır.” (80/11)

 

:<¢ê ` × !  õ¬b ( ¤å à Ï :

 

            “Dileyen onu düşünüp öğüt alır” (80/12)

 

 

 

:=§ò ß £` Ø¢ß §Ñ¢z¢" ó©Ï :

 

            “(o) sahifeler içindedir, değerli, şanlı.” (80/13)

 

:=§ñ ` £è À¢ß §ò Çì¢Ï¤` ß :

 

            “Yükseltilmiş ve temiz tutulan” (80/14)

 

:=§ñ ` 1   ô© ¤í b¡2 :

 

            “Taşıyıcıların ellerindedir.” (80/15)

 

:6§ñ 0 ` 2 §âa `¡× :

 

            “Değerli çok iyi” (80/16)

 

 

 

            Haydi gösterin bakalım bu ayetlerin içerisinde melek kelimesi nerede var?

 

            Boş laflarla herkesi aldatacağınızı mı sanıyorsunuz? Meleklerin temiz yaratılmış olmaları başka şey, fakat onlar kirliymiş de Allah (c.c.) tarafından sonradan temizlenmiş iddiaları ayrı şeydir. Bu lafları hiçbir deliliniz olmadan nasıl söyleyebiliyorsunuz? Aslında temizlenme melekler için söz konusu değildir, çünkü onlar nur’dan yaratılmışlardır, nur zaten temizdir. Sonradan başkaları tarafından temizlenme insanlar ve bilhassa inanan müminler içindir. Biliyorsunuz Allah (c.c.) tevbe suresinin 28. ayetinde, kafirlere müşriklere (Allah’a ortak koşanlara) NECES yani pislik derken, müminler inananlar için bakara suresinde;

 

 

 

b ä¡mb í¨a ¤á¢Ø¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¢Ø¤ä¡ß ü좠 0 ¤á¢Øî©Ï b ä¤Ü  ¤0 a ¬b à ×

 

¤á Ûb ß ¤á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë  ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa ¢á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¢Øî©£× R¢í ë

 

6 æì¢à Ü¤È m aì¢ãì¢Ø m

 

 

 

            “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, SİZİ TEMİZLEYEN, size kitap ve hikmeti ve size bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.” (2/151) buyururken; Ali İmran suresinde ise;

 

ü좠 0 ¤á¡èî©Ï  s È 2 ¤!¡a  åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ó Ü Ç ¢é¨£ÜÛa  £å ß ¤  Ô Û

 

¢á¢è¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¡èî©£× R¢í ë ©é¡mb í¨a ¤á¡è¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¡è¡ ¢1¤ã a ¤å¡ß

 

§45 " ó©1 Û ¢3¤j Ó ¤å¡ß aì¢ãb × ¤æ¡a ë 7 ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa

 

§åî©j¢ß

 

            “Andolsun ki Allah müminlere büyük lütufta bulunda: Zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, KENDİLERİNİ TEMİZLEYEN ve kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi.” (3/164) buyurulmaktadır.

 

            Ayetlerde görüldüğü gibi; Allah tarafından sonradan temizlenen melekler değil, Allah’ın lütfuyla Allah’ın resulü Hazreti Muhammed (a.s.) tarafından temizlenen Allah’a ve Resulüne itaat eden müminlerdir. Şirk ve küfür pisliğinden temizlenmiş, NECES=pislik olmaktan kurtulmuş, tevhid nuru ile nurlanmışlardır. İşte ayeti kerime:

 

 

 

> æì¢Ôí©£ ¡£_Ûa ¢á¢ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a ¬©é¡Ü¢ ¢0 ë ¡é¨£ÜÛb¡2 aì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa ë

 

 åí©Æ £Ûa ë 6¤á¢ç¢0ì¢ã ë ¤á¢ç¢`¤u a ¤á¢è Û 6¤á¡è¡£2 0   ¤ä¡Ç ¢õ¬a   袣'Ûa ë

 

;¡áî©z v¤Ûa ¢lb z¤" a  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a ¬b ä¡mb í¨b¡2 aì¢2 £Æ × ë aë¢` 1 ×

 

            “Allah’a ve Resullerine inananlar, Rabb’larının yanında sıddıklar ve şehitlerledir, onların mükafatları ve nurları vardır.” (57/19)

 

            Ayrıca vakıa suresinin 79. ayetinde geçen kitab’ın, elimizde bulunan bildiğimiz, okuduğumuz kitab=Mushaf olmayıp; görmediğimiz, bilmediğimiz, Levhi Mahfuz’ daki kitap=Kur’an olduğunu iddia ediyorsunuz ve bunu söylerken 1400 yıldır, asr-ı saadetten başlamak üzere; bütün sahabeleri ve mezheb imamları ile bu güne kadar; Kur’an Cünüb ele alınmaz, okunmaz, ve abdestsiz de ele alınmaz diyen, binlerce muhakkik alime “ilimde derinleşmemiş sığ görüşlüler” diyerek, onların yanında bir hiç olan ilminiz ve idrakinizle onlara dil uzatıyorsunuz.

 

            Burada mevzu bahis olan ayetlere tekrar bir göz atalım; Levhi Mahfuz’daki kitapdan mı bahsediliyor?  Yoksa elimizdeki Kur’an’ı Kerimden mi? İşte yukarıda geçen ayetlerin kısa ve öz olsun diye parantezsiz metin meallerini yine Ateş’ten alıyorum.

 

 

 

            Vakıa:

 

 

 

:=¥áí©` × ¥æ¨a¤`¢Ô Û ¢é £ã¡a

 

            “O elbette değerli bir Kur’an’dır” (56/77)

 

:=§æì¢ä¤Ø ß §lb n¡× ó©Ï :

 

            “Saklı bir kitaptadır” (56/78)

 

:

 

6 æë¢` £è À¢à¤Ûa ü¡a ¬¢é¢£  à í ü :

 

            “Ki O’na temizlenenlerden başkası dokunmaz” (56/79)

 

 åî©à Ûb ȤÛa ¡£l 0 ¤å¡ß ¥3í©R¤ä m :

 

            “Alemlerin Rabb’inden indirilmiştir.” (56/80)

 

= æì¢ä¡ç¤ ¢ß ¤á¢n¤ã a ¡sí©  z¤Ûa a ƨè¡j Ï a :

 

            “Şimdi siz bu sözümü küçümsüyorsunuz” (56/81)

 

 æì¢2¡£Æ Ø¢m ¤á¢Ø £ã a ¤á¢Ø Ó¤9¡0  æì¢Ü Ȥv m ë :

 

            “Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz.?” (56/82)

 

 

 

            İnsafla bakın: 80. ayette “Alemlerin Rabb’inden indirilmiştir.” 81. ayette, önümüzdeki yanımızdaki kitabı göstererek “Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz (veya) yağla kirletiyorsunuz” 82. ayette de “(Bu indirilen kitaptan yararlanıp manevi rızıklar kazanacağınıza) Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyor-sunuz?” buyurulmaktadır. Şimdi iyi düşünelim Levhi Mahfuz’da olan, görülmeyen, işitilmeyen bir kitaptan rızıklanmak nasıl  mümkün olur ve O nasıl inkar edilir? Ki Allah “Bu sözümü küçümsüyorsunuz” derken; görülen, bilinen bir kitaptan bahsetmektedir. Diğer 77-78. ayetlere gelince “O elbette değerli bir Kur’an’dır.” “Saklı bir kitaptadır” Tabi bütün müminlerin Mushaf’ı muntazam bir kapağın içinde, odanın yüksekçe bir yerinde, çocukların, cünüplerin ve abdestsizlerin eli önünde olmayan, yüksek bir dolap veya kütüphanede saklıdır ve de cünüp ve abdestsiz kimseler O’na el sürmezler. İşte kıyamete kadar sürecek bu uygulama yukarıdaki ayetlerde ve şimdi okuyacağınız ayetlerde bildirilmektedir.

 

            İşte abese suresi:

 

          

 

7¥ñ `¡×¤Æ m b è £ã¡a ¬5 ×

 

 

 

            “Hayır, O bir hatırlatmadır” (80/11) (Doğru, Allah’ı, ölüm ötesini ve gayb alemini hatırlatır.)

 

ê ` × !  õ¬b ( ¤å à Ï

 

 

 

            “Dileyen O’nu düşünüp öğüt alır” (80/12) (Elhamdülillah inananlar öğüt alıyor.)

 

 

 

:=§ò ß £` Ø¢ß §Ñ¢z¢" ó©Ï

 

            “(O) Sahifeler içindedir. Değerli, şanlı.” (80/13) (Kur’an kabı içinde sahifeler halinde

 

:=§ñ ` £è À¢ß §ò Çì¢Ï¤` ß :

 

            “Yükseltilen ve temiz tutulan” (80/14) (temiz kaplı ciltlerde ve yüksek raflar veya kütüphanelerin üst raflarındadır.)

 

:=§ñ ` 1   ô© ¤í b¡2 :

 

            “Taşıyıcıların ellerindedir.” (80/15)

 

:6§ñ 0 ` 2 §âa `¡× :

 

 

 

            “Değerli, çok iyi” (80/16) (O’nu ancak cünüplükten ve abdestsizlikten temizlenenler taşır.)

 

 

 

            Bu ayetleri gördükten sonra, şimdi tekrar soruyorum: inmemiş görmediğimiz, duymadığımız, okumadığımız kitap, bize neyi hatırlatır? Ve biz O’ndan nasıl öğüt alırız? Yoksa sizler Levhi Mahfuz’a çıkıp orda mı okuyorsunuz? Hangi fikirle bunları iddia ediyorsunuz? Yazıklar olsun!

 

            Halbuki, bu ayetlerde Allah (c.c.) önce de arz ettiğim gibi; mü’minlerin uygulamakta olduğu durumu dile getiriyor. Bir durum değerlendirmesi olarak, inananların bu uygulamalarını, tesbit ve tasvib ediyor.

 

            Vakıa suresinin ayetlerine tekrar dönelim.

 

            :=¥áí©` × ¥æ¨a¤`¢Ô Û ¢é £ã¡a

 

            “O elbette değerli bir Kur’an’dır” (Amenna ve saddakna inandık ve tasdik ettik)  (56/77)

 

 

 

:=§æì¢ä¤Ø ß §lb n¡× ó©Ï :

 

            “Saklı bir kitaptadır” (Evlerimizin en mutena itinalı yerinde, kapak üstü koruyucular içinde, muhafazalı kitap halindedir.) (56/78)

 

:

 

6 æë¢` £è À¢à¤Ûa ü¡a ¬¢é¢£  à í ü :

 

            “O’na temizlenenlerden başkası dokunmaz” (Elbette Cünüb ve abdestsiz olanlar katiyen dokunmaz.) (56/79)

 

 åî©à Ûb ȤÛa ¡£l 0 ¤å¡ß ¥3í©R¤ä m :

 

            “Alemlerin Rabb’inden indirilmiştir.” (Amenna, indirilmiş ve elimizdedir.) (56/80)

 

= æì¢ä¡ç¤ ¢ß ¤á¢n¤ã a ¡sí©  z¤Ûa a ƨè¡j Ï a :

 

            “Şimdi siz bu sözümü küçümsüyorsunuz” (Haşa bu hitab Kur’an’ı işittikleri halde inanmayan, kabul etmeyen, “bu şair sözüdür” diyen kafirleredir.) (56/81)

 

 

 

            Diğer bir ayette:

 

 

 

æì¢Ä¡Ïb z Û ¢é Û b £ã¡a ë  `¤×¡£ÆÛa b ä¤Û £R ã ¢å¤z ã b £ã¡a

 

 

 

            “O zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz ve O’nun kuruyucusu da elbette biziz.” (15/9) buyrulmakla;  okumakta olduğumuz Kur’an’ın manen de muhafaza altında olduğu, Allah’ın korumasıyla ta kıyamete kadar da; zayi ve tahrif edilemeyeceği bildirilmektedir. Dokunulması yasak olan Kur’an, Cebrail (a.s.) tarafından Peygamberimiz Efendimizin kalbine vahyolunan, indirilen ve Peygamberimiz Efendimiz’in vahiy katiplerine yazdırdığı, bir çok sahabe-i kiramın ezberlediği, önce sahifelerde saklı olup sonra Hazreti Osman (r.a.) tarafından kitap haline getirilip çoğaltılan, bütün sahabelerin üzerinde ittifak ettiği Kur’an’dır.

 

 

 

            Diğer kaynaklara gelelim:

 

            Kaynak-1:

 

            Zaman zaman sizin de başvurup kaynak olarak aldığınız asrımızın büyük müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinden aynı ayetlerin meallerini ve tefsirini aynen alıyorum.

 

          

 

            Vakıa suresi:

 

          

 

 

 

:=¥áí©` × ¥æ¨a¤`¢Ô Û ¢é £ã¡a

 

            “Ki hakikaten O, bir Kur’an’ı Kerimdir.”(56/77)

 

:=§æì¢ä¤Ø ß §lb n¡× ó©Ï :

 

            “Öyle bir kitap ki mahfuz tutulur.” (56/78)

 

:

 

6 æë¢` £è À¢à¤Ûa ü¡a ¬¢é¢£  à í ü :

 

            “Ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez” (56/79)

 

 åî©à Ûb ȤÛa ¡£l 0 ¤å¡ß ¥3í©R¤ä m :

 

            “Rabbül Alemin’den indirilmedir” (56/80)

 

= æì¢ä¡ç¤ ¢ß ¤á¢n¤ã a ¡sí©  z¤Ûa a ƨè¡j Ï a :

 

            “Şimdi bu kelama siz yağ mı süreceksiniz?” (56/81)

 

 æì¢2¡£Æ Ø¢m ¤á¢Ø £ã a ¤á¢Ø Ó¤9¡0  æì¢Ü Ȥv m ë :

 

            “Ve rızkınızı tekzibiniz mi kılacaksınız?” (56/82)

 

 

 

            KERİM=Yani çok faydalı, feyizli, çünkü maaş ve meade mütellik bir çok mühim ilimlerin esaslarını muhtevidir. Diğer bir mana ile: Gayet güzel, hoş, terkim ve ihtirama layık. Diğer bir mana ile de: Allah Teala indinde mükerrem, MEKNUN BİR KİTAPDA MEKNUN= Saklı, yani temiz tutulmak, kirletilmemek, zayi’ edilmemek için saklanır. Mahfazalar içinde mahfuz tutulur, Mushaflar öyle mahfuz tutulmalıdır. Öyle ki: Mutahhar (Temizlenmiş) olanlardan başkası O’na el süremez bu nefiy, nehiy manasınadır. Yani taharetsiz, kirli eller  O’na dokunmasın, ancak maddi ve manevi pislikten: hubsü hadesden taharetle temizlenmiş imanlı, abdestli kimseler temas etsin. Bu aye sebebiyledir ki; fıkıhta Cünüb iken Kur’an okunamayacağı ve abdesti olmyanın Mushafa meshedemeyeceği (el süremeyeceği) beyan olunmuştur. Çünkü, Rabbül Alemin tarafından indirilmiş bir Tenzildir O. Şimdi siz bu kelama mı yağ süreceksiniz hürmetsizlik edip inkar veya taharetsizlikle onu kirletmeye mi kalkışacaksınız? Ve rızkınızı sırf tekzib etmenizden ibaret mi kılacaksınız? Yani O kitaptan nasibinizi Onu tekzib etmek, bu suretle o nimete karşı nankörlük eylemekten ibaret mi yapacaksınız? Çünkü, ondan istifade edecek yerde ona hürmetsizlik etmek, onu kirletmeye çalışmak ondan alıncak nasibi küfr-ü inkardan ibaret kılmaktır. (Elmalılı C:7 S.4721-4724)

 

 

 

            Burada görüldüğü gibi cünüb iken ele alınması, okunması ve abdestsiz ele alınması yasak olan kitap Levhi Mahfuz’da olan değil elimizdeki Kur’an’ı Kerim’dir. Ve ayetteki Dühün kelimesi yağ anlamına geldiği ve kirletme ile de yakından ilgili olduğundan Elmalılı alimane ve hakimane olarak ‘Kur’an’ı yağlayarak pis ellerinizle kirletmek mi istiyorsunuz? Manasını vermiştir, gayet yerindedir.

 

 

 

            Kaynak-2:

 

            TEFSİRİ HULÂSATUL BEYAN:

 

          

 

            “Resulullah üzerine nazil olan şey, Hakk’la batıl beynini tefrik eder Kur’an’dır, ahkamı ile amel edenlere dünya ve ahirette menfaati büyük olduğu cihetle, Kerimdir. Çünkü; Kur’an’a iktida edenleri dünyevi ve uhrevi menfaatlerine irşad eder, Kur’an ind-i İlahi’de mahfuz ve şeytanın ahzinden masumdur. Binaenaleyh; kıyamete kadar ahkamı tegayyürden ve elfazı tebeddülden mahfuzdur, Kur’an’a dokunmaz, ancak hadesden ve necasetten tahir (temizlenmiş) olanlar dokunur. Zira Kur’an: Alemlerin Rabbi olan Vacib’ül Vücud tarafından nazil  olmuş bir kitap olduğundan Ona yapışacak kimse abdestli necasetten temiz ve tahir olmalı ki kitabın kudsiyetine riayet etmiş olsun.” (C:14 Sh. 5746-5747)

 

 

 

            Görüldüğü gibi, burada da mevzuu bahis olan Kur’an; Levhi Mahfuzdaki değil, elimizdeki Kur’an olduğu belirtiliyor, Ona ancak, hadesten, necasetten temizlenmiş abdestli kimselerin dokunabileceği hükme bağlanıyor.

 

 

 

            Kaynak-3:

 

            EL HİDAYE TERCÜMESİ:

 

          

 

            “(Ay başı halinde olan kadın, cami ve mescitlere de giremez.) Cünüp olan kimse de öyledir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Ben mescidi, ne ay başı halindeki kadına ve ne de cünüp olan kimseye caiz kılmam.” (Ebu Davud) buyurmuştur. Görüldüğü gibi Hadiste herhangi bir kayıt veya istisna bulunmadığı için, “Cünüb olan kimse camide duramaz. Fakat içinden geçebilir” diyen İmam-ı Şafi’i’nin görüşüne karşıdır.

 

            “Aybaşı halinde olan kadın, Kâbe’yi de tavaf edemez ve kocası onunla cinsel ilişkide de bulunamaz.” Zira Cenab-ı Hak (c.c.): “Kadınlara, temizlenip yıkanmadıkça yaklaşmayınız.” (Bakara suresi ayet: 222) buyurmuştur.

 

            “Aybaşı halinde veya loğusa olan kadın ile, cünüp olan kimse, Kur’an’dan da hiçbir şey okuyamazlar.” Zira Peygamber Efendimiz (a.s.) “Ne aybaşı halinde olan kadın ve nede cünüp olan kimse, KUR’AN’DAN hiçbir şey okuyamazlar.” buyurmuştur. (Tirmizi, İbn-i Mace)”

 

 

 

            Bu hadis de, aybaşı halindeki kadına, camiye girmeyi caiz gören İmam Malik’in görüşüne karşıdır. Hadisdeki “Hiçbir şey” deyimi mutlak olduğu için, bir ayetten az olan mikdara da şamildir ve bu itibarla hadis “Aybaşı halindeki katın ile cünüp olan kimsenin, Kur’an’dan okumak istedikleri mikdar bir ayetten az olduğu zaman, caizdir” diyen Tahavi’nin de görüşüne karşıdır. “Aybaşı halinde ki kadın, loğusa ve cünüp olan kimse, ne Kur’an’ı Kerime ve nede üzerinde Kur’an’ın herhangi bir suresi yazılı bulunan paraya çıplak olarak el değdiremezler. Abdestsiz olan kimse de çıplak olarak Kur’an’a el değdiremez. Bunlar Kur’an’a ancak, kılıfı ve paraya da kesesi içinde el değdirebilirler.” Zira Peygamber Efendimiz (a.s.) “Kur’an’a ancak temiz olan kimse el değdirebilir.” (Nesai) buyurmuştur.

 

            Sonra hem abdestsizlik hem cünüplük ele girdiği için abdestsiz olan kimse ile cünüp olan kimse, Kur’an’a el değdirmede aynı hükme tabidirler. Fakat abdestsiz olan kimsenin ağzı abdestsiz olmadığı, cünüp olan kimsenin ise, ağzı da cünüp olduğu için, abdestsiz olan kimse Kur’an okuyabilir, cünüp olan kimse ise, okuyamaz. Kur’an’ın kılıfı dediğimiz şey de; sahih olan görüşe göre, gövdeden soyulmuş deri gibi  Kur’an’a yapışık olmayan kabı demektir.  Sahih olan görüşe göre, cünüp ve abdestsiz olan kimsenin, elbisesinin kolu elbise sahibine tabi olan bir şeydir. Fakat hadis ve fıkıh kitapları Kur’an gibi olmayıp sahipleri elbiselerinin kolları ile zaruretten dolayı onları tutabilirler. Abdestsiz olan çocuklara, çıplak olarak Kur’an’ı vermekte ‘Sahih olan kavle göre’ sakınca yoktur. Çünkü çocukları abdestsiz olarak Kur’an’ı tutmaktan menetmekte Kur’an’ın zayi olma tehlikesi, onları abdest almaya zorlamada da güçlük vardır.” (El Hidaye Tercümesi Cilt 1 Sayfa 67-68)

 

 

 

            Yukarıda da görüldüğü gibi cünüp ve abdestsiz dokunulması haram olan Kur’an elimizdeki Mushaf-ı Şerftir. Zira ayeti teyid eden hadisler de burada zikredilmiştir.

 

 

 

            Kaynak-4:

 

            MÜLTEKA-EL EBHUR TERCÜMESİ:

 

            “Abdestsiz veya cünüp olan (kimse) için mushafa meshetmesi (elini dokundurması veya eline alması) caiz değildir. Ancak sahih olan kavilde (mushaf-a) bitişik değil ayrı kılıf (torbası, çantası ve kabı) ile ele almak caizdir. (üzerindeki giyili) elbisenin yeni ile (abdestsiz ve cünüb kimsenin Kur’an’ı Kerim’e meshetmesi, dokunması) mekruh sayıldı. Dirhem üzeride (levha, para ve benzerleri üzerinde) sure (ayet) olursa, meshetmek (ele almak ve yapışmak) caiz değildir ancak kesesi (kılıfı) ile yapışmak caizdir.

 

            Zaruri haller müstesna, cünüb (kimse) nin mescide girmesi caiz değildir. Cünüb (kimse) nin Kur’an’ı okuması da velev ki bir ayet olsun caiz değildir. Ancak dua ve sena niyetiyle okumak caizdir. Cünüb (kimse) nin zikri ilahi, tesbih ve dua etmesi caiz olur. Hayız ve nifaslı (kadınlar) cünüb gibidir.” Yani, hayız ve nifaslı (kadınlar) cünüb olan kimseler gibi Kur’an’ı Kerimi okuyamaz, cami ve mescitlere giremez, Kur’an’ı Kerimi ve ayet bulunan levhaları kılıfsız ve kabsız alamaz. fakat zikri ilahi, tesbih, tehlil ve arzu ettiği duaları yapabilir.

 

            İmam Kerhi’ye göre; hayızlı bir kadın Kur’an’ı Kerim’i talim etmek (öğrenip ve öğretmek) için kelime kelime okur ve iki kelime arasını keserek okur.

 

            İmam-ı Tahavi ise, hayızlı ve nifaslı kadın ayetin yarısını okur, öğrenir veya öğretir. Kestikten ve yukarıyı öğrendikten sonra ayetin diğer yarısını okur, demektir. Mesela: Fatiha-i Şerife’nin birinci ayeti olan (El hamdulillahi) söyler, nefes aldıktan sonra ( Rabbil alemin) cümlesini bitirir.”

 

          

 

            Yine burada da cünüp ve abdestsizin Kur’an’a el süremeyeceği hükmü açıkça bildirilmektedir.

 

 

 

            Kaynak-5:

 

            BÜYÜK İSLÂM İLMİHALİ:

 

 

 

            Asrımızın en itimatlı ilim adamı; İstilahat-ı Fıkhiye Kamusu, Kur’an’ı Kerim meali, Kur’an’ı Kerim tefsiri gibi birçok eserlerin sahibi olan, eski Diyanet İşleri Başkanımız rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen hocamızın Büyük İslâm İlmihali kitabından aynı mevzuyu okuyalım:

 

          

 

            “Gusül Etmesi Farz olanlara Haram veya Mekruh Olan Şeyler:

 

 

 

            Üzerlerinde gusül farz olanlara, gusletmeden önce haram olan şeyler şunlardır:

 

 

 

            1) Namaz kılmak. Bir ayet olsa bile Kur’an niyeti ile Kur’an okumak. Hamd ve dua ile ilgili ayetleri dua ve zikir niyetiyle okumak caizdir. Cünüp veya adet halinde olan bir kadının dua niyetiyle Fatiha Suresini okuması caizdir.

 

            Yine bu durumda olan kimsenin çocuklara Kur’an ayetlerini kelime kelime öğretmesi de caizdir. Şehadet kelimsini söylemek, tesbih ve tekbir getirmek yine caizdir.

 

            2) Kur’an’ı Kerime, bir veya yarım ayet olsa bile, el sürmek ve mushaf-ı şerifi tutmak haramdır. Ancak Kur’an’a yapıştırılmamış olan bir kılıf, bir mahfaza, bir sandık içinde onu taşımak ve onu dış tarafından tutmak caizdir.

 

            3) Kâbe’yi tavaf etmek ve bir zorunluluk olmadığı halde bir mescide girmek veya içinden geçmek. Fakat zaruret hali olursa geçilebilir. Bir kimsenin evinin kapısı mescidin içine doğru açılsa ve evine girip yıkanmak için mescit içinden geçmek zorunda kalsa, o kimse mescit içinden geçerek evine girer ve yıkanır. Bu bir mecburiyet halidir. Mescit içinde uyurken ihtilam olan kimse, dışarıya çıkmak için teyemmüm eder; fakat bu teyemmüm ile Kur’an okuyamaz, namaz da kılamaz.

 

            4) Üzerinde ayeti kerime yazılı bulunan bir levhayı veya bir parayı el ile tutmak. (bunların hepsi haramdır.) (B.İslam İlmihali Sayfa 98-99)

 

            Bu mevzu da umarım anlaşılır bir şekilde açıklanmış oldu. Selâm ve kurtuluş, İslâmı doğru anlayan ve öylece amel eden kişilerin üzerine olsun. Rabbim cümlemize en güzel anlayışlar ihsan etsin.

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

İKİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLÂM Sayfa: 427-430

 

          

 

            Bakara suresi ayet: 222

 

 

 

            S. Hayız halindeki kadına yasak olduğu söylenen davranışların kaynağı nedir?

 

 

 

            C.“Fıkıh kitaplarında hayız halindeki kadına:

 

            1. Namaz kılmanın,

 

            2. Oruç tutmanın,

 

            3. Kur’an okumanın,

 

            4. Camiye girmenin,

 

            5. Tavaf etmenin yasak olduğunu bazı rivayetlere dayanarak yazarlar.

 

 

 

            Ancak bunlar Kur’an’da yer almamaktadır. Bu demektir ki, bunlar, kadına o rahatsızlık halinde bir kolaylık getirmek içindir. Ancak bunların dinsel bir bağlayıcılığı yoktur. Dileyen ibadetlerini yapabilir. Yani burada bir yasak değil, kadın için bir ruhsat söz konusudur.

 

            Atay konuyu şöyle ifadeye koyuyor:

 

            “Kur’an’da, ‘hasta olanınız, tutmadığı günler sayısınca orucunu başka günlerde tutar’ (Bakara, 185) demektedir. Adet gören kadın oruç tutamayacak kadar rahatsız oluyorsa tutmaz. O günlerde kılamadığı namazlarını başka gün kılmaz. Çünkü namazın kazası olmaz…”

 

            “Hayızlı kadınlara ait fıkıh hükümlerini gözden geçirip Kur’an’a göre düzenlemelidir. Kadın hayızlı halde iken abdest alır ve namazlarını kılabilir. Hayızlı kadına namaz kılmamasının söylenmesi, ona kolaylık sağlamak içindir. Bu onun dininde bir eksiklik ve ibadetlerinde bir noksanlık ifade etmez.” (Atay; Rapor 13-16)

 

          

 

            Sayın Öztürk, yakırdaki  satırlarda görüldüğü gibi; (5 maddede sayılanların) “yasak olduğunu, bazı rivayetlere dayanarak yazarlar; ancak bunlar Kur’an’da yer almamaktadır” derken, Hadisleri dışlayarak; Peygambersiz bir din imiş gibi; neredeyse kendinizi Peygamber yerine korcasına; Kur’an’ı yönlendirmeye çalışıyor: “Bu demektir ki, bunlar kadına o rahatsızlık halinde bir kolaylık getirmek içindir. Ancak bunların dinsel bir bağlayıcılığı yoktur. Dileyen ibadetlerini yapabilir, yani burada bir yasak değil kadın için bir ruhsat söz konusudur” diyorsun. İyi de, Kur’an’da olmadığını söylediğin bu olayı, Peygamberimiz efendimiz, kendi hanımlarına, kızlarına ve inanan kadın ve kızlara, nasıl uygulattı? Onlar bu durumu yaşamadılar, adet görmediler, hayızlı olamadılar mı? Yoksa Peygamberimiz (a.s.) en azından evinde beraber yaşadığı hanımları ve kızlarının bu durumda nasıl davranacaklarını, namaz kılıp kılamayacaklarını, oruç tutup tutamayacaklarını onlara ve diğer inanan kadınlara hiç bahsetmedi mi?; onlara öğretmedi, herkesi kendi halinde anlayışına mı bıraktı? Yoksa: bin dörtyüz sene sonra hadisleri ağzına almamak istercesine: “Bazı rivayetlere dayanmaktadır.” diyecek  kadar hadisi şerifleri hiçe sayan size veya : “Hayızlı kadınlara ait fıkıh hükümlerini, gözden geçirip, Kur’an’a göre düzenlemelidir. Kadın hayızlı halde iken abdest alır namazlarını kılabilir.” diyen; televizyonda hocam diye takdim ettiğiniz Sayın Hüseyin Atay’a mı bıraktı?  O Hüseyin Atay ki: Sizin yönettiğiniz bir televizyon programında yanınızda oturuyordu; konuşma sırası kendine geldiğinde “Akıl Kur’an’dan üstündür” diyerek, bu fikri savunuyordu da hepiniz susarak tasvip ediyordunuz! Sayın Öztürk, sayın Atay akıl üstün derken! Sizlerin akıllarınız mı Kur’an’dan daha üstün, yoksa Allah’a küfreden, ateistlerin, koministlerin, ateş’e, öküz’e, put’a, şeytan’a tapanların, ben Allah’ım diyen Firavunların, Allah’a ortak koşan kafir, müşriklerin akılları da mı Kur’an’dan üstün? Ki Allah Tevbe suresinin 28. ayetinde “Ey iman edenler! Müşrikler necistirler (pistirler). Bu yüzden artık bu yıllarından sonra Mescid’i Haram’a yaklaşmasınlar…” buyurmaktadır. Necis olan bu pislikler de mi haşa Kur’an’dan daha üstün? O konuşurken hikmet buyuruyormuş gibi itiraz etmeden dinliyorsunuz. Bu düşüncelerle Allah’ın huzuruna nasıl varacaksınız?

 

            Ayrıca her şeyi Kur’an’a göre nasıl düzenleyeceksiniz? Ki bu görevi Cenab-ı Allah, Resulüllah’a vermiş; bizi de şu ayetlerle ayarmış, ikaz etmiştir.

 

            İşte Ayeti Kerimeler:

 

            Ayet-1

 

 

 

ü좠 0 ¤á¡èî©Ï  s È 2 ¤!¡a  åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ó Ü Ç ¢é¨£ÜÛa  £å ß ¤  Ô Û

 

¢á¢è¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¡èî©£× R¢í ë ©é¡mb í¨a ¤á¡è¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¡è¡ ¢1¤ã a ¤å¡ß

 

§45 " ó©1 Û ¢3¤j Ó ¤å¡ß aì¢ãb × ¤æ¡a ë 7 ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa

 

§åî©j¢ß

 

 

 

                        “Andolsun ki, Allah, müminlere büyük lütufta bulundu: Zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi.” (Ali İmran: 164)

 

 

 

            Ayet-2

 

 

 

b ä¡mb í¨a ¤á¢Ø¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¢Ø¤ä¡ß ü좠 0 ¤á¢Øî©Ï b ä¤Ü  ¤0 a ¬b à ×

 

¤á Ûb ß ¤á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë  ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa ¢á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¢Øî©£× R¢í ë

 

6 æì¢à Ü¤È m aì¢ãì¢Ø m

 

            “Nitekim, kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitap ve hikmeti ve size bilmediklerinizi öğreten resul gönderdik.” (Bakara: 151)

 

 

 

          

 

 

 

 

 

 

 

            Ayet-3

 

 

 

¢é ãë¢ ¡v í ô©Æ £Ûa  £ó¡£ß¢üa  £ó¡j £äÛa  4좠 £`Ûa  æì¢È¡j £n í  åí©Æ £Û a

 

¤á¢ç¢`¢ß¤b í 9¡3î©v¤ã¡üa ë ¡òí¨0¤ì £nÛa ó¡Ï ¤á¢ç  ¤ä¡Ç b¦2ì¢n¤Ø ß

 

¡pb j¡£î £ÀÛa ¢á¢è Û ¢£3¡z¢í ë ¡` ؤä¢à¤Ûa ¡å Ç ¤á¢èî¨è¤ä í ë ¡Òë¢`¤È à¤Ûb¡2

 

 45¤Ë üa ë ¤á¢ç `¤"¡a ¤á¢è¤ä Ç ¢É a í ë  s¡ö¬b j _¤Ûa ¢á¡è¤î Ü Ç ¢â¡£` z¢í ë

 

¢êë¢` _ ã ë ¢êë¢0 £R Ç ë ©é¡2 aì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûb Ï 6¤á¡è¤î Ü Ç ¤o ãb × ó©n £Ûa

 

; æì¢z¡Ü¤1¢à¤Ûa ¢á¢ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a =¬¢é È ß  4¡R¤ã¢a ¬ô©Æ £Ûa  0좣äÛa aì¢È j £ma ë

 

 

 

            “Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları O elçi’ye, O ümmi Peygambere uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder,  ONLARA GÜZEL ŞEYLERİ HELÂL, ÇİRKİN ŞEYLERİ HARAM KILAR, ÜZERLERİNDEKİ AĞIRLIKLARI, SIRTLARINDAKİ ZİNCİRLERİ KALDIRIP ATAR. O’na inanan, destekleyerek O’na saygı gösteren, O’na yardım eden ve O’nunla beraber indirilen nura tabi olanlar, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’raf: 157)

 

 

 

            Ayet-4

 

       

 

¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø¤j¡j¤z¢í ó©ãì¢È¡j £mb Ï  騣ÜÛa  æ좣j¡z¢m ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a ¤3¢Ó

 

¥áî©y 0 ¥0ì¢1 Ë ¢é¨£ÜÛa ë 6¤á¢Ø 2ì¢ã¢! ¤á¢Ø Û ¤`¡1¤Ì í ë

 

 

 

            “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan, esirgeyendir.’” (Ali İmran: 31)

 

 

 

            Ayet-5

 

 

 

¬¢é¢Û좠 0 ë ¢é¨£ÜÛa ó a Ó a !¡a §ò ä¡ß¤ªì¢ß ü ë §å¡ß¤ªì¢à¡Û  æb × b ß ë

 

¡_¤È í ¤å ß ë 6¤á¡ç¡`¤ß a ¤å¡ß ¢ñ ` î¡_¤Ûa ¢á¢è Û  æì¢Ø í ¤æ a a¦`¤ß a

 

b¦äî©j¢ß ü5 "  £3 " ¤  Ô Ï ¢é Û좠 0 ë  é¨£ÜÛa

 

 

 

            “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdikleri zaman, mümin erkeklerle mümin kadın için, kendi işlerinden dolayı: Allah’ın ve Peygamber’in hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur…” (Ahzab: 36)

 

 

 

            Şimdi soruyoruz:

 

            Resulullah olmasaydı: İnananları, manevi kirlerden kim temizleyecek; güzel şeyleri inananlara kim helâl, çirkin şeyleri kim haram edecekti? İnananların üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kim kaldırıp atacak, Kitap ve Hikmet’le beraber (Bakara suresinin 151.ayetinde bildirildiği gibi) daha bilmediklerimizi inananlara kim öğretecekti”? Yalnız Kur’an kafi olsaydı; bu ayetlerde Rabb’imiz bizleri ikaz eder, uyarır mıydı? Namazın, kaç rekat olduğu, kaç secde, kaç rüku ile nasıl kılınacağı; zekatın tafsilatları ve bunlar gibi, İslam fıkhında, hukukunda bulunan binlerce mesele Kur’an’ı Kerim’de var mıdır? Bundan dolayı, bindörtyüz küsür sene evvel “Bize yalnız bu Kur’an yeter” diyecekleri Rabb’imiz, Resulullah efendimize bildirdiği için, O da bu gelen hadisi şerifle bizlere haber vermiş ve bizleri uyarmıştır.

 

            İşte hadis-i şerif:

 

 

 

            “Haberiniz olsun: Bana Kitap (Kur’an), bir de onunla beraber, O’nun kadarı verildi. Uyanık olun çok sürmez, tok mağrurun biri tahtına kurularak der ki: ‘size lazım olan yalnız bu Kur’an’dır. O’nda helâlden neyi buldunuzsa onu helâl bilin; Haramdan neyi görürseniz onu da haram olarak tanıyın..! (hayır) Şüphesiz ki, Resulullah’ın haram kıldığı şeyler (hükümde) Allah’ın haram kıldığı şeyler gibidir. Haberiniz olsun ehli eşek (eti) ...size helâl değildir.” (Ebu Davud, Tirmizi)

 

 

 

            Tekrar başa dönelim: Yeni doğan bebeğin kulağına, okunan Ezan, Kamet ve verilen isimlerin mahiyetiyle başlayan; ölünce cenaze namazı ve definle son bulan; müminlerin, inananların A’dan,  Z’ye kadar; nasıl yaşayacağını, nasıl yatıp, nasıl kalkacağını, nasıl yiyip, nasıl içeceğini hatta tırnağını nasıl keseceğini; yirmiüç senelik mübarek nübüvvet hayatıyla insanlara öğreten Allah’ın Resulü Peygamberimiz Efendimiz: Kıyamete kadar gelecek olan inanmış kadınların her ay başlarına gelecek olan Hayız halinde, ne yapacaklarını, bu haldeyken namazlarını kılıp kılamayacaklarını, kaza edip edemeyeceklerini, nasıl öğretmemiş, hükme bağlamamış bulunmaktadır. Yukarıda cünüp ve hayızlı olanların Kur’an’a el süremeyecekleri, okuyamayacakları hükümlerini bildiren kaynaklara ilaveten aynı mevzu olan; hayız ve aybaşı halindeki kadının neler yapıp, neler yapamayacağına dair kaynakları da aşağıya alıyorum.

 

 

 

            İŞTE KAYNAKLAR:

 

 

 

            Kaynak-1

 

            HAYIZ VE NİFAS HALİNDE HARAM OLAN ŞEYLER:

 

            Hayız ve nifastan dolayı sekiz şey haram olur. Bunlar:

 

1-     Namaz Kılmaz,

 

2-     Oruç Tutmak,

 

3-     Kur’an’ı Kerim Okumak,

 

4-     Kur’an’ı Kerime el sürmek,

 

5-     Kocası İle Cinsel İlişkide Bulunmak,

 

6-     Yasak yerlerine (göbek diz kapak arasına) kocasının çıplak dokunması,

 

7-     Mescide girmek,

 

8-     Kabe’yi tavaf etmek.

 

            Namaz ister farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile, ister şükür secdesi olsun hiçbirini yapamaz. Bu durumda haramdır. (El-İhtiyar: 27)

 

 

 

            Kaynak-2

 

 

 

            Ashabı kiramdan Muaze adında bir kadın Hz. Aişe’ye sormuş: “Hayızlı’nın durumu ne ki orucunu kaza ediyor da namazını kaza etmiyor?” Hz. Aişe:

 

            “Sen Haruriyye (Harici) misin?” dedi. Hz. Muaze:

 

            “Haruriyye (Harici) değilim, öğrenmek için soruyorum.” Hz. Aişe:

 

            “Hayız hali bize geldiği zaman orucu kaza etmekle emrolunduk, fakat namazı kaza etmekle emrolunmadık.” dedi.

 

 

 

            AÇIKLAMA:

 

            Haruri (müennesi Haruriyye) Kufe’ye iki mil mesafedeki Harura köyüne mensup demektir. Burası harici’lerden bir fırkanın Hz. Ali’ye karşı, ilk defa bir araya gelip, teşkilatlandıkları yer olduğu için, Harici manasında Haruri denmiştir.

 

            Hz. Aişe’nin, kendisine soru soran kadına: “Sen Haruriye misin?” demekle, “sen sünneti terk mi ediyorsun, herkesin müşterek tatbikatından ayrı mı kalmak istiyorsun?

 

            Sünnete göre, hayız halinde kılınmayan namazların kazası yoktur!” demek istemiştir. Harici fırkaların hepsinde müşterek olan bir umde (prensip) Kur’an’da geleni esas alıp, sünnetin ilave ettiklerini reddetmektir. (Buh.Müs.Ebu Davud, Tirmizi, Nesai.)

 

            Hz. Aişe (r.a.), kendisine soru tevcih eden kadına ki; bazı rivayetlerde isminin Mua’ze olduğu bildirilir, istifham-ı inkarı tevcih etmiş, sorusunun yetersiz olduğunu belirtmiştir. (Küt.Sitte. C.11 S.58-59)

 

 

 

            Kaynak-3

 

 

 

            “İsmi Müsetü’l- Ezdiyye olan Ümmü Büsse anlatıyor’ Hacc yapmıştım. Hacc sırasında Ümmü Seleme (r.a.)’ye uğradım. Kendisini “Ey mü’minlerin annesi, Semüre İbn-i Cündüb (r.a.) kadınlara, hayız sırasında kılınmayan namazların kazasını emrediyor (ne dersiniz?)” diye sordum, şu cevabı verdi: “hayır, kaza etmezler. Resulüllah (a.s.)’ın kadınlardan biri, nifas sebebiyle kırk gece (namaz kılmadan) dururdu da, Resulullah (a.s.) nifas namazını kaza etmesini emretmezdi” (Ebu Davud-Taharet 121-Küt.Sitte.C.11 Sh.59)

 

 

 

            Kaynak-4

 

 

 

            “Hz. Aişe (r.a), Kanama gören hamile kadın hakkında şunu söylemiştir: ‘Böyle bir kadın namazı bırakır.’” (Muvatta, Taharet 100. Küt.Sitte C.11 Sh.60)

 

           

 

            Kaynak-5

 

            “İbn’i Ömer (r.a.): ‘Ne hayızlı kadın ne de cünüp kimse Kur’an’dan hiçbir şey okuyamaz’ buyurdu.” (Tirmizi, Taharet 98, Küt. Sitte sh.61)

 

 

 

            Kaynak-6

 

 

 

            “Kadın, Hayız ve nifasın devam ettiği günlerin namazlarını sonradan kaza etmez. Bu ona farz değildir.” (Düreru’l-Hükkam: 1/42)

 

 

 

            Kaynak-7

 

 

 

            “Namazda hayız gören kadın ne yapar? Kadın, ister ilk adet gören, ister düzgün adetli olsun, kanın ilk görüldüğü andan itibaren namazı terk eder, çünkü namaz kendiliğinden bozulur. Eğer bu namaz farz ise, onu sonra kaza etmek gerekmez. Şayet nafile ise sonradan kaza etmek vacib olur. Zira farz olan namaz zaten vaciptir, başlamakla vacip olmaz. Fakat nafile bir namaza başlamakla o namaz, kılana vacip olur.” (İbn-i ağabeydin 1/268)                                                      

 

 

 

            Kaynak-8

 

 

 

            “Nafile namaz veya oruca niyet ettikten sonra adet olan kadının durumu: Kadın nafile namaza veya nafile oruca niyet ettikten sonra adet görürse, hem namazı hem de orucu kaza etmesi gerekir. Çünkü bu “ibadetlere başlamakla bunları kendisine vacip kılmıştır. Farz namaza veya farz oruca niyet ettikten sonra adet görürse, onu kaza eder, namazı kaza etmez.” (İbn-i Abidin: 1/168)

 

 

 

            Kaynak-9

 

          

 

            “Adet olan kadın namaz vaktinde ne yapar?

 

            Adet olan kadın namaz vakitlerinde, abdest alıp evinin namaza ayırdığı köşesinde, namaz kılacak kadar bir müddet oturup tesbih, tehlil ve kelime-i tevhid ile meşgul olması müstehaptır. Böylece uzun zaman ayrı kalacağı namaza usanç duymamış olur. Başka bir rivayete göre o kadına hayatında en güzel bir şekilde kıldığı namazın sevabı verilir.” (İbn-i Abidin: 1/168-Fetava-i Hindiye: 1/33)

 

 

 

Kaynak-10

 

 

 

“Kadın adet ve loğusalığında kılmadığı namazlarını kaza etse ne olur?

 

Bir kadın adet ve loğusa durumunda kılmadığı namazları, sonradan kaza etmesi mekruhtur. Nitekim abdest alan bir kimse başını meshedeceği yerde, bütün başını yıkaması mekruh olur.

 

Oruç, hayız ve nifaslı kadına haramdır:

 

Hayız ve nifas halinde olan kadın, farz, vacip ve nafile oruç tutamaz. Ancak tutamadığı oruçları temizendikten sonra kaza eder. Şayet oruç farz ise, hayızla geçen farz oruçların kaza edilmeleri gerekli oluğu için, nafile ise nafileye başlamak onu bitirmeyi icab ettiği için kaza edilir.

 

Orucun kazası, aybaşı olandan da loğusa kadından da düşmez. Her ikisi de namazı değil, ama orucu kaza ederler” (Menhelu’l Varidin: 95,110)

 

 

 

Kaynak-11

 

 

 

            “Adetli kadın Kur’an meali ve Türkçe kitap okuyabilir mi?

 

            Bu durumdaki bir kadın, Kur’an’a ve ayet yazılı bir şeye el süremez. Arapça’nın dışında Fars’ça, Türkçe bir dille yazılmış olan Kur’an mealini tutmak haramdır. Onda Kur’an ahkamı yazılı olduğundan Kur’an hükmündedir. Eğer içinde ayet bulunmuyorsa Türkçe kitap okumalarında bir mahzur yoktur. Eğer kadın adet durumunu öğrenmek istiyorsa zarureten fıkıh (ilmihal) kitaplarına da bakabilir, (okuyabilir)” (Tahtavi: 77-82), Cevher: 1/40)

 

 

 

Kaynak-13

 

 

 

            Ebu Said’l-Hudri Hz. Demiştir ki;

 

            Bir Ramazan veya Kurban bayramıydı, Resulullah bizim yanımıza musallaya (namazgah, namazlık) çıktı ve orada kadınlara rastladı, onlara; Ey kadınlar sadaka veriniz. Zira bana gösterilen cehennem ehlinin çoğu sizdendir. dedi. Bunun üzerine kadınlar; Ya Resulullah, bizim ekserimizin cehennemlik olmamıza sebep nedir? Diye sordular. Resulullah dedi ki; siz çok lanet edersiniz, kocalarınızın çoğunu, az görür onlara nankörlük edersiniz, hatta sizin gibi noksan akıllılardan birinin tam akıllı ve dinine bağlı bir erkeği sapıttırabileceğini; hiç görmedim de, buyurdu.

 

            Kadınlar; bizim akılda ve din de noksanımız nedir? Ya Resulullah dediler.

 

            Resulullah, kadının şehadeti (tanıklığı), Erkeğin şehadetinin yarısı değil mi? diye sorunca “kadınlar evet dediler, Peygamber; işte bu akıllarının noksanındandır, dedi. Sonra, kadın hayız gördüğünde, namaz kılmaz, oruç tutmaz değil midir? diye sordu. Kadınlar; evet dediler. Resulullah; işte bu da dinlerinin eksikliğindendir, dedi.

 

 

 

            “Hadisin burada zikrinden maksat kadınların hayızlarının ibadetlerinin noksanına sebep olduğunu beyan etmektir.

 

            Hadisi rivayet eden, Resulullah’ın musalla’ya, iki bayramdan hangisinde çıktığında tereddüt etmiştir.

 

            (Ya ma’şerennisai): Ey kadın topluluğu, demektir.

 

            (Fe inni üriytükünne eksere ehlinnari), cehennemliğin çoğunu sizden olacağını Allah’u Teala bana gösterdi demektir. Kadınların çoğunun cehennemlik olmalarına Resulullah üç sebep beyan etti:

 

            1-Lanet kelimesini çok kullanmalarıdır. Çünkü, birisine lanet etmek ve kimsenin Hakk’ın nimet rahmetinden uzak olmasını istemektir, halbuki bir insanın küfrünü bilmedikçe lanet caiz değildir.

 

            2- (Asiyre): Yani kocaya küfranı ni’mette, nankörlükte bulunmaktır.

 

            3- Kamil ve akıl sahibi erkeğin aklını gidermeleri, çelmeler, ki; bununla fitneye sebep olduklarına işaret edilmiştir.

 

 

 

            Resulullah’ın bayramda musalla’ya çıkması İmam-ül-Müslim’inin namazgaha çıkmasının müstehap olduğuna delalet ettiği gibi kadınlara sadaka ile emri de azaptan kurtulmak için vesile aramalarını tavsiyedir.

 

            Resulullah’ın musalla’da kadınlara rastlaması, o zaman, kadınların bayram ve Cuma namazlarında cemaatle namaz kıldıklarına delalet eder. Fakat fitneye sebep olması dolayısıyla ulamai müteahhirin (sahabeden sonra yetişen alimler) çıkmamalarını beyan etmişlerdir. Hatta Hz. Aişe’nin, “Kendinden sonra kadınların icad ettikleri marifetleri Resulullah görmüş olsaydı, kadınları mescit’lerden men ederdi.” demesi de kadınların fitneye sebep olduklarını te’yit ve müteahhirin’in re’yini, tasvip eder mahiyettedir.

 

            Hadis, Resulullah’ın kadınların ekserisi ehli nardır (cehennemliktir) buyurmasının, bu sıfatta olanlara ağırca va’z (ve nasihat) etmenin caiz olduğuna ve cehenneme girmelerinin sebeplerini teşkil eden lanet, sövmek ve nimete küfranın haram olduğuna, ibadette noksanın, dinde noksanlık olduğuna ve hayız gören kadından namaz ve orucun sakıt olduğuna (düştüğüne) delalet eder.” (Sahih-i Buhari Tecrid’ Sarih muhtasarı terc. Mehmet Vehbi. C.1 Sh.153-154)

 

 

 

            Bu kadar kaynaklardan sonra bu mevzu da son bulmuş oldu. Sıra diğer mevzularda, Allah güzel anlayışlar ve güzel ibadetler nasip etsin.

 

 

 

 

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

 

 

ÜÇÜNCÜ KISIM

 

 

 

            KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 430

 

 

NAMAZ’IN KAZASI OLMAZ MI?

 

 

 

            S-Hayız halindeki kadına yasak olduğu söylenen davranışların kaynağı ve gerekçesi nedir?

 

          

 

            Sayın Öztürk, yukarıdaki soruya verdiğin cevapta şöyle diyorsun: “Atay konuyu şöyle ifadeye koyuyor:” “adet gören kadın oruç tutamayacak kadar rahatsız oluyorsa tutmaz. Bu kendi takdirine kalmıştır. Ama namazlarda durum böyle değildir. O günlerde kılamadığı namazlarını başka gün kılmaz. ÇÜNKÜ NAMAZIN KAZASI OLMAZ…”    Aşağıdaki paragrafta ise Atay’ın şu sözlerini almışsın: “Kadın hayızlı halde iken abdest alır ve namazlarını kılabilir.”  Biz geçen bölümde; “Namaz kılabilir” iddianızı cevaplandırdık. Fakat, çok mühim bir konu olduğu için, “NAMAZIN KAZASI OLMAZ.” şeklindeki iddianızı; bilhassa asrımızda, önceleri namaz kılmayıp sonradan namaza başlayan insanlar, TESİRİNİZ ALTINDA KALARAK KAZA NAMAZLARINI TERK ETMESİNLER diye, ayrıca bu kısımda açıklamayı uygun bulduk:

 

 

 

            Sayın Öztürk! Adet, yani hayız ve nifas halindeki kadınların namazlarını kaza etmeyeceklerini; bunların lutfi ilahi ile bağışlanmış olduğunu, bir önceki bölümde bildirmiştik. Bunun dışındaki namazların kazasının yapılmasının gerekliliği ise; Peygamber efendimizin sünneti ile sabit olup; ulemanın icmaı ile de bindörtyüz küsür yıldan beri uygulanmakta olduğu bütün kaynak kitaplarında mevcuttur.

 

 

 

 

İŞTE KAYNAKLAR:

 

 

 

            Kaynak-1

 

 

 

“Ebu Katede Hz. diyor ki;

 

Bir gece Resulullah ile beraber yol yürüyorduk. Arkadaşlardan bazısı;

 

-Ya Resulullah!.. Hep birlikte gecenin sonunda bir yerde konaklasak ta biraz dinlensek, dediler.

 

Resulullah:

 

-Uyuyup kalmanızdan ve sabah ve sabah namazını kaçırmanızdan korkarım, dedi.

 

Bunun üzerine Bilal;

 

-Ben sizi namaza uyandırırım; deyince. Konak yerine inildi, herkes dinlenmek için yattı, Bilal de sırtını devesine dayadı, fakat uykusu galip geldi; o da uyudu. Güneşin bir kanadı doğmuştu ki, Resulullah Bilal’i uyandırarak:

 

-Ey Bilal!.. Verdiğin söz nerde kaldı? Dedi.

 

Bilal de:

 

-Şimdiye kadar böyle ağır bir uyku bana gelmedi; diyerek özür diledi.

 

Resulullah:

 

Allah Teala ruhlarınızı dilediği zaman alır, dilediğinde geri verir. Ey Bilal kalk!.. Ezan oku!.. Halkı namaza çağır; dedi.

 

Ve kendisi abdest aldı. O sırada güneş yükselmişti ve ışığı yayılmıştı. Resulullah kalktı, sabah namazını kıldırdı.”

 

            “Hadisi, Buhari, Ebu Davud ve Nesai yazdıklarından altı sahih kitabın üçünde yer almıştır.”

 

            Hadisi zikirden maksat:

 

            Güneş doğduktan sonra sabah namazının kazasının lüzumlu olduğunu beyan etmektir. Bu hadis, cemaatle kazanın cevazına (kılınabileceğine) esas kabul edilmiştir. Ve bu manaya, bu hükme delalet eder. (Buhari Tecrid’i Sarih Terc.C.1 Sh.224-Konyalı Mehmet Vehbi)

 

 

 

            Kaynak-2

 

 

 

“Ebu Davud’un başka bir rivayetinde şöyle gelmiştir: Namaz’ın kaçmış olmasından korkarak kalktık, Resulullah (a.s.) “Ağır olun, ağır olun, bunda bir taksiriniz (kusurunuz) yok!”  buyurdu. Güneş yükselince de: “Sizden kim sabah namazının iki rekat sünnetini (mutad olarak) kılıyor idiyse yine kılsın” dedi: Bu emir üzerine kılan da kılmayan da, kalkıp sünnetini kıldı. Sonra Resulullah (a.s.) namaz için kamet emretti, kamet getirildi. Efendimiz kalktı ve bize namaz kıldırdı. Namaz bitince:

 

“Haberiniz olsun, Allah’a hamdediyoruz ki, bizi namazımızdan, dünyevi işlerimizden herhangi biri alıkoymuş değildir. Ancak ruhlarımız Allah’u Teala’nın kabza’i tasarrufundadır, dilediği zaman onu salar. Sizden kim sabah namazına, sabahleyin mutad vaktinde kavuşursa, sabah namazıyla birlikte bir mislini de kaza etsin!” (Kütübi Sitte C. 8 Sh.241)

 

 

 

Kaynak-3

 

 

 

“Cabir Hz. diyor ki:

 

Hz. Ömer Hendek kazası (savaşı) günü güneş battıktan sonra Kureyş kafirlerine sebbederek (Hakaret ederek) Resulullah’ın huzuruna geldi. Ve:

 

-Ya Resulullah!.. Güneş battı ben daha ikindi namazını kılmadım; dedi.

 

Resulullah:

 

-Allah’a yemin ederim ki ikindi namazını ben de kılmadım, dedi. Ve:

 

-Biz Medine’nin Buthan denilen vadisinde kalktık ve Resulullah’la birlikte hepimiz abdest alarak güneş battıktan sonra cemaatle ikindi namazını ve ondan sonra da akşam namazını kıldık.”

 

 

 

“Hadis, Buhari, Müslim, Tirmizi ve Nesai yazdıklarından altı sahih kitabın dördünde yer almıştır.”

 

Hadisi zikirden maksat:

 

Birkaç vakit namazı kazaya kaldığında; tertip üzerine kaza lazım olduğu gibi; kaza ve vakit namazları birleştiğinde, evvela kazayı, sonra vakit namazını kılmak lazım olduğunu, Resulullah’ın fiiliyle isbat etmektir.

 

(Yevmelhendek) Hadiste geçen bu kelime Hendek savaşı günü demektir. Ki, hicretin dördüncü senesinde vuku bulmuştur.

 

Hz. Ömer’in namaz vaktini kaçırmış olmaktan duyduğu teessür ve endişeyi gidermek için Resulullah, kendisinin de ikindi namazını kılmadığını yeminle söylemiştir. Resulullah’ın; ben de kılmadım demesi; bir kimsenin, namaz kılmadım demesinin kerahat olmadığına delalet eder.” (Buh.Tec.Sarih Terc.Konyalı Mehmet Vehbi C.1 Sh.224)

 

 

 

Kaynak-4

 

 

 

“Enes Hz. diyor ki;

 

Resulullah; bir kimse bir vakit namazı unutursa onun kılınmamasından dolayı kefâret yoktur. Ancak kefaret o namazı kaza etmektir; buyurdu. Ve bu sözünü “Ve beni anmak için namaz kıl.” mealindeki ayeti kerimeyle takviye etti.”  Hadisi şerifi, Buhari, Müslim ve Ebu Davud yazdıklarından altı sahih kitabın üçünde yer almıştır.

 

 

 

Burada hadisi zikirden maksat:

 

Vakit namazını unutan bir kimsenin, hatırlayınca derhal kazası vacip olduğunu beyan etmektir. (La kefarete leha illa zalike): Namazı unuttuğundan kefaret icab eder. Unutmakta günah yok, ancak kaza lazımdır. Ama kasten bırakırsa, bırakmaktan günahkar olursa da; kefaret lazım değildir. Kaza lazımdır. Bu itibarla namaz, mali fitre ile cebrolunmaz, ancak birçok namaz borcu olan kimsenin, ölümü halinde her namaz için bir fidye vasiyet eder. Ve ölümünden sonra verilirse caizdir. Ve halen ölüler için yapılan büyük devir de bu kabildendir.” (Buhari Tecrid’i Sarih Tecr. C.1 Sh.224 Konyalı Mehmet Vehbi)

 

 

 

Kaynak-5

 

 

 

“Yine Nafi anlatıyor: “İbni Ömer (r.a.) dedi ki:” Kim bir namazı unutur ve bunu imamın arkasında namaz kılarken hatırlarsa, imam selam verince, unutmuş olduğu namazı hemen kılsın, sonra da öbür namazı (kıldığını yeniden) kılsın” (Muvatta. Kasru’s-Salat 77,-1,168)

 

 

 

AÇIKLAMA:

 

“Ebu Hanife, Ahmet ve Malik bu hadisle hükmetmiştir. Sadece Şafi’i merhum: “imamla kıldığı namaz muteberdir, hatırladığını kaza eder.”  der. (Kütübü Sitte C. 8 Sh.249)

 

 

 

 

 

Kaynak-6

 

 

 

 

 

İbn’i Mesud (r.a.) anlatıyor “Müşrikler Hendek günü Resulullah’ı (s.a.) fazlaca meşgul ederek, dört vakit namazı kazaya bıraktırdılar, geceden Allah’ın dilediği bir müddet geçinceye kadar onları kılamadı. Sonra Bilal (r.a.)e emretti, o da ezan okudu. Sonra ikamet getirdi. Resulullah öğleni (kazaen) kıldı. (Bilal tekrar) ikamet getirdi Resulullah ikindiyi kıldı. Sonra (Bilal tekrar) ikamet getirdi. Resulullah akşamı kıldı. Sonra (Bilal yatsı için) ikamet getirdi ve Resulullah yatsıyı kıldı.” (Tirmizi, Salat 132,(179) Nesai, Mevakıt 55, -1,297,298)

 

 

 

AÇIKLAMA:

 

1-“Hz. Ali’den (r.a.) Müslim’de gelen bir rivayet:” “Bizi ikindi namazı olan orta namazdan engellediler.” Buyurarak kaçırılan namazın sadece ikindi namazı olduğunu ifade eder. Aynı manada Hz.Cabir’den de bir rivayet gelmiştir. Alimler hadisleri şöyle te’lif ederler: “Hendek savaşı, günlerce devam eden bir savaştır. Bir defasında sadece ikindi namazı, bir başka günde de burada sayılan namazların geçmiş, kazaya kalmış olması mümkündür.”

 

2-Bu rivayet vaktinde kılınamayan namazların, tertibe tabi tutularak kaza edilmesi gerektiğini gösterir. İbni Hacer ulemanın çoğunluğunun, tertibe uymanın (sırasıyla kılmanın) vacip olduğuna hükmettiğini belirtir. Şafi’ye göre tertip vacip değildir.

 

Ayrıca, vakit daralması halinde de tertibe riayet gerekip gerekmeyeceği de münakaşa edilmiştir.

 

İmam Malik: “Vaktin namazına zaman kalmayacak bile olsa önce kazayı kılar, sonra vakit namazını kaza eder.” der.

 

İmam Şaf’i “Zaman dar olunca; vaktin namazını önce kılar” müteakiben kaza namazını kaza eder.” der

 

Bazıları da: “Muhayyerdir, dilediğinden başlar.” demiştir.

 

Kadı İyaz: “İhtilaf, miktarından ileri gelir. Kazaya kalan namazın miktarı çoksa ihtilaf edilmez, vaktin namazından başlanır.” der. Alimler “Az” ve “çok”un hududu nedir? Bunda da ihtilaf eder. Bazıları azı “ bir günlük namaz”; bazıları, “dört vakit namaz” diye açıklamıştır.

 

Hanefi’ler farz namazla, kaza namazlarının edasında, tertibe riayetin farz olduğuna hükmeder. Bu hükümde delilleri, İbn’i Ömer’in müteakiben kaydedeceğimiz şu mealdeki hadisidir:

 

 

 

“Kim bir namazı kılmayı unutur, sonra bunu imamla namaz kılarken hatırlayacak olursa, imam selam verince, unutma sebebiyle kılamamış olduğu namazı hemen kılsın, bundan sonra öbür (yani imamla kıldığı vakit) namazını yeniden kılsın.”

 

 

 

Tertibin vacip olduğuna hükmedenler, şu hadisi de  delil gösterirler: “La salate limen aleyhi salaten”  Buna dayanarak: üzerinde borcu olduğu halde kılınan namaz batıldır, önce onun kılınması gerekir.” demişlerdir. Ancak bunu “Nafile” ile te’vil edenler olmuştur. (Kütübü Sitte C.8 Sh.247-248)

 

 

 

Kaynak-7

 

 

 

“Geçmiş Namazların Kazası:

 

Beş vakit namazı vaktinde kılmaya eda, vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmaya kaza denir. Hiçbir özürsüz, namazı kazaya bırakmak büyük günahtır. Bu namaz kaza edilmekle, yerine gelmiş olur. Fakat tehirinden dolayı meydana gelen günahın affı için tövbe ve istiğfar lazımdır.

 

A)     Beş vakit farzlarının edası gibi kazası da farzdır. Vitrin kazası ise vaciptir.

 

 

 

B) Sabah namazının sünneti, o gün öğleye kadar farzıyla birlikte kaza edilebilir. Öğle ve cumanın ilk sünnetleri, farzlarının edasından, son sünnetlerinden önce veya sonra kaza edilebilir. Diğer sünnetlerin, geçmiş Cuma ve bayram namazlarının, cenaze namazlarının kazası yoktur.” (Ömer N. Bilmen B.İ.ilmihali 179)

 

Kaza edilecek namazlar günün her vaktinde kaza edilebilir, ancak üç vakitte kılınamaz:

 

1.      Güneş doğarken,

 

2.      Güneş zevalde iken,

 

3.      Güneş batarken.

 

            Kazaya kalan altmış, yetmiş senelik namazları muayyen bir günde, mesela ramazanın son Cuma gününde kılınacak bir günlük namaz ile kaza edileceği, af edileceği hakkındaki sözler tamamen asılsızdır. (Fetava’i Hindiye: 1/131)

 

 

 

            Ayrıca, “kaza namazı yoktur, namaz vaktinde kılınır. Şayet geçirilirse bir daha kazası olmaz.” diye günümüzde söylenen bazı lafların hiç bir şer’i kaynağı yoktur. Üzerinde kaza namazı olan bir kimse, beş vakit namaz sünnetlerini kıldığı gibi, teheccüd, kuşluk, evvabin, tesbih ve mübarek gecelerde kılınan hacet namazlarını da kılabilir. Kaza namazlarının, vakitlerini bilmek mümkün olmadığından, önden veya sondan kaza edilmeye başlanır.

 

            “Yalnız en sonundan başlamak daha evladır. Bunun için niyet ederken: “ En son üzerime kaza kalan öğlenin farzını kılmağa” diye niyet edilir.

 

            “Öğlen namazının ilk sünneti, cemaate yetişmek için terk edilirse, farzdan sonra iki rekattan önce kaza edilir. Son iki rekattan sonra da kaza edilebilir. Ancak evla olan birincisidir.”

 

            “Bir kimse ne kadar namazı kazaya kaldığını bilmezse, galip olan görüşe göre hareket eder. Eğer görüşü yok ise, üzerinde kaza kalmadığına kanaat getirinceye kadar kaza namazı kılar. (Ö.N.Bilmen B.İ.ilmihali 179-182)

 

 

 

            “Kaza namazları hakkında önemli mes’eleler:

 

 

 

            Kaza namazları yalnız başına kılınabileceği gibi, cemaatle de kılınabilir. Cemaatle kılındığı zaman, aşikar okunan namazlarda aşikar okunur. Gizli okunan namazlarda ise gizli okunur. Mesela, sabah, akşam ve yatsı namazları cemaatle kaza edildiğinde, fatiha ve zamm’ı sure aşikar okunur. Öğle ve ikindi namazlarında ise gizli okunur. Yalnız başına kaza ettiğinde, bu hususta serbesttir. İsterse aşikare okur, isterse gizli okur. Ama gizli okunanları gizli okur.

 

            Kaza namazı kılarken tertibe riayet etmek lazımdır. Kaza namazı ile vakit namazı arasında da tertibe uyularak vakit namazı kılmadan kaza namazı kılınmaz, çünkü caiz değildir. Farzlarla vitir namazı arasında da, tertibe riayet edilir. Yatsı namazı kılınmadan vitir namazını kaza edemez.” (Fetava’i Hindiye: 1/131)

 

 

 

            “Sünnetlerin yerine kaza namazlarına niyet etmek doğru değildir. Beş vakit namazın sünnetleri meşruiyeti açıklanan nafile namazlar, kaza namazları için terk edilemez. Bu mes’ele, Kitabü’l Fıkıh’da şöyle açıklanmıştır. “Hanifi fakihleri dediler ki; nafile namazlarla meşgul olmak acele kılınacak olan kaza namazını kaldırmaz. Ancak kaza namazlarıyla meşgul olup nafileleri terk etmek daha evladır. Fakat şunlar müstesnadır:

 

            “Beş vakit namazın sünnetleri, kuşluk namazı, tesbih namazı, tahiyyatü’l-mescid namazı, akşam namazından sonra kılınan altı rek’at evvabin namazı” (Mezahib’i Erbaa: 1/491)

 

            “Kaza namazlarını evde kılmak daha uygun olur. Zira camilerde kaza namazı kılmak, vakit namazlarını kılmak için camiye gelenlerin dikkatini çekebilir ve hem de; evlerde namaz kılmanın ayrı bir sevabı vardır.” (Feteva’i Hindiye: 1/122)

 

 

 

            Sayın Öztürk ve Atay bu kadar Hadisi şeriflerden ve diğer kaynaklardan hiç nasip almadınız mı? bunları görmediniz mi? asıl maksadınız nedir? İnsanları yanıltıp ne elde edeceksiniz? Huzuru İlahiye gitmeyecek misiniz?

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

BİRİNCİ KISIM

 

TESETTÜR

 

 

 

          

 

            KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 529

 

            Ahzab suresi ayet: 59

 

 

 

            S-59. Ayette geçen “cilbab” la ilgili bilgi verir misiniz?

 

            C-Bu ayetteki emir şartlı bir emirdir. Mümin kadınların tanınıp ta eza görmemelerini sağlamak için üzerlerine cilbab (sokağa çıkıldığında kullanılan ve vücudu baştan aşağı örten dış giysi) almaları emrediliyor. Yani cilbab emri tanınmayı sağlamak ve tasallutu önlemek içindir.

 

            Cilbab ayetiyle ilgili beyanı Hayrettin Karaman çok güzel açıklamıştır, diyerek, Hayrettin Karaman’dan naklen aşağıdaki yazıyı alıyorsun. Yazı şu: “Örtünme ile ilgili ayetler iki surede yer almıştır. Ahzab suresindeki ayet, iffeti korumaya yönelik örtünme ile değil, hür Müslüman kadınları böyle olmayanlardan ayırmaya yönelik özel kıyafetle ilgilidir. (Ahzab: 33/59)  “Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (dışarı çıkarken) üstlerine üstlerine örtü almalarını (Cilbab adı verilen dış giysiyi bürünmelerini) söyle; bu onların tanınmalarını ve incitilmemelerini daha iyi sağlar…” Ayette, Cilbab denilen ve vücudu baştan aşağı örten dış giysinin kullanılmasının sebebi açık olarak zikredilmektedir: “tanınmaları, diğerlerinden ayırt edilmeleri ve bu sebeple incitilmekten kurtulmaları” O devirde henüz köle ve cariyeler bulunduğu için, çarşıda pazarda bunlara sataşılır, el ve dil ile rahatsız edildikleri olurdu. İslam bir yandan bu gibi davranışları önlemeye çalışırken, diğer yandan, cariye sanılarak hür kadınların da rahatsız edilmelerini önlemek üzere tedbir almıştır. Bu tarihi olgu, Cilbab adı verilen dış giysinin, bütün devirlerde Müslüman kadınlar için gerekli bulunmadığını anlamada önemli bir yorum delili olmaktadır. Ayetin sonunda yer alan ve gerekçeyi açıklayan kısım da bu konudaki şüpheleri ortadan kaldırmaktadır. Şu halde tarihi şartlar değişip, ya toplumda cariye kalmadığında-ki bugün böyledir- yahut ta ayırımı sağlayacak, başka bir alamet bulunduğunda –bir başka toplumda kadınlar, başka bir alametle diğerlerinden ayrıldığında- Cilbab emri bağlayıcı olmaktan çıkar.” (Karaman İslami Araştırmalar Dergisi Ekim 1991) Hayrettin Karaman’ın sözü burada bitti. Şimdi; sayın Öztürk siz devam ederek diyorsunuz ki: “Demek oluyor ki, Cilbab örfi bir düzenlemedir. Belli şartların varlığına bağlıdır. O şartlar tekrar doğarsa Cilbab emri tekrar devreye girecektir.”

 

            Sayın Öztürk! Bazı yönlerden çok takdir ettiğimiz Karaman hocamızla paslaşarak; muhkem bir ayetin hükmünü kaldırdınız. Halbuki siz: “ayetlerde nasih ve mensuh olamayacağını” yani: inen bir ayetin hükmünün Allah (c.c.) tarafından kaldırılamayacağını, değiştirilemeyeceğini böyle bir inancın Kur’an’a ihanet olacağını” yanlış olmasına rağmen iddia ettiğiniz halde, Allah’ın hükümden kaldırmadığı bu “Cilbab” ayetinin hükmünü nasıl kaldırıyorsunuz? Hayrettin hoca efendi ve siz bu cesareti nereden alıyorsunuz? Nur suresinin 60. ayetini görmediniz mi?

 

 

 

            İşte ayet:

 

            

 

   ¤î Ü Ï b¦yb Ø¡ã  æì¢u¤Š í ü ó©n¨£Ûa ¡õ¬b  ¡£äÛa  å¡ß ¢†¡Ça ì Ô¤Ûa ë

 

6§ò äí©Œ¡2 §pb u¡£Š j n¢ß  Š¤î Ë  £å¢è 2b î¡q  å¤È š í ¤æ a ¥€b ä¢u  £å¡è¤î Ü Ç

 

¥áî©Ü Ç ¥Éî©à   ¢é¨£ÜÛa ë 6 £å¢è Û ¥Š¤î    å¤1¡1¤È n¤  í ¤æ a ë

 

 

 

            “(İhtiyarlık nedeniyle hayızdan ve çocuktan kesilmiş ve) Koca’ya varma ümidi kalmamış kadınlar için (saklanması emrolunan) ziynetlerini göstermemek üzere (dış) elbiselerini (yabancı erkeklerin yanında) bırakmalarında (çıkarmalarında) bir beis yoktur. (buna rağmen) onların (dış elbiselerini çıkarmadan) iffet halinde bulunmaları haklarında daha hayırlı olur. Allah işitendir, bilendir.”

 

            Bu ayeti kerime “buradaki örtünme iffeti korumak için değil” diyen, sayın Hayrettin Karaman’a da, onun gibi düşünenlere de susturucu bir cevaptır. Görüldüğü gibi Allah (c.c.) kocaya varmaktan ümidini kesmiş kockarılara dahi, örtülerini çıkarmamalarını, iffetli olmaları, daha hayırlı derken, SİZ GENÇLERİN örtülerini nasıl attırırsınız, onların iffetleriyle oynarsınız?

 

            Bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutup şöyle diyor: Artık evlenme ümidi kalmamış olan ve yaşlanıp oturmuş bulunan kadınların elbiselerinin üzerinden giydikleri dış örtülerini atmalarında bir beis yoktur. Yalnız mahrem yerleri ve ziynet unsurlarını meydana dökmemelidirler. Dış elbiselerini üzerlerine almaları ise kendileri için daha hayırlıdır. Ve ayeti kerime bunu iffet olarak telakki ediyor. Zira açılmakla fitne arasında bağ olduğu gibi örtünmekle iffet arasında da bir münasebet vardır. İslam’ın görüşüne göre, en uygun yol iffet yoludur. Zira bu sayede aldatma imkanları önlenmiş olur. Fitneyi uyarıcı ve tahrik edici hususlar bertaraf edilmiş olur.” (FiZilal-il Kur’an C.10 Sh.469)

 

 

 

            İşte hadis:

 

            “İbni Abbas (r.a.) anlatıyor: “Ümmü Seleme (r.a.), evinde iken de cilbabesini fazilet ümidiyle üzerinden hiç çıkarmazdı.” (Rezin tahric etti.) (Kütübü Sitte C.15 Sh.56)

 

 

 

                Bu mevzu da son bulmuş oldu. Allah cümlemizin hidayetini artırsın.

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

İKİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM sayfa: 613 ve devamı

 

 

 

            Nur suresi ayet: 31

 

            S-Yaka yırtmaçlarının üzerine vurulup örtülmesi istenen himarlar nedir?

 

            C-“…Bizim görüşümüz bu üçüncü ihtimalin esas olması yönündedir. Çünkü mütevatir sünnetin verileri Hz. Peygamberin bu son şekli esas aldığını gösteriyor. Buna göre maide suresindeki yasak tüm uyuşturucuları, Nur suresindeki emir ise baş örtüsünü kapsamına alır.

 

            Ancak bu baş örtüsünün şeklini, boyutunu, kapatması gereken yerleri santimler vererek belirlemek mümkün değildir. Bu yöndeki tesbitlerin Kur’an’a dayandırılması imkansızdır. Baş örtüsü kullanılacaktır. Ancak bunu “bir tel saç görünürse cehennemde 40 yıl yanarsın” şekline dönüştürmek bir saptırmadır. Şu muhakkak ki, başörtüsünü o şekilde yani daha titiz bir biçimde kullanmak isteyen kullanır, böyle bir titizliği gösterdiği için de kendisine saygı duymak gerekir. Ama başını herhangi bir biçimde örten, saçının belli bir kısmı açık kalacak şekilde örten kişiler Kur’an’ın beyanına aykırı davranmakla suçlanamaz. Hiçbir tartışmaya imkan bırakmayan nokta, göğsün tamamen kapatılmasıdır. Saçların bütünüyle görünmeyecek şekilde kapatılmasını emreden bir ifade yoktur. Cenabı Hak bunu kulunun tercihine bırakmıştır. Her Müslüman bunu, yaşadığı iklim şartlarına ve toplum örfüne göre kendisi belirler. Ve baş örtüsünü ona göre seçer.

 

            Burada işaret edilmesi gereken bir husus daha var. Kütübü Sitte’de yer alan bazı hadislere göre, Peygamberimiz devrinde Müslümanlar kadın ve erkek birlikte aynı kaptan (min inain vahid) abdest almakta idiler. (Bk.Buhari, vüdu 43, Ebu Davud, taharet,39; Nesai, taharet, 56, İbni Mace, taharet,36) Bu hadislerin Ebu Davud’daki şeklinde “Kadın ve erkek, ellerimizi aynı kaba sarkıtıp daldırarak toplu halde abdest alırdık.” denmektedir.

 

            Bu hadislerdeki ifadeler bir kolektif uygulamayı haber vermektedir. Yani bunlar hadis tekniği açısından haber’i vahidden daha kuvvetli, hatta mütevatir sayılabilecek beyanlardır. Ve bize gösterirler ki Asrı Saadette kadınlar, erkekler yanında abdest uzuvlarını açabiliyorlardı. Bize göre nur suresi 31. ayeti “ziynetlerinin açılabilecek kısmı müstesna” ifadesi işte bu noktalara işaret etmektedir. O halde dirseklere kadar kollar, ayaklar, yüz ve başın abdeste, meshe esas olacak kısmı serbesttir. Tekrar edelim ki, bu yerleri de abdest dışındaki zamanlarda kapatmak hassasiyetini gösterenlere saygı duyulur. Ancak bunu yapamayanlar hor görülmez.” (Öztürk’ün sözü burada bitti.)

 

 

 

            Sayın Öztürk önceki bölümlerde yaptığın gibi ayeti kerimeyi arzun istikametine yönlendirmek istiyorsun, bazen ayete, bazen zayıf ta olsa hadise sarılıyorsun, yukarıda yaptığın gibi bir hadisle ayeti çürütüyorsun. Nasıl mı? nur suresi 31. ayette Cenabı Hak: “Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar, ancak bunlardan açık olan (açık olan; el, yüz ve ayaklar)  müstesna. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar…” buyururken, sen nasıl “Abdest mahalli olan; dirseklere kadar kollar, ayaklar, yüz ve başın abdestte, mesh’e esas olacak kısmı serbesttir, açabilir.” diyebiliyorsun? Hani sen Kur’an’dan başka ölçü tanımıyordun? Allah (c.c.) “BAŞ ÖRTÜLERİNİ YAKALARININ ÜSTÜNE KOYSUNLAR” buyurmuyor mu? Başın bir kısmının açılabileceğine dair Kur’an’dan bir delilin var mı? Bunu  ima eden bir ayet gösterebilir misin? Hayır! Öyleyse Kur’an’daki İslam diyorsun! Kur’an’a niçin uymuyorsun? Tesettür ayetinden önceleri; “karı koca, erkekler ve kadınlar bir kaptan abdest alırlar, yani çiftler birbirinden artan suyu kullanırlar” şeklindeki zayıf bir hadisle Kur’an’ın açık hükmünü çürütmeğe çalışıyorsun?

 

            Bu husustaki kaynakları da yine sıralıyorum.

 

          

 

 

 

 

 

            İŞTE KAYNAKLAR:

 

            Kaynak-1

 

          £å¢è uë¢`¢Ï  å¤Ä 1¤z í ë  £å¡ç¡0b _¤2 a ¤å¡ß  å¤a¢a¤Ì í ¡pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ü¡Û ¤3¢Ó ë

 

 å¤2¡`¤a î¤Û ë b è¤ä¡ß  ` è à b ß ü¡a  £å¢è n äí©9  åí© ¤j¢í ü ë

 

ü¡a  £å¢è n äí©9  åí© ¤j¢í ü ë :  £å¡è¡2ì¢î¢u ó¨Ü Ç  £å¡ç¡`¢à¢_¡2

 

 £å¡è¡ö¬b ä¤2 a ¤ë a  £å¡è¡n Ûì¢È¢2 ¡õ¬b 2¨a ¤ë a  £å¡è¡ö¬b 2¨a ¤ë a  £å¡è¡n Ûì¢È¢j¡Û

 

 £å¡è¡ãa ì¤ ¡a ¬ó©ä 2 ¤ë a  £å¡è¡ãa ì¤ ¡a ¤ë a  £å¡è¡n Ûì¢È¢2 ¡õ¬b ä¤2 a ¤ë a

 

 £å¢è¢ãb à¤í a ¤o Ø Ü ß b ß ¤ë a  £å¡è¡ö¬b  ¡ã ¤ë a  £å¡è¡ma ì   a ¬ó©ä 2 ¤ë a

 

¡ë a ¡4b u¡£`Ûa  å¡ß ¡ò 2¤0¡üa ó¡Û¯ë¢a ¡`¤î Ë  åî©È¡2b £nÛa ¡ë a

 

ü ë :¡õ¬b  ¡£äÛa ¡pa 0¤ì Ç ó¨Ü Ç aë¢` è¤Ä í ¤á Û  åí©Æ £Ûa ¡3¤1¡£ÀÛa

 

6  £å¡è¡n äí©9 ¤å¡ß  åî©1¤_¢í b ß  á ܤȢî¡Û  £å¡è¡Ü¢u¤0 b¡2  å¤2¡`¤a í

 

¤á¢Ø £Ü È Û  æì¢ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa  颣í a b¦Èî©à u ¡é¨£ÜÛa ó Û¡a a¬ì¢2ì¢m ë

 

 æì¢z¡Ü¤1¢m

 

 

 

            “(Ey Resulüm) Mü’min kadınlara  da söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini (ziynetlerin takıldığı boğaz, baş, gerdan, kol, bacak ve kulaklar gibi yerlerini) göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve el) müstesna, baş örtülerini yakalarının üzerine koysunlar. (göğüs ve boyunlarını göstermesinler) Ziynetlerini ancak şu kimselere gösterebilirler: Kocalarına veya babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının (başka kadından olma) oğullarına veya kendi erkek kardeşlerine veya erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına veya Müslüman kadınlara veya ellerindeki cariyelere veya (kadına) ihtiyacı olmayan (güçten düşmüş ihtiyar) kimselere veya henüz kadınların gizli yerlerinin farkında olmayan çocuklara. (gösterebilirler) Ayaklarını (birbirine veya yere) vurmasınlar. Ey mü’minler! Hepiniz birden Allah’a tevbe edin ki felah bulasınız! (Nur suresi ayet: 31)

 

 

 

            Kaynak-2

 

 

 

           ¤î Ü Ï b¦yb Ø¡ã  æì¢u¤` í ü ó©n¨£Ûa ¡õ¬b  ¡£äÛa  å¡ß ¢ ¡Ça ì Ô¤Ûa ë

 

6§ò äí©R¡2 §pb u¡£` j n¢ß  `¤î Ë  £å¢è 2b î¡q  å¤È a í ¤æ a ¥¬b ä¢u  £å¡è¤î Ü Ç

 

¥áî©Ü Ç ¥Éî©à   ¢é¨£ÜÛa ë 6 £å¢è Û ¥`¤î    å¤1¡1¤È n¤  í ¤æ a ë

 

 

 

            “(İhtiyarlık nedeniyle hayızdan ve çocuktan kesilmiş ve) Kocaya varma ümidi kalmamış kadınlar için (saklanması emrolunan) ziynetlerini göstermemek üzere (dış) elbiselerini (yabancı erkekler yanında) bırakmalarında (çıkarmalarında) bir beis yoktur. (buna rağmen) onların (dış elbiselerini çıkarmadan) iffet halinde bulunmaları haklarında daha hayırlı olur. Allah işitendir, biledir.” (Nur: 60)

 

 

 

            Kaynak-3

 

 

 

          åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ¡õ¬b  ¡ã ë  Ù¡mb ä 2 ë  Ù¡ua ë¤9 ü ¤3¢Ó ¢£ó¡j £äÛa b 袣í a ¬b í

 

 å¤Ï `¤È¢í ¤æ a ó¬¨ã¤& a  Ù¡Û¨! 6 £å¡è¡jî©25 u ¤å¡ß  £å¡è¤î Ü Ç  åî©ã¤ ¢í

 

b¦àî©y 0 a¦0ì¢1 Ë ¢é¨£ÜÛa  æb × ë 6 å¤í !¤ªì¢í 5 Ï

 

 

 

            “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin eşlerine söyle ki; (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman, tepeden tırnağa örten) cilbablarını üzerlerine alsınlar. Böyle yapmaları (cariye değil hür oldukları) tanınıp da eziyet edilmemelerine daha uygundur. Allah Gafur (çok bağışlayıcı) ve Rahim (çok merhametli) dir.” (Ahzab: 59)

 

 

 

            Kaynak-4

 

          

 

            “Ümmü Seleme’den (r.a.) “Cilbabları ile otursunlar” emri nazil olunca, Ensar kadınları baştan aşağı cilbab’larına bürünmüş olarak çıktılar.” (Ebu Davud. Tac Terc.C.3 Sh.315)

 

 

 

                Kaynak-5

 

 

 

            “Aişe (r.a.)’dan: “Allah ilk Muhacir kadınlarına rahmetini ihsan buyursun. “Baş örtülerini göğüslerine indirsinler” …emri nazil olunca; elbiselerinin eteklerini parçaladılar ve onlardan baş örtüsü yaptılar.” (Buhari, Ebu Davud. Tac.C.3 Sh.314-315)

 

 

 

            Kaynak-6

 

 

 

            “Peygamber (a.s) “Ümmü Seleme’nin yanına geldi. Ümmü Seleme’nin başı örtülü idi. Peygamber (a.s.) Baş örtünü iki defa değil bir defa sar.” buyurdular.” (Ebu Davud, Tac.C.3 Sh.316)

 

 

 

            Kaynak-7

 

 

 

            “Ebu Bekr’in (r.a.) kızı Esma (r.a.) üzerinde ince ve şeffaf bir elbise olduğu halde Peygamberin (a.s.) yanına girdi. Peygamber (a.s.) ona iltifat etmedi. Ve: Ya Esma! Kadın hayız görüp buluğa erince; yüzüne ve ellerine işaret ederek, ancak şurası buraları müstesna, vücudunun her tarafının görülmesi caiz değildir.” buyurdu. (Ebu Davud, Libas 34-4104-Kütübü Sitte C.15 Sh.54)

 

 

 

            AÇIKLAMA:

 

 

 

            “Bu hadis fitneden emin olunduğu takdirde, buluğa ermiş yabancı kadının el ve yüzüne bakılmasının, caiz olduğunu ifade eder. Nur suresinde geçen “Ziynetlerini açmasınlar, ancak görünenler hariç” ayeti de bu manaya delil kılınmıştır. Celaleyn tefsirinde; ziynetten istisna edilen yerlerin, eller ve yüz olduğu, belirtilir. Ebu Hanife ve bir kavilde Şafi’i rahimehümullah böyle hükmeder. Şafi’i hazretleri, yabancı kadının, yüz ve ellerine bakmanın, fitne tehlikesi için haram oluğunu da söylemiştir. Buradaki istisnada maksadın, yüz ve eller olduğuna dair İbni Abbas’tan rivayet gelmiştir. İbni Abbas’ın bir rivayetinde, bu açıklama Resulullah’a aittir.”

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

ÜÇÜNCÜ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM sayfa: 619

 

 

 

            Nur suresi ayet: 31

 

          

 

            S- Cariyelerin hür kadınlar aksine örtünmemeleri gerekli görülüyor. Fıkhın bu tesbitinin, daha doğrusu bu ayrımının Kur’an’sal dayanağı nedir?

 

 

 

            C- “Böyle bir ayırımın Kur’an’sal dayanağı yoktur ve olamaz. Böyle bir ayırımı kabul ettiğimizde örtünme ile ilgili emirler, dinsel düzenleme olmaktan çıkar, örfe ilişkin düzenleme olur. O takdirde örtünme emrinin din yönünden bağlayıcılığı kalmaz. Nitekim bazıları fıkhın bu ayırımına bakarak, örtünmenin dinsel bir emir değil, örfi bir düzenleme olduğunu söylemişlerdir. Bunu kabul mümkün değildir.

 

 

 

            Allah’ın dinide sınıf yoktur. Emirler geneldir ve tüm insanlığı bağlar. Örtünme emrindeki hitap “Mü’min kadınlaradır, falan veya filan sınıfa değil. O halde sınıfı ve statüsü ne olursa olsun Allah’ın bütün kulları bu emrin muhatabıdır.”

 

            Sayın Öztürk burada da yine kendi arzularına göre Peygambersiz bir din tahayyül ederek Kur’an’ı yönlendirmeye hadisleri de görmemeğe çalışıyorsun. İyi de Kur’an’ı Kerim’deki; köleler ve cariyelerle ilgili hükümleri nereye saklayacaksın?

 

 

 

            İŞTE KAYNAKLAR:

 

          

 

            Kaynak-1

 

 

 

         ¡pb ä _¤z¢à¤Ûa  |¡Ø¤ä í ¤æ a ü¤ì x ¤á¢Ø¤ä¡ß ¤É¡À n¤  í ¤á Û ¤å ß ë

 

6¡pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ¢á¢Ø¡mb î n Ï ¤å¡ß ¤á¢Ø¢ãb à¤í a ¤o Ø Ü ß b ß ¤å¡à Ï ¡pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa

 

 £å¢çì¢z¡Ø¤ãb Ï 7§S¤È 2 ¤å¡ß ¤á¢Ø¢a¤È 2 6¤á¢Ø¡ãb àí©b¡2 ¢á Ü¤Ç a ¢é¨£ÜÛa ë

 

§pb ä _¤z¢ß ¡Òë¢`¤È à¤Ûb¡2  £å¢ç 0ì¢u¢a  £å¢çì¢m¨a ë  £å¡è¡Ü¤ç a ¡æ¤!¡b¡2

 

¤æ¡b Ï  £å¡_¤y¢a ¬a !¡b Ï 7§æa  ¤  a ¡pa Æ¡_ £n¢ß ü ë §pb z¡Ïb  ¢ß  `¤î Ë

 

 å¡ß ¡pb ä _¤z¢à¤Ûa ó Ü Ç b ß ¢Ñ¤_¡ã  £å¡è¤î Ü È Ï §ò '¡yb 1¡2  å¤î m a

 

aë¢`¡j¤_ m ¤æ a ë 6¤á¢Ø¤ä¡ß  o ä ȤÛa  ó¡'   ¤å à¡Û  Ù¡Û¨! 6¡la Æ È¤Ûa

 

;¥áî©y 0 ¥0ì¢1 Ë ¢é¨£ÜÛa ë 6¤á¢Ø Û ¥`¤î 

 

            “İçinizden her kim, hür ve mü’min kadınları nikah edecek mali bir güce ermemiş ise, ona da ellerinizin altındaki genç mü’min cariyeleriniz var. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hep birbirinizden sayılırsınız. Onun için fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek namuslu yaşadıkları halde onları sahiplerinin izniyle nikah edin ve mehirlerini güzellikle kendilerine verin. Eğer evlendikten sonra, bir fuhuş irtikab ederlerse, o vakit onlara, hür kadınlara verilen cezanın yarısı gerekir. Bu cariye evliliği, sizden günaha düşme korkusu olanlarınız içindir. Yoksa sabretmeniz, sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edendir.” (Nisa: 25)

 

 

 

            Sayın Öztürk! Yukarıda sizin ifadenizden olup siyahla gösterilen bölümlerde diyorsun ki; Allah’ın dininde sınıf yoktur. Emirler geneldir. Ve tüm insanları bağlar.”

 

 

 

            Böyle söylerken: insanlık tarihiyle başlayan, kölelik ve cariyelik sınıfını nasıl inkar ediyorsun? Ki, Hz. Yusuf Peygamber’de, kaderi iktizası daha çocukken kardeşleri tarafından, yabancı kervan yolcularına kuyudan çıkarıldıktan sonra köle diye satılmış, sonra zindana atılmış, sonra lutfi İlahi ile Mısır’a sultan, insanlara Peygamber olmuştu.

 

            İşte o tarihlerden beri gelmekte olan ve kendisine mahsus örf ve ananeleri bulunan kölelik, elbette tasvib edilecek bir şey değildir; İslam her vesile ile son verilmesini teşvik etmektedir. İşte ilgili  ayetlerden birkaçı:

 

 

 

            Ayet-1

 

 

 

         ¤å ß ë 7¦b À   ü¡a b¦ä¡ß¤ªì¢ß  3¢n¤Ô í ¤æ a §å¡ß¤ªì¢à¡Û  æb ×b ß ë

 

¥ò à £Ü  ¢ß ¥ò í¡& ë §ò ä¡ß¤ªì¢ß §ò j Ó 0 ¢`í©`¤z n Ï ¦b À   b¦ä¡ß¤ªì¢ß  3 n Ó

 

£§ë¢  Ç §â¤ì Ó ¤å¡ß  æb × ¤æ¡b Ï 6aì¢Ó £  £_ í ¤æ a ¬eü¡a ¬©é¡Ü¤ç a ó¬¨Û¡a

 

¤å¡ß  æb × ¤æ¡a ë 6§ò ä¡ß¤ªì¢ß §ò j Ó 0 ¢`í©`¤z n Ï ¥å¡ß¤ªì¢ß  ì¢ç ë ¤á¢Ø Û

 

©é¡Ü¤ç a ó¬¨Û¡a ¥ò à £Ü  ¢ß ¥ò í¡  Ï ¥Öb rî©ß ¤á¢è ä¤î 2 ë ¤á¢Ø ä¤î 2 §â¤ì Ó

 

¡å¤í `¤è ( ¢âb î¡_ Ï ¤ ¡v í ¤á Û ¤å à Ï 7§ò ä¡ß¤ªì¢ß §ò j Ó 0 ¢`í©`¤z m ë

 

b¦àî©Ø y b¦àî©Ü Ç ¢é¨£ÜÛa  æb × ë 6¡é¨£ÜÛa  å¡ß ¦ò 2¤ì m 9¡å¤î È¡2b n n¢ß

 

 

 

            “Bir müminin diğer bir mümini öldürme yetkisi yoktur. Ancak yanlışlıkla olması müstesna. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse (keffaret olarak) mümin bir köleyi azad etmesi ve öldürülen ve öldürülenin ailesine de teslim edilecek bir diyetin verilmesi farzdır…” (Nisa: 92)

 

 

 

            Ayet-2

 

 

 

            ¤á¢×¢Æ¡ a ªì¢í ¤å¡Ø¨Û ë ¤á¢Ø¡ãb à¤í a ó¬©Ï ¡ì¤Ì £ÜÛb¡2 ¢é¨£ÜÛa ¢á¢×¢Æ¡ a ªì¢íü

 

 åî©×b   ß ¡ñ ` ' Ç ¢âb Ȥx¡a ¬¢é¢m 0b £1 Ø Ï 7 æb à¤í üa ¢á¢m¤  £Ô Ç b à¡2

 

¢`í©`¤z m ¤ë a ¤á¢è¢m ì¤ ¡× ¤ë a ¤á¢Øî©Ü¤ç a  æì¢à¡È¤À¢m b ß ¡Á  ¤ë a ¤å¡ß

 

¢ñ 0b £1 ×  Ù¡Û¨! 6§âb £í a ¡ò r¨Ü q ¢âb î¡_ Ï ¤ ¡v í ¤á Û ¤å à Ï 6§ò j Ó 0

 

 Ù¡Û¨Æ × 6¤á¢Ø ãb à¤í a a¬ì¢Ä 1¤ya ë 6¤á¢n¤1 Ü y a !¡a ¤á¢Ø¡ãb à¤í a

 

 æë¢`¢Ø¤' m ¤á¢Ø £Ü È Û ©é¡mb í¨a ¤á¢Ø Û ¢é¨£ÜÛa ¢å¡£î j¢í

 

 

 

            “Allah sizin kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminlerinizden ötürü cezalandırmaz. Fakat sizi (kasten ettiğiniz yemini bozmanız halinde) keffareti, aile efradınıza yedirmekte olduğunuz yiyeceklerin ortalamasından, on fakire yedirmek veya onları (on fakiri) giydirmek yada Müslüman bir köleyi azad etmektir…” (Maide: 89)

 

 

 

            Ayet-3

 

 

 

            aì¢Ûb Ó b à¡Û  æë¢&ì¢È í  £á¢q ¤á¡è¡ö¬b  ¡ã ¤å¡ß  æë¢`¡çb Ä¢í  åí©Æ £Ûa ë

 

 æì¢Ä Çì¢m ¤á¢Ø¡Û¨! 6 b£ ¬b à n í ¤æ a ¡3¤j Ó ¤å¡ß §ò j Ó 0 ¢`í©`¤z n Ï

 

`î©j    æì¢Ü à¤È m b à¡2 ¢é¨£ÜÛa ë 6©é¡2

 

 

 

            “Kadınlarına zihar yapıp, ayrılmak isteyen, sonra da dediklerini geri alanlar, hanımlarıyla temas etmezden önce bir köle azad etmelidirler.” (Mücadele: 3)

 

 

 

            Görüldüğü gibi İslam: Köleliğin son bulması için çeşitli kolaylıklar koymuştur.

 

            Ama kölelik ve cariyelik vardır. Ve kendilerine göre kuralları da mevcuttur.

 

            Şunu ifade edeyim ki; maalesef sizin görüş ve düşünce sisteminiz, hemen her mevzuda Kur’an’a uymak değil, Kur’an’ı arzularınıza uydurmak istiyorsunuz. Aslında kitabınızın adı, Kur’an’daki İslam değil; “Kur’an’a karşı İslam” olsaydı, daha doğru isim koymuş olurdunuz. Şimdi nisa suresinin 25. ayetini hakem yapalım:

 

 

 

            ¡pb ä _¤z¢à¤Ûa  |¡Ø¤ä í ¤æ a ü¤ì x ¤á¢Ø¤ä¡ß ¤É¡À n¤  í ¤á Û ¤å ß ë

 

6¡pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ¢á¢Ø¡mb î n Ï ¤å¡ß ¤á¢Ø¢ãb à¤í a ¤o Ø Ü ß b ß ¤å¡à Ï ¡pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa

 

 £å¢çì¢z¡Ø¤ãb Ï 7§S¤È 2 ¤å¡ß ¤á¢Ø¢a¤È 2 6¤á¢Ø¡ãb àí©b¡2 ¢á Ü¤Ç a ¢é¨£ÜÛa ë

 

§pb ä _¤z¢ß ¡Òë¢`¤È à¤Ûb¡2  £å¢ç 0ì¢u¢a  £å¢çì¢m¨a ë  £å¡è¡Ü¤ç a ¡æ¤!¡b¡2

 

¤æ¡b Ï  £å¡_¤y¢a ¬a !¡b Ï 7§æa  ¤  a ¡pa Æ¡_ £n¢ß ü ë §pb z¡Ïb  ¢ß  `¤î Ë

 

 å¡ß ¡pb ä _¤z¢à¤Ûa ó Ü Ç b ß ¢Ñ¤_¡ã  £å¡è¤î Ü È Ï §ò '¡yb 1¡2  å¤î m a

 

aë¢`¡j¤_ m ¤æ a ë 6¤á¢Ø¤ä¡ß  o ä ȤÛa  ó¡'   ¤å à¡Û  Ù¡Û¨! 6¡la Æ È¤Ûa

 

;¥áî©y 0 ¥0ì¢1 Ë ¢é¨£ÜÛa ë 6¤á¢Ø Û ¥`¤î 

 

 

 

            “İçinizden her kim, hür ve mü’min kadınları nikah edecek mali bir güce ermemiş ise, ona da ellerinizin altındaki genç mü’min cariyeleriniz var... namuslu yaşadıkları halde, onları sahiplerinin izniyle nikah edin… Eğer evlendikten sonra, bir fuhuş irtikab ederlerse, o vakit onlara, hür kadınlara verilen CEZA’NIN YARISI gerekir. Bu cariye evliliği, sizden günaha düşme korkusu olanlarınız içindir. Yoksa, (onlarla evlenmeyip) sabretmeniz, sizin için daha hayırlıdır.” (Nisa: 25)

 

 

 

            Görüldüğü gibi, hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenlere; zaruret halinde zinaya  düşmemeleri için, Müslüman olmuş, namuslu cariyelerle evlenmeye izin verilmiş ve yine de, bunlarla evlenmeyip sabrederseniz hakkınızda daha hayırlı olur buyurulmakla, onlarla evlenmemek tavsiye edilmiştir.

 

            Ve de: “Eğer evlendikten sonra bir fuhuş irtikab ederlerse, o vakit onlara, hür kadınlara verilen cezanın yarısı gerekir” buyurulmaktadır.

 

 

 

            Şimdi sizin mantığınıza göre, Cenabı Allah (c.c.)

 

            1- Netice itibariyle sabredenlere cariyelerle evlenmemeyi tavsiye etmekle;

 

            2- Son paragrafta: Onlar evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa, o vakit onlara hür kadınlara verilen cezanın yarısı gerekir. Buyurulmakla, Cenabı Allah kullarını sınıflara bölerek zulüm mü ediyor?

 

            Yoksa, niçin hür kadınlara tam ceza veriyorsun öbürlerine yarım, bu adaletsizliktir mi diyeceksin?

 

            3- Yine Kur’an’daki İslam kitabının 619. sayfasında: “cariyelerin hür kadınlar aksine örtünmemeleri gerekli görülüyor. Fıkhın bu tesbitinin, daha doğrusu bu ayrımın Kur’an’sal dayanağı nedir? Diye soruyor arkasından da cevap olarak; “Böyle bir ayrımın Kur’an’sal dayanağı yoktur.” diyorsun. Bunu derken, Kur’an’a baka baka yanlış yapıyorsun. Bu ayırımı bizzat Cenab-ı Hakk yapmıyor mu? Ve de ahzab suresinin 59. aytinde: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin eşlerine söyle ki: (dışarı çıktıkları zaman) cilbablarını üzerlerine salsınlar; böyle yapmaları (cariye değil, hür oldukları giysilerinden) tanınıp da eziyet edilmemelerine daha uygundur. Allah Gafur ve Rahimdir.” buyurarak inanmış hür kadınların, cariyelerden ayırt edilmesi için örtünmeleri emir edilmiyor mu? Açıkça hürleri, cariyelerden giyimle ayırmayı emreden ayet karşısında nasıl “Böyle bir ayrımın Kur’an’da dayanağı yoktur.” diyebiliyorsunuz? Günah olmuyor mu?

 

            Yine aynı kitabınızın 529. sayfasında, ahzab 59. ayetiyle ilglili suali kendiniz cevaplandırırken şöyle yazıyorsunuz.

 

            S-59. ayette geçen “Cilbab”la ilgili bilgi verir misiniz?

 

            C- Bu ayetteki emir, şartlı bir emirdir. Mümin kadınların tanınıp eza görmemelerini sağlamak için üzerlerine Cilbab (sokağa çıkıldığında kullanılan ve vücudu baştan aşağı örten dış giysi) almaları emrediliyor. Yani Cilbab emri tanınmayı sağlamak ve tasallutu önlemek içindir. Bu son cümlen burada doğru, bunu burada itiraf ettiğin halde; 619. sayfada niçin yukarıda da sorduğum gibi, Cariyeyle hür arasında farklı örtünmenin Kur’an’sal dayanağı yoktur. diyorsun? Bu tenakuz değil mi?

 

            İşte Hz. Ömer’in ayeti anlayışı ve uygulaması:

 

          

 

            Kaynak-2

 

 

 

            “İmam Malik rahimehullah’tan ulaştığına göre, Abdullah İbni Ömer’in bir cariyesi vardı. Hz. Ömer onu, hürlerin kıyafetine bürünmüş görünce, bu davranışını normal karşılamayıp müdahale etti. Kızı Hafsa’nın yanına girip;

 

            “Oğlan kardeşinin cariyesini halkın içine karışmış görmedin mi?” dedi ve Hz. Ömer bu hali hoş karşılamadı.” (Muvatta, İsti’zan 44,-2,981)

 

 

 

            AÇIKLAMA:

 

 

 

            “Kılık kıyafet, kişinin, içtimai statüsünü de  tayin eden bir faktördür. İslam dini, herkesin kendine uygun kıyafeti taşımasını esas kabul etmiştir. Erkek kadına, kadın erkeğe kıyafette benzememelidir. Kölenin hür olana benzemesini de uygun görmez. Hz. Ömer (r.a.), köle hür ayrımının kıyafette konması taraftarıdır. (Kütübü Sitte C.15 Sh. 56)

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

PEYGAMBERİMİZİN ÜMMİLİĞİ

 

BİRİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 109-111

 

 

 

            A’raf suresi ayet: 157

 

 

 

            S- Hz. Peygamber’in Kur’an’da açıkça belirtilen ümmi sıfatı hakkında neler söylenebilir?

 

            C- Ümmi kelimesinin  Kur’an terminolojisindeki karşılığı neyse o söylenebilir.

 

 

 

            Ümmi kelimesi Kur’an tarafından ehli kitabın elindeki Tevrat ve İncil’i okumamış, onların bilgileriyle beslenmemiş kişi karşılığında kullanılır. Nitekim Kur’an bu kelimeyi Ali İmran 20. ayette, ehli kitap olmayan kitleler anlamında kullanmış. Cum’a suresi 2. ayette ise Hz. Peygamber’in hitap ettiği toplum anlamında sunmuştur. Bu toplumun içinde bir çok okur-yazar insan vardı. Bizzat Hz. Peygamber’in 30’dan fazla katibi vardı. Hz. Peygamberin eşleri içinde okuma yazma bilenler vardı. Bütün bu insanları Kur’an ümmi diye nitelendirmektedir.

 

            Demek oluyor ki, ümmi kelimesin Kur’an dilinde karşılığı, okuma yazma bilmeyen değil, ehli kitap’ın elindeki belgelere dayalı bilgilerle eğitilmemiş insan demektir. Konuyu Hz. Peygamber açısından değerlendirirsek şunları söylemek zorundayız: Hz. Peygamber’in ümmiliğinin (Bk.A’raf: 57-58) okuma yazma bilmemekle hiçbir ilgisi yoktur. Onun ümmiliği Tevrat ve İncil’i etüt etmemiş olmak, daha genel bir ifadeyle, entellektüel ve kitabi bilgilerle zihnini doldurmamış olmak anlamındadır.

 

            Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediği yolundaki kabul ve iddia onun bütün bilgileri Allah’tan aldığı gerçeğini kuvvetlendirmek için sürekli savunulmuştur. Sanki okuma yazma bilmesi bilgilerini Allah’tan almasına engelmiş gibi. Oysa ki, bu iddia ve kabulde Hz. Peygamber’i küçük düşüren bir yön vardır. Aldığı vahyin ilk emri “oku” olan, en büyük düşmanlarını, sahabelerine okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmayı kabul eden, okuyup yazmaya, kaleme ve kağıda yeminle dolu bir kitabı insanlığa tebliğ eden bir Allah elçisinin 23 yıllık peygamberlik dönemi boyunca okuma yazma öğrenmemiş olduğunu iddia etmek hem yanlıştır, hem de ayıptır. Kaldı ki, Hz. peygamber’in gelen vahiyleri katiplerine yazdırdıktan sonra yazılanları kontrol edip imla düzeltmeleri bile yaptığını kaynaklar bize haber veriyor. Hz. Peygamber okuma-yazma bilmeden bu işi nasıl yapıyordu.?

 

            Doğrusu şu ki, Peygamberimiz nübüvvetinin ilk yıllarında okuma-yazma bilmiyor olsa bile, sonraki zamanlarda mutlak öğrenmiştir. Ve böyle bir şey Allah Resulü için herhalde çok kısa bir zaman almıştır. Allah’ın salat ve selamı ona ve onun ehlibeytine olsun.

 

            Şunu da bir irfan borcu olarak ekleyelim ki, bir daha önceki yazılarımızda bu ümmi meselesini geleneksel kabullerdeki şekliyle savunmuştuk. Daha sonra araştırmalarımız bizi bu kabulümüzün gerçeği yansıtmadığı kanısına ulaştırdı. Şimdi burada Kur’an’ın verilerine uygun tesbiti kaydediyor, bizi uyaranlara şükran sunuyor, önceki yazılarımızdaki ilgili yerlerin burada yazdıklarımızın ışığında tashih edilmesini rica ediyoruz. (Öztürk’ün sözü burada bitti.)

 

 

 

            Sayın Öztürk, siz ki konuşmalarınız ve kitabınızla “Kur’an’dan onay almayan, Hadis te olsa muteber değildir.” diyordunuz. Şimdi ne oldu da yukarılarda: Tesettür bahsinde “aynı kaptan erkeklerle beraber abdest alırdık” şeklindeki zayıf bir hadisle Kur’an’ın tesettür hükmünü iptal etmeye çalışmıştınız.

 

            Bu defa da hiçbir kaynak, ne ayet, ne hadis, ne de herhangi  sizin gibi düşünen biri dahi olsa ismini vermeden: Açık iki ayetin bildirdiklerini saptırıyorsunuz. Diğer mevzularda kaynak bulamadığınız için, aynı görüşü paylaşan bir iki arkadaşınızın ismini veriyordunuz. Ne kadar yanlış yola, çıkmaza girmişsiniz ki, bu çirkin görüşünüzde onlar da sizi terk etmiş olmalılar ki, bu defa yanınıza hiçbir destek alamamış yalnız kalmışsınız. Ancak “bizi uyaranlara şükran sunuyor, önceki yazılarımızdaki ilgili yerlerin, burada yazdıklarımız ışığında tashih edilmesini rica ediyoruz” diyorsunuz. Sizi aydınlatanlara şükranlarınızı bildirirken, onların isimlerini açmanız gerekmez miydi? Yoksa vicdanen kendinizi ve onları suçlu bulduğunuz için mi gizliyorsunuz?

 

            Diğer fikirdaşınız, televizyonun 6. kanalındaki “Ceviz Kabuğu” programına, Amerika’dan oturuma telefonla iştirak ettiğinde; size “hocam beraber reformu başlatalım” diyen ve kendisine vahiy geldiğini, Hocası Reşat Halife’nin, Resul (peygamber) olduğunu uzun süre savunup, bu konuda (Kur’an’daki 19 rakamını kendine göre onun mucizesi kabul ederek) kitaplar yazdıktan sonra, Hulki Cevizoğlu’nun sorusu üzerine “o kitaplarımı çöpe at” diyen, Edip Yüksel gibi, siz de; “önceki yazdıklarımı lütfen düzeltin” derken, acaba bu yeni fikrinizde ne kadar sebat edeceksiniz?

 

            Sayın Öztürk, yukarıda diyorsunuz ki “Ümmi kelimesi Kur’an tarafından Ehli kitab’ın elindeki Tevrat ve İncil’i okumamış” onların bilgileriyle beslenmemiş kişi, karşılığında kullanılır, nitekim Kur’an bu kelimeyi Ali İmran 20’de: “Ehli kitap olmayan kitleler anlamında kullanmış” tır.

 

            “Konuyu Hz. Peygamber açısından değerlendirirsek şunları söylemek zorundayız: Hz. Peygamber’in ümmiliğinin (bk. A’raf, 157-158) okuma-yazma bilmemekle hiçbir ilgisi yoktur. O’nun ümmiliği Tevrat ve İncil’i etüt etmemiş olmak, daha genel bir ifadeyle entelektüel ve kitabi bilgilerle zihnini doldurmamış olmak anlamındadır.”

 

            “Sanki okuma yazma bilmesi, bilgilerini Allah’tan almasına engelmiş gibi. Oysa ki bu iddia ve kabulde Hz. Peygamberi küçük düşüren bir yön vardır.”

 

            “…23 yıllık peygamberlik dönemi boyunca okuma-yazma öğrenememiş veya öğrenmemiş olduğunu iddia etmek hem yanlıştır, hem de ayıptır.”

 

            “Doğrusu şu ki; Peygamberimiz nübüvvetinin ilk yıllarında okuma-yazma bilmiyor olsa bile, sonraki zamanlarda mutlaka öğrenmiştir. Ve böyle bir şey Allah Resulü için her halde çok kısa bir zaman almıştır.” diyorsun.

 

          

 

            Ümmi kelimesinin lügat manasını yazmadan önce size sorarız. Hz. Adem (a.s.) ilmi kimden ve ne kadar zamanda öğrendi? Şimdi lügat manasını alalım:

 

            “Ümmi anasından doğduğu gibi, öyle kalıp, okuyup yazma öğrenmemiş kimse. Ümmî’i Sadık Muhammed Peygamber’dir.” (Büyük Osmanlıca Türkçe Sözlük Mustafa Nihat Özön)

 

 

 

                Şimdi sizin iddialarınıza sırayla cevap verelim: Her halde herkes iyi bilir ki; Hüküm eksere’ dir. Mesela; binlerce kadının toplandığı bir yerde, birkaç tane erkek de bulunsa; uzaktan birisi o taraftan gelen bir kişiye: “O kalabalık nedir, kimlerdir?” diye sorsa, o adam “Bilmiyorum kadınlar toplanmış” diyecektir. Çünkü bu kalabalığın çoğunluğu kadınlardır. Az sayıdaki erkeğin lafı olmaz.

 

            Yine bunun gibi; depodaki bin sandık elma’dan yedi –sekiz yüzü çürüdü ise, sorulduğunda “Mahvoldum elmalarımın hepsi çürümüş” der. İstisnalar kale alınmaz.

 

            Bundan dolayı Arap müşriklerinin hemen tamamına yakını okur-yazar değildi ki; siz de bunu şu cümlenizle itiraf ediyorsunuz. “Resulullah en büyük düşmanlarını, sahabelerine (arkadaşlarına) okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmayı kabul ediyordu” demekle Arap müşriklerinin, okur-yazar olmayıp Ümmi olduklarını itiraf etmiş bulunuyorsun.

 

            Peygamberimiz Efendimizin (s.a.s.) ümmiliğini de “okur-yazar olduğu halde Tevrat ve İncil’i okumamış onların bilgileriyle beslenmemiş, genel bir ifadeyle entellektüel olmamış… anlamındadır” derken, kainatın Efendisini okur-yazar olduğu, Kur’an ise henüz inmemiş bulunduğu halde: Dine ait hiçbir gayretin ve araştırmanın, içinde olmaması maneviyat ve Allah’a ulaşmak, ahiretini kazanmak  için hiçbir çaba sarf etmemesi için duygusuz ve hantal bir portre çizmiş olmuyor musunuz? Sonra onun okur yazar olmayışı “onu küçültür” derken, Resulallah’ın gerçek sıfatı olan ve kendisi için büyük bir mucize sayılan Ümmi’lik okur-yazar olmamak halini ona küçültücü bir sıfat olarak yakıştırmakla, en azından kendiniz küçülmüyor musunuz? Aynı zamanda sizin gibi düşünmeyen milyarlara varan Müslümanların inancına da hakaret etmiş olmuyor musunuz?

 

            Sondan bir önceki paragrafta; zaten hiçbir deliliniz olmadığı için: “Peygamberimiz nübüvvetinin ilk yıllarında, okuma-yazma bilmiyor olsa bile sonraki zamanlarda mutlaka öğrenmiştir” diyorsunuz. Görüldüğü gibi: İlmi hiçbir kaynağa dayanmayan, ayet ve hadisle ilgisi olmayan bir tahminden bahsediyorsunuz. Bari okuma-yazmayı, kaç ayda ve kimlerden öğrendiğini de tahmin etseydiniz!

 

            Şunu da bilmek lazım ki; Allah (c.c.) topluma ümmi derken, o toplumun ekserisi kastedilmiştir. Fakat Peygamberimiz, Efendimizden bahsedilirken bizzat kendileri kastedilmiştir.

 

 

 

ŞİMDİ KAYNAKLARA GELELİM:

 

 

 

            Sayın Öztürk! Sizin de saygı duyduğunuz sayın Hayrettin Karaman ve diğer değerli profesörlerin müştereken sayın Ali Özek başkanlığında bir heyet olarak hazırladıkları 157-158. ayetlerin meallarini dip notuyla beraber alıyorum. Her halde bunlara itimat edersiniz:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            Kaynak-1

 

             ¢é ã뢆¡v í ô©ˆ £Ûa  £ó¡£ß¢üa  £ó¡j £äÛa  4좠 £ŠÛa  æì¢È¡j £n í  åí©ˆ £Û a

 

¤á¢ç¢Š¢ß¤b í 9¡3î©v¤ã¡üa ë ¡òí¨‰¤ì £nÛa ó¡Ï ¤á¢ç †¤ä¡Ç b¦2ì¢n¤Ø ß

 

¡pb j¡£î £ÀÛa ¢á¢è Û ¢£3¡z¢í ë ¡Š ؤä¢à¤Ûa ¡å Ç ¤á¢èî¨è¤ä í ë ¡Ò뢊¤È à¤Ûb¡2

 

 45¤Ë üa ë ¤á¢ç Š¤•¡a ¤á¢è¤ä Ç ¢É š í ë  s¡ö¬b j ‚¤Ûa ¢á¡è¤î Ü Ç ¢â¡£Š z¢í ë

 

¢ê뢊 – ã ë ¢ê뢉 £Œ Ç ë ©é¡2 aì¢ä ߨa  åí©ˆ £Ûb Ï 6¤á¡è¤î Ü Ç ¤o ãb × ó©n £Ûa

 

; æì¢z¡Ü¤1¢à¤Ûa ¢á¢ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a =¬¢é È ß  4¡Œ¤ã¢a ¬ô©ˆ £Ûa  ‰ì¢£äÛa aì¢È j £ma ë

 

 

 

            “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları O elçiye, O Ümmi Peygamber’e uyanlar (var ya) işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’raf: 157)

 

 

 

            b¦Èî©à u ¤á¢Ø¤î Û¡a ¡é¨£ÜÛa ¢4좠 0 ó©£ã¡a ¢ b £äÛa b 袣í a ¬b í ¤3¢Ó

 

 ì¢ç ü¡a  é¨Û¡a¬ü 7¡ ¤0 üa ë ¡pa ì¨à £ Ûa ¢Ù¤Ü¢ß ¢é Û ô©Æ £Û?a

 

¡£ó¡£ß¢üa ¡£ó¡j £äÛa ¡é¡Û좠 0 ë ¡é¨£ÜÛb¡2 aì¢ä¡ß¨b Ï :¢oî©à¢í ë ©ï¤z¢í

 

 æ뢠 n¤è m ¤á¢Ø £Ü È Û ¢êì¢È¡j £ma ë ©é¡mb à¡Ü × ë ¡é¨£ÜÛb¡2 ¢å¡ß¤ªì¢í ô©Æ £Ûa

 

 

 

            “De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim. Ondan başka Tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi Peygamber olan Resulüne ‘ki O Allah’a ve onun sözlerine inanır’ iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulasınız.” (A’raf: 158)

 

 

 

                Dip Not: “Ayette geçen (ümmi) kelimesi, okuma-yazma bilmeyen karşılığında kullanılmış olup, Resulullah’ın bir vasfıdır. Allah Teala’nın O’nu bu vasıf ile açıklaması ümmi olduğu halde; ilmin bütün kemalatına sahip olmasındandır ki, bu da O’nun hakkında bir mucizedir. Resul denilmesi Allah’a izafeten, Nebi denilmesi ise kullara nisbetidir. Yani o, Allah’ın elçisi olması bakımından Resul, insanlara Allah’ın emirlerini ulaştırıp bildirmesi bakımından da Nebi’dir. Ayette geçen ağırlıklar ve zincirler’ den maksat, Tevrat’ta bulunan ve günah işleyen azaların kesilmesi, elbisenin pislik değen kısmının kesilip atılması gibi uygulanmasında güçlük çekilen hükümlerdir. İslam dini bu ağır hükümleri kaldırarak insanları bir tür meşakkat zincirinden kurtarmış; kolay ve uygulanabilir hükümleri koymuştur.” dip not burada bitti.

 

 

 

            Buraya büyük müfessir Konya’lı Mehmet Vehbi efendinin tefsirinden ilgili bölümü alıyorum:

 

 

 

            Kaynak-2

 

 

 

            “Resulullah okuyup yazmadığı için ümmi denilmiştir. Ve ümmi olması Resulullah hakkında şeref’i nübüvveti’ne delalet eder. A’zam’ımu’cizatındandır. Çünkü; Resulullah okumak ve yazmaksızın evvelin ve ahirin (öncelerin ve sonraların) ulumunu cami olan Kur’an’ı getirmek ve akşam sabah ziyade ve noksan olmaksızın, tağyir ve tebdil vuku bulmaksızın ümmeti üzerine kıraat etmek ve birçok mugayyebattan haber vermek ve haber verilen şey aynıyla vaki olmak elbette nübüvvetini tasdik ve tarafı İlahi’den mebus (seçilmiş)Resul olduğunu teyid ettiği için Resulullah’ın ümmi olması mucizelerinin büyüğüdür. Zira; ümmi olmasaydı Kur’an’ı başka kitaptan istinsah (kopya) etti diyerek kavmi tarafından itham olunurdu. Fakat ümmi olduğu cihetle bu ithama meydan kalmamış ve itham etseler dahi hükmü olamamıştır.”

 

          

 

            Bu kısım da burada son buldu. Aynı konuyu ikinci kısımda devam ettireceğiz.

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

İKİNCİ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 334-335

 

 

 

            Ankebut suresi ayet: 48

 

 

 

            S-48. ayette Hz. Peyamber’ in okuma-yazma bilmediği mi söyleniyor?

 

            C-“Hayır öyle bir şey söylenmiyor. Söylenen aynen şudur. “Sen bundan önce bir kitap okumuyordun. Elinle de onu yazmıyordun. Eğer öyle olsaydı inkarcılar elbette kuşkulanırlardı.”

 

            Hz. Peygamber kitabi bilgilerden habersizdi, ehli kitab’ın elindeki kitapları da okumamıştı. Kur’an bu durumda olanlara ümmi diyor. Nitekim Kur’an’a göre, Peygamber’imizin kitap okumamış, aldığı vahiyleri kendi elinin ürünü olarak yazmamış olması onun okuma-yazma bilmediği anlamına gelmez.

 

            Bize göre de Hz. Peygamber nübüvvetinin ilk zamanlarında okuma-yazma bilmiyordu. Ama sonradan öğrendiğinde hiç kuşku yoktur. Ve bu onun için muhakkak çok kolay olmuştur. Aldığı vahiylerin ilk emri “oku” olan bir peygamber’in başka türlü davranması düşünülemez. Nitekim Ebül Velid, peygamberimizin okuma yazma bildiğini ispat için bir eser yazmış, çağımızın büyük İslam bilgini Muhammed Hamidullah da Hz. Peygamber’in sonraki zamanlarda okuma-yazma öğrendiğini bilimsel açıdan ispatlamıştır.

 

            Bahsi kapamadan, kaynaklarda yer alan şu olayı da sunmak istiyoruz. Hudeybiye antlaşması yazıya geçirilirken, peygamberimizin imzalayacağı yere, katiplik yapan Hz. Ali tarafından “Allah’ın elçisi Muhammed” yazılmıştı. Antlaşmaya Kureyş adına imza atmakta olan Süheyl,  peygamberimizin mukaveleye bu şekilde geçirilmesine itiraz ederek şöyle demişti: “Biz senin Allah’ın elçisi olduğunu kabul etseydik seninle savaşmazdık; yalnız adını  ve babanın adını yaz.” Bunun üzerine Peygamberimiz Hz. Ali’ye Allah’ın Elçisi sözünü silmesini söylemiş, fakat Hz. Ali bu ünvanı silemeyeceğini ifade etmişti. Nihayet Hz. Peygamber mukaveleyi Ali’nin elinden alarak, Allah’ın Elçisi sözünü silmiş ve kendi adını yazmıştır.”(bk.Buhari, Şurut,15) Öztürk’ün sözü burada bitti.

 

 

 

            Sayın Öztürk! Geçen sayfalarda söylediğim gibi yanınıza kimseyi bulamayınca; Çağımızın büyük İslami bilgini diye takdim ettiğiniz, sizin gibi çarpık fikirleri bulunan, Muhammed Hamidullah’ tan bahsediyorsun. İşte bir kimliği: “Muhammed Hamidullah: 1908 senesinde Hindistan’ın güneyinde Haydarabat’ta tevellüt etti. (doğdu) 1971 de İstanbul da kendisi ile konuşuldu. İslam alimlerine Selef’i salihine güvenmediğini, Haydarabat’taki hocasının sözlerine uymayan bilgilere inanmadığını söyledi. Orada Osmaniye Üniversitesinde okudu. Devletler hukuku üzerinde doktora yaptı. 1947 de Hindistan hükümeti kendisini vatandaşlıktan çıkardı. Paris’te CNRS ilmi araştırma azasıdır. İsmailiye mezhebinde koyu Ehl-i Sünnet  düşmanı olarak yetişti. Açık ve sinsice İslamiyeti bozmaya Ehl-i sünnet alimlerini lekelemeye çalışmaktadır. (İslam’a giriş) ve (İslam Peygamberi) kitaplarında, bozuk düşüncelerini açığa vurmaktadır.” (Saadeti Ebediye H.H.Işık S.1004) Durumu böyle olan o kimse de sizin gibi iddia etse, ayetlerin ve hadislerin karşısında ne değeri var.

 

            Şimdi konumuz olan bu ayeti kerimede: “Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.” buyurmuyor mu? İşte İslam düşmanlarının, halen iddia ettikleri gibi: “Hz.Muhammed okur yazardı, İncil ve Tevrat’tan derleyerek Kur’an’ı yazdı.” diyenlere; sizin iddianız yardımcı olmuyor mu? Ayeti yalanlarcasına onları doğrulamıyor mu? Halbuki işte böyle bir iddia da bulunacaklarını önceden bilen Cenab-ı Hakk: Bütün insanlığın kıyamete kadar  hepsine en son peygamber olarak  ve de bütün alemlere rahmet olarak gönderdiği Hz. Muhammed (s.a.s)’i, okur yazar olmadığı halde, kendinden önceki peygamberlere verilen bütün kitapların hükmünü nesheden, kaldıran ve de insanların ve cinlerin yardımlaşsalar dahi, emsalini yazmayacakları ve de kıyamete kadar korunacağı, Allah (c.c.) tarafından vaat edilen, ayrıca yaş ve kuru ne varsa hepsi içinde bulunduğu ayetlerle açıklanmış olan Kur’an’ı Muazzam’ı; O ümmi, okur yazar olmayan Hz. Peygamber’in kalbine indirmiştir. Bu ümmilik O’nun için en büyük mucizelerden sadece birisidir.

 

            İşte Haşir suresi: “Eğer biz bu Kur’an’ı, bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça, parça olmuş görürdün, bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”

 

            Sayın Öztürk acaba hiç düşündünüz mü? “Bize göre de Hz. Peygamber nübüvvetin ilk zamanlarında okuma-yazma bilmiyordu ama sonradan öğrendiğinde hiç kuşku yoktur ve bu onun için muhakkak çok kolay olmuştur.” diye tahminde bulunduğun; kainatın efendisi, tüm insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilen bu mübarek zatın KALBİ: Nasıl bir kalp idi ki; ayette bildirildiği gibi, dağları parçalayacak olan o vahye, Kur’an’ın inişine tahammül etti? Acaba O’nun kalbi, yalçın kayalardan meydana gelen o yüce dağlardan daha mı güçlü idi? Elbette manen güçlü idi. ve de okur-yazar değildi.

 

          

 

ŞİMDİ KAYNAKLARA GELELİM:

 

 

 

            Kaynak-1

 

          

 

            =ó¨ ¤ä m 5 Ï  Ù¢ö¡`¤Ô¢ä 

 

ó¨1¤_ íb ß ë  `¤è v¤Ûa ¢á Ü¤È í ¢é £ã¡a 6¢é¨£ÜÛa  õ¬b (b ß ü¡a

 

 

 

            “Sana (Kur’an’ı) okutacağız; artık Allah’ın dilediği hariç, sen hiç unutmayacaksın. Şüphesiz Allah, açığı ve gizleneni bilir.” (A’la suresi: 6-7)

 

            Dip Not: Okuduğun hafızandan hiç silinmeyecek. Sen bir “Ümmi”sin. Bu da senin için başka bir mucize olacak. (Beyzavi)

 

 

 

                Kaynak-2

 

            (Aynı ayeti, Ali Özek ve H.Karaman’ın hazırladığı heyetin mealinden alıyorum.)

 

          

 

            “Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyardı.”

 

 

 

            Dip Not: “Hz. Peygamberin Ümmi yani, okuma-yazma bilmeyen bir kişi olmasının başlıca hikmeti, bu ayette açıklanmış olmaktadır: Eğer Resulü Ekrem, okuma-yazma bilen bir kişi olsaydı ümmi olan peygamber için bile “Bu Kur’an’ı o uydurmuştur” demeğe kalkan ve en açık mucizeleri inkar eden müşrikler, iftiralarına bir ölçüde mesnet bulmuş olacaklar ve daha çok kimseleri kandırabileceklerdi.” (Kur’an’ı Kerim ve Açıklamalı Meali Sayfa: 401)

 

 

 

            Sayın Öztürk, dikkatinizi çeksin diye sizden naklen aldığım 335. sayfanın son satırında; Buhari kitabına da iftira ederek “Hudeybiyedeki mukaveleyi “Nihayet Hz. Peygamber mukaveleyi Ali’nin elinden alarak Allah’ın Elçisi sözünü silmiş ve kendi adını yazmıştır” diyorsun. Aşağı da en muteber ana kaynaklardan olan, Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih’den naklen alarak, iyice görülsün diye siyah ve büyük harfle yazdığım gibi “Bana gösterin de sileyim” diyerek Hz. Ali’nin elinden mukaveleyi alıp sildikten sonra, onun yerine “Muhammed İbn’i Abdullah yazın buyurduğu” yazılı iken bu iftirayı Buhari kitabına ve Resulullah Efendimize nasıl yapıyorsun? Kimsenin elinde Buhari kitabı yok mu sanıyorsun? Yazıklar olsun!

 

 

            Kaynak-3

 

 

 

            “RESULULLAH ÜMMİ İDİ: Okumak, yazmak bilmezdi. Kur’an’ı Kerim’in birçok ayetlerinde, ezcümle A’raf suresinin 157, 158. ayetlerinde Resulullah’ın ümmiliği ifade edilmiştir.

 

            Ankebut suresinin 48. ayetinde ise, Resulullah’ın Kur’an’dan önce hiçbir kitap okumadığı, sağ eliyle de hala yazı yazmadığı bildirilerek Resulullah’ın ümmiliği izah edilip:” Eğer sen okur, yazar olsaydın o batıl peşinde koşanlar muhakkak şüphelenirlerdi” buyurulmuştur. Cum’a suresinin 2. ayetinde de; Ümmi bir ümmet olan Arap kavmi içinde kendilerine bir ümmiyi peygamber gönderip, o peygamber onları arıtıp terbiye ettiği, ve bir mucize olarak onlara Allah’ın ayetlerini okuyup Kur’an ve şeriat öğrettiği, bildirilmiştir. Hudeybiye musalehanamesinin (antlaşmasının) tahriri k (yazılması) sırasında, kitabet vazifesin ifa eden (yazma işini yapan) Hz. Ali’nin musalehanameye yazdığı “Muhammed Resulullah” ünvanına Kureyş murahhaslarının (temsilcilerinin) itirazı üzerine bunun silinerek yerine “Muhammed İbn’i Abdullah” yazılmasına lüzum görüldüğünde, Hz. Ali silmekten ictinab etmekle (silmekten geri çekilmekle) Resulullah muahedenameyi (antlaşmayı) eline almış ve: BANA GÖSTER DE BEN SİLEYİM, BUYURMUŞ ve silerek Muhammed İbn’i Abdullah yazdırmıştır.

 

            Böyle bir çok vakıaların şehadeti ve yukarıdaki Kur’an ayetlerinin sarahati vechile Resulullah’ın ümmiliği bir hakikattır. Okuyup yazmak için, bir muallimden öğrenmek lazımdır. Halbuki Resulullah’ın böyle bir kimseye minnettarlığı yoktur. Çünkü Hz. Hatice ile izdivacına (evlenmesine) kadar, hayatının asıl öğrenme devri, koyun çobanlığıyla geçmiştir. Hz. Hatice ile izdivacından (evlenmesinden) ve halkın ictimai hayatına karıştıktan sonra da ta’lim ve tealüm hususunda kimseyle teması sebketmemiştir. Etmiş olsaydı Hz. Adem’den, zamanına kadar geçen peygamberlerin vakıalarını, yüksek bir medeniyetin umdelerini tebliğ ederken: Bunları ben öğrettim! Diye, birisinin çıkıp ta bu cihanşümul şerefi kendisine mal etmesi icab ederdi. Böyle bir iddia yalnız bir defa bir Hıristiyan tarafından Müslümanlığı yıkmak için ortaya konmuş ise de, bu hıyanetin cezası Allah Teala tarafından verilerek ansızın ölmüş ve ölüsünü yer de kabul etmeyerek sokaklarda sürünmüştür.

 

            Ümmiliği bu suretle muhakkak olan bir zatın en yüksek bir medeniyetin esaslarını tebliğ etmesi ve bi’n-nefis kurup tahakkuk ettirmesi, iddia ettiği Nübüvvetin en fazıl ve kuvvetli bir delilidir. (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terc.C.9 Sh.285-287)

 

 

 

            Kaynak-4

 

 

 

            (Hudeybiye antlaşmasını anlatan çok uzun bir hadisi şerifin konu fazla dağılmasın diye son kısmından alıyorum)

 

            “…Resulullah: “işiniz artık kolaylaştırıldı, size Suheyl İbnu Amr geldi” (buyurdu)

 

            Suheyl Resulullah’a:

 

            “Gel seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım” dedi. Resulullah (a.s.) katibini çağırdı ve emretti:

 

            “Yaz Bismillahirrahmanirrahim.”

 

            Süheyl itiraz etti:

 

            “Rahman ne demek? Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat: Bismikellahümme yaz, vaktiyle seninde yazdığın gibi” dedi.

 

            Müslümanlar da ona itiraz ettiler:

 

            “Biz onu değil,

 

            Bismillahirrahmanirrahim’i yazarız, dediler.

 

            Ama Resulullah (a.s.) emreder:

 

            “Bismikellahümme yaz! Ve devam et: “Bu Allah ve Resulü ve Süheyl’in üzerinde mutabık kaldıkları hususlardır…”

 

            Süheyl yine itiraz eder:

 

            “Vallahi eğer bilsek ki sen Allah’ın Resulüsün, sana Beytullah’ı kapamazdık, seninle savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbnu Abdullah.”

 

            Resulullah (a.s.):

 

            “Vallahi siz beni tekzib etseniz de, ben kesinlikle Allah’ın Resulüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbnu Abdullah yaz!”  buyurur ve devam eder…” (Buhari, Şurut 15 Küt.Sitte C.12 Sh. 176-177)

 

 

 

            Sayın Öztürk! İki satır yukarıda: Sizin kaynak olarak gösterdiğiniz ve orda yazıyor dediğiniz, (Buhari, Şurut 15), “eline aldı, kendisi Abdullah İbni Muhammed yazdı” sözü bu ifadenin neresinde var?

 

 

Peygamberimize Sesleniş: 2

 

 

 

 

 

Bir Yay’ın iki ucu, arasından daha az,

 

Yakinine ererek, öylece kıldın niyaz!

 

En fazla seni sevdi, sevdiğim dedi sana!

 

Sen ise yakin oldun, eriştin muradına!

 

“Gözünün gördüğünü, yalanlamadı kalbin!”

 

Çünkü en yakinine, almıştı seni Rabb’in!

 

Ve yok olmuştun O’nda, tüm geçmiştin kendinden!

 

Bu ancak sana aid, bir vergiydi Rabb’inden!

 

Bir makam ki Cebrail, giremezken oraya;

 

Davet etti Yüce Hakk, ey dostum gel buraya!

 

İlahi! Bu ne ikram, bu ne izzet, bu ne şan!

 

En kutsal makamda Sen, bir de Resul-ü Zişan!

 

Rabb’i ile yüz yüze, öz öze nur deryası!

 

Bir sohbet, bir huzur ki, huzurun en alası!

 

Dil aciz, idrak aciz hali vasfeylemeye!

 

Onu ancak kendisi, muktedir söylemeye!

 

Ya Resulullah! Lutfet, yolunda fân olalım!

 

Canı binlerle verip, sana kurban olalım!

 

O zaman sevgin ile, yaşarız sonsuza dek!

 

O zaman mümkün olur, ebediyyen ölmemek!

 

 

 

(Kur’an’ın ve Peygamberimizin ve Çağı Aşan Mesajları)

 

 

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

ÜÇÜNCÜ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 403

 

 

 

            Bakara: 173

 

 

 

            S-173. ayette bahsedilen yenmesi haram etler hangileri dir?

 

            C-Bu ayette, yenmesi haram etlerin bir kısmı gösterilmiştir. Diğer bir kısmı ise, Maide suresi 3. ayette sayılmıştır. Bu iki ayeti birlikte değerlendirirsek, yenmesi haram olan etleri şöyle sıralayabiliriz:

 

            1-Ölü hayvan etleri, yani leş,

 

            2-Kan,

 

            3-Domuz eti,

 

            4-Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etleri (putlar adına kesilen hayvanlar),

 

            5-Boğulmuş hayvanların etleri,

 

            6-Vurularak öldürülmüş hayvanların etleri (avlanan hayvanlar değil),

 

            7-Diğer hayvanlar tarafından süsülerek öldürülen hayvanların etleri,

 

            8-Yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanan hayvanların etleri,

 

            9-Dikili fal taşları üzerinde kesilen hayvanların etleri.

 

 

 

            Bu sayılan hayvanların haram olan sadece etleridir. Kur’an’ı Kerim bunların çeşitli unsurlarından yeme dışında yararlanmaya ilişkin bir yasak getirmemiştir. Rivayet edilen bazı hadislere dayanarak daha başka hayvanların hükmedenler olmuşsa da, Kur’an dışında delillerle haram kılmanın geçerli olduğunu kabul mümkün değildir. Bu konuda farklı görüşler için Süleyman Ateş’in tefsirinde geniş bilgiler vardır. (bk. 1/280,286) Biz burada konuya Kur’an’ın bakışını daha net hale getiren bir başka ayeti vermekle yetineceğiz:

 

            “De ki: ‘Bana vahy olunanda ölü hayvan eti, kan, domuz eti-ki pistir- ve sapıklık yüzünden Allah’tan başkası adına kesilmiş olanlar dışında, yiyecek kimse için haramlığına hükmedecek bir şey bulamıyorum.” (En’am, 145)

 

            Hz.Peygamber, kendisine verilen bu ilahi emirden sonra, Kur’an’ın işater etmediği başka bazı etleri yasaklamış olamaz. Bu kadar açık ayetler yanında Hz.Peygamberin söyleyip söylemediği kuşkulu bulunan bir takım rivayetlerle yeni haramlar icat etmek Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. Allah Resulünü böyle bir aykırılığa alet etmekten Allah’a sığınırız. (Öztürk’ün Sözü burada bitti.)

 

 

 

            Sayın Öztürk, yine burada peygamberimiz efendimizin yetkilerini kısıtlayarak; En’am suresinin şu ayetini delil getiriyorsun:

 

 

 

§á¡Çb x ó¨Ü Ç b¦ß £` z¢ß  £ó Û¡a  ó¡y@ë¢a ¬b ß ó©Ï ¢ ¡u a ¬ü ¤3¢Ó

 

 á¤z Û ¤ë a b¦yì¢1¤  ß b¦ß & ¤ë a ¦ò n¤î ß  æì¢Ø í ¤æ a ¬eü¡a ¬¢é¢à ȤÀ í

 

7©é¡2 ¡é¨£ÜÛa ¡`¤î Ì¡Û  £3¡ç¢a b¦Ô¤ ¡Ï ¤ë a ¥ ¤u¡0 ¢é £ã¡b Ï §`í©R¤ä¡

 

¥áî©y 0 ¥0ì¢1 Ë  Ù £2 0  £æ¡b Ï §&b Ç ü ë §Îb 2  `¤î Ë  £`¢À¤"a ¡å à Ï

 

 

 

 

 

            “De ki: “Bana inen vahiyde (Kur’an’da) yiyen bir kimse için; yiyeceği şeyden: leş, akan kan, necis olan domuz eti veya Allah’tan başkası adına bir fısk olarak boğazlanan müstesna (sizin haram kıldıklarınızdan) haram edilmiş bir şey bulamıyorum.” Bununla beraber, kim çaresiz kalırsa (başkasının hakkına) tecavüz etmemek ve zaruret miktarını aşmamak şartıyla (bu istisna edilen haramlardan da yiyebilir) Şüphesiz ki senin Rabbin çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (En’am: 145)

 

 

 

            En’am suresindeki bu ayetin hükmü, Cenab-ı Hakk tarafından indirilen, Maide suresinin: Yenilmesi haram olan etlerin sayısını artıran şu ayetiyle neshedilmiş, hükmü ilave haramlarla kaldırılmış, değiştirilmiş.

 

 

 

            İşte Ayet:

 

¬b ß ë ¡`í©R¤ä¡_¤Ûa ¢á¤z Û ë ¢â £ Ûa ë ¢ò n¤î à¤Ûa ¢á¢Ø¤î Ü Ç ¤o ß¡£`¢y

 

¢ò í¡£& ` n¢à¤Ûa ë ¢ñ !ì¢Ó¤ì à¤Ûa ë ¢ò Ô¡ä _¤ä¢à¤Ûa ë ©é¡2 ¡é¨£ÜÛa ¡`¤î Ì¡Û  £3¡ç¢a

 

 |¡2¢! b ß ë ¤á¢n¤î £× !b ß ü¡a ¢É¢j £ Ûa  3 × a ¬b ß ë ¢ò zî©À £äÛa ë

 

6¥Õ¤ ¡Ï ¤á¢Ø¡Û¨! 6¡âü¤9 üb¡2 aì¢à¡ ¤Ô n¤  m ¤æ a ë ¡k¢_¢£äÛa ó Ü Ç

 

¤á¢ç¤ì '¤_ m 5 Ï ¤á¢Ø¡äí©& ¤å¡ß aë¢` 1 ×  åí©Æ £Ûa   ¡÷ í  â¤ì î¤Û a

 

¤á¢Ø¤î Ü Ç ¢o¤à à¤m a ë ¤á¢Ø äí©& ¤á¢Ø Û ¢o¤Ü à¤× a  â¤ì î¤Û a 6¡æ¤ì '¤ a ë

 

ó©Ï  £`¢À¤"a ¡å à Ï b6¦äí©&  â5¤ ¡üa ¢á¢Ø Û ¢oî©" 0 ë ó©n à¤È¡ã

 

¥áî©y 0 ¥0ì¢1 Ë  騣ÜÛa  £æ¡b Ï =§á¤q¡ü §Ñ¡ãb v n¢ß  `¤î Ë §ò _ à¤_ ß

 

 

 

            “Ölü (ölen hayvan eti), kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan –(henüz canı üstünde iken yetişip) kestikleriniz müstesna olmak üzere-boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, süsülmüş, canavar yırtmış (parçalamış) olup da ölenler, dikili taşlar üzerine (onlar adına) boğazlanan (hayvanlar), fal oklarıyla kısmet (ve hüküm) aramanız, üzerinize haram kılınmıştır. (bütün) Bunlar yoldan çıkmıştır. Bugün kafirler dininizden umutlarını kestiler. Artık onlardan korkmayın benden korkun. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum. Kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa, günaha meyil maksadı olmaksızın (haram olan etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.” (Maide: 3)

 

 

 

            Not: Dinin hükümlerini ikmal ettim. Bu ayet Veda Haccı arefesinde nazil olmuştur. (Meali Kerim H.Basri Çantay)

 

 

 

            Sayın Öztürk, bu ayetleri alıyorsun da; Peygamber Efendimize yetki veren, onu yücelten ayetleri niçin almıyorsun? İşte birkaçı:

 

 

 

            Ayet-1

 

 

 

            ¢é ã뢆¡v í ô©ˆ £Ûa  £ó¡£ß¢üa  £ó¡j £äÛa  4좠 £ŠÛa  æì¢È¡j £n í  åí©ˆ £Û a

 

¤á¢ç¢Š¢ß¤b í 9¡3î©v¤ã¡üa ë ¡òí¨‰¤ì £nÛa ó¡Ï ¤á¢ç †¤ä¡Ç b¦2ì¢n¤Ø ß

 

¡pb j¡£î £ÀÛa ¢á¢è Û ¢£3¡z¢í ë ¡Š ؤä¢à¤Ûa ¡å Ç ¤á¢èî¨è¤ä í ë ¡Ò뢊¤È à¤Ûb¡2

 

 45¤Ë üa ë ¤á¢ç Š¤•¡a ¤á¢è¤ä Ç ¢É š í ë  s¡ö¬b j ‚¤Ûa ¢á¡è¤î Ü Ç ¢â¡£Š z¢í ë

 

¢ê뢊 – ã ë ¢ê뢉 £Œ Ç ë ©é¡2 aì¢ä ߨa  åí©ˆ £Ûb Ï 6¤á¡è¤î Ü Ç ¤o ãb × ó©n £Ûa

 

; æì¢z¡Ü¤1¢à¤Ûa ¢á¢ç  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a =¬¢é È ß  4¡Œ¤ã¢a ¬ô©ˆ £Ûa  ‰ì¢£äÛa aì¢È j £ma ë

 

 

 

 

 

            “Onlar yanlarında bulunan, Tevrat ve İncil’de yazılmış buldukları O Resul’e, ümmi Peygamber’e (Muhammed’e (s.a.s)) tabi olurlar. O (Peygamber) onlara marufu (iyiliği) emreder, onları münkerden (kötülükten) nehyeder, Onlara tayyibatı (temiz şeyleri) de HELAL, habaisi (pis şeyleri) de HARAM kılar. Üzerlerindeki ağırlıklar ve sırtlarında bulunan zincirleri kaldırır. O’na iman eden, saygı gösteren, O’na yardım eden ve O’nunla beraber inen o nura (Kur’an’a) tabi olanlar var ya! İşte onlar felaha erenlerdir.” (A’raf: 157)

 

          

 

            Bu ayet Peygamberimiz Efendimize hela haram etme yetkisi vermiştir. Onların üzerlerindeki Ağırlıkları ve sırtlarındaki zincirleri kaldırması da ayrıca bir yetki ve Allah’tan bir lütuftur.

 

 

 

            Ayet-2

 

a=¦`í©Æ ã ë a¦`¡£' j¢ß ë a¦ ¡çb (  Úb ä¤Ü  ¤0 a ¬b £ã¡a ¢£ó¡j £äÛa b 袣í a ¬b í

 

 

 

a¦`î©ä¢ß b¦ua `¡  ë ©é¡ã¤!¡b¡2 ¡é¨£ÜÛa ó Û¡a b¦î¡Ça & ë

 

 

 

            “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit bir müjdeci (gittikleri yolun kötü akıbetinden) korkutucu, Allah’ın izniyle, O’nun yoluna davetçi ve nurlar saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab: 45-46)

 

 

 

            Ayet-3

 

 

 

 

 

            ¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø¤j¡j¤z¢í ó©ãì¢È¡j £mb Ï  騣ÜÛa  æ좣j¡z¢m ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a ¤3¢Ó

 

¥áî©y 0 ¥0ì¢1 Ë ¢é¨£ÜÛa ë 6¤á¢Ø 2ì¢ã¢! ¤á¢Ø Û ¤`¡1¤Ì í ë

 

 é¨£ÜÛa  £æ¡b Ï a¤ì £Û ì m ¤æ¡b Ï 7 4좠 £`Ûa ë  é¨£ÜÛa aì¢Èî©x a ¤3¢Ó

 

 åí©`¡Ïb ؤÛa ¢£k¡z¢í ü

 

 

 

                        “De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki; Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir. De ki; Allah’a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, muhakkak ki Allah kafirleri sevmez.” (Ali İmran: 31-32)

 

 

 

            Ayet-4

 

 

 

            aì¢Èî©x a ë  é¨£ÜÛa aì¢Èî©x a a¬ì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa b 袣í a ¬b í

 

ó©Ï ¤á¢n¤Ç 9b ä m ¤æ¡b Ï 7¤á¢Ø¤ä¡ß ¡`¤ß üa ó¡Û¯ë¢a ë  4좠 £`Ûa

 

 æì¢ä¡ß¤ªì¢m ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a ¡4좠 £`Ûa ë ¡é¨£ÜÛa ó Û¡a ¢ê뢣&¢` Ï §õ¤ó (

 

;5í©ë¤b m ¢å  ¤y a ë ¥`¤î    Ù¡Û¨! 6¡`¡ ¨üa ¡â¤ì î¤Ûa ë ¡é¨£ÜÛb¡2

 

 

 

 

 

            “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Resulullah’a ve sizden olan emir sahiplerline (idarecilere) itaat edin! Bir şeyde ihtilafa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız eğer onu (n hallini) Allah(ın kitabın) a ve Resul(ünün sünnetin)e götürün. Böyle yapmanız, sizin için hayırlı ve (netice itibariyle de) pek iyidir.” (Nisa: 59)

 

 

 

            Not: “Sizden olan idareciler’ den maksat, İslam hükümlerine göre idarecilik yapan emirlerdir. İslami bir devlette emir sahibi olanlardır. Veya Müslümanların din alimleridir.” (Meali Kerim S.86 Ali Arslan)

 

 

 

 

 

 

 

            Ayet-5

 

¤á¢è ä¤î 2  ` v (b àî©Ï  Úì¢à¡£Ø z¢í ó¨£n y  æì¢ä¡ß¤ªì¢íü  Ù¡£2 0 ë 5 Ï

 

aì¢à¡£Ü  ¢í ë  o¤î a Ó b £à¡ß b¦u ` y ¤á¡è¡ ¢1¤ã a ó¬©Ï aë¢ ¡v íü  £á¢q

 

b¦àî©Ü¤  m

 

 

 

            “Öyle değildir. Rabbinin hakkı için, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıkta seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden ötürü hiçbir sıkıntı duymadan sana tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)

 

 

 

            Not: “İman, inanılması istenen her şeyin her şeyin doğruluğunu tasdik etmektir. Anlaşmazlıklarda Peygamber’in vereceği hüküm Allah’ın hükmüdür. Allah’ın hükmünü reddetmek, Allah’ı inkar etmektir. Öyleyse iman bir bütündür: Parçalara ayırarak bir kısmına inanıp diğerine inanmamak, iman değildir.” (Meali Kerim Ali Arslan S: 87)

 

          

 

            Ayet-6

 

 

 

            ¬b à Ï ó¨£Û ì m ¤å ß ë 7 騣ÜÛa  Êb x a ¤  Ô Ï  4좠 £`Ûa ¡É¡À¢í ¤å ß

 

b6¦Äî©1 y ¤á¡è¤î Ü Ç  Úb ä¤Ü  ¤0 a

 

 

 

            “Kim peygambere itaat ederse; kesinlikle o Allah’a itaat etmiş olur…” (Nisa: 80

 

 

 

                Sayın Öztürk,

 

            Buraya kadar gördüğümüz ayeti kerimeler, Resulullah Efendimizi ne kadar sevmemiz, ne kadar bağlanmamız ve ne kadar itaat etmemiz gerektiğini ifade bakımından kafi geldi zannederim. Şimdi bu ayeti kerimelerin ve bilhassa Peygamberimiz Efendimize açık olarak Helal ve Haram etmek yetkisi veren A’raf suresinin 157. ayeti ışığında ve o ayetin tefsiri mahiyetinde olan, daha önce de başka bir konuyla ilgili olarak yazdığımız, hadis-i şerifi, bu konuda da çok önemli olduğu için tekrar sunuyoruz.

 

 

 

            İşte Hadis:

 

 

 

            “Haberiniz olsun: Bana Kitap (Kur’an), bir de onunla beraber, O’nun kadarı verildi. Uyanık olun çok sürmez, tok mağrurun biri tahtına kurularak der ki: ‘size lazım olan yalnız bu Kur’an’dır. O’nda helâlden neyi buldunuzsa onu helâl bilin; Haramdan neyi görürseniz onu da haram olarak tanıyın..! (hayır) Şüphesiz ki, Resulullah’ın HARAM kıldığı şeyler (hükümde) Allah’ın haram kıldığı şeyler gibidir. Haberiniz olsun EHLİ EŞEK (eti) ...size helâl değildir.” (Ebu Davud, Tirmizi)

 

 

 

            Şimdi Kur’an’ı kerimde etlerinin yenmesi haram olarak, bildirilmemiş, fakat hadis-i şeriflerde haram edilmiş olanlar:

 

 

 

 

 

 

 

            Hadis-1

 

            “Ebu sa’lebe el-Huşeni (r.a) anlatıyor.” Resulullah (a.s.) vahşi hayvanlardan kesici diş (köpek dişi) taşıyanların hepsini yasakladı.”

 

 

 

            Müslim, Ebu Davud, ve Nesai, İbnu Abbas’ tan gelen bir rivayette şu ziyadeyi kaydederler “her bir pençe sahibi kuş da…” (Buhari, Zebaih 29, Müslim, Sayd 12-16 (1932,1933); Tirmizi, Et’ime 1(1477, 1478); Ebu Davud… İbnu Mace…Nesai…)

 

 

 

            AÇIKLAMA:

 

            1-“Bu hadiste, (s.a.s) vahşi hayvanlar ve kuşlardan eti yenmeyecekler hakkında bir ölçü vermektedir.

 

            Hayvanlarda, insanlardaki köpek dişi dediğimiz parçalamaya mahsus kesici dişi olanlar ki bu dişe nab denir. Aslan, kurt, kaplan, fil, maymun gibi hayvanlar bu guruba girer. Bu dişle kuvvet kazanırlar ve avlanırlar.

 

            Kuşlarda pençeli olanlar. Mihleb, diğer hayvanlardaki tırnağa tekabül eder, dilimizde pençe deriz. Bu tırnağa nazaran çok daha güçlü, çok daha sert ve keskindir. Mihleb (pençe), vahşi hayvanlardaki nab denen köpek dişine tekabül eder. Kartal, akbaba, şahin, doğan gibi kuşlar bu guruba girerler. Tirmizi’de kaydedilen bir Cabir (r.a.) hadisi şöyle der: “Resulullah (a.s.) Ehli Eşeklerin, katırların, vahşi hayvanlardan parçalayıcı dişi olanların, kuşlardan da pençesi olanların etlerini haram kıldı.”

 

            Fukaha, hadisle amel hususunda ihtilaf etmiştir, yenmesi haram olan; parçalayıcı dişi olan vahşiler hangileridir?

 

            Ebu Hanife’ye göre, etle beslenen bütün hayvanlar vahşidir, fil, keler, araptavşanı (tarla faresi), kedi…de buna dahildir.

 

            Şafi’i Hazretlerine göre, insana saldıran hayvan vahşidir: Aslan, kaplan, kurt gibi… Sırtlan ve tilki ise insana saldırmadıkları için etleri helaldir.(Kütübü Sitte C.11 Sh. 175-176)

 

          

 

            Hadis-2

 

 

 

            “Ebu Davud’un bir rivayetinde şöyle gelmiştir:” “Vahşilerden kesici dişi olan her bir hayvanın ve pençesi olan her bir kuşun yenmesi yasaklandı.” (Ebu Davud, Et’ime 33; Buhari, Sayd 29, Müslim, Sayd 12; Muatta, Sayd 13; Nesai Sayd 28.)

 

 

 

            Hadis-3

 

 

 

            “İbn-i Ömer (r.a.) dan rivayet edilmiştir: dedi ki: Resulullah (s.a.s) pislik yiyen hayvanın etini yemek ve sütünü içmekten bizi menetti.” (Tirmizi C.3 Sh. 305)

 

 

 

            Sayın Öztürk, dini hükümler konusunda, O’nun vahiysiz konuşmayacağı hususundaki ayeti kerimeyi yok sayarak: Resulullah efendimizin yasaklayışını kale almadan; İsimleri Kur’an’da yoktur diye: Pislik yiyen hayvanların, lağım faresi ve diğer farelerin, köpeklerin, kedilerin ve sair bunlara benzer pis hayvanların etlerinin yenmesini nasıl öneriyorsunuz? Yoksa siz ve sizin gibi düşünenler bunların etlerini yiyor musunuz?

 

 

 

            Tekrar edelim: A’raf 157. ayetinde görüldüğü gibi Cenab-ı Allah (c.c.) peygamberimiz Efendimize (s.a.s) helal, haram etme yetkisi vermiştir.

 

            Bu konu da böylece son buldu.

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

DÖRDÜNCÜ KISIM

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 71-80

 

 

 

            Kıyamet: 16-19

 

 

 

            S-16-19. ayetlerde Kur’an’dan nasıl bahsediliyor?

 

            C-“Peygamberimize hitaben şöyle deniyor: “Onu hemen  okuyasın diye dilini hareket ettirme. Onu toplamak ve okumak bize düşer. O halde biz onu okuduğumuzda sen onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak bizim işimiz olacaktır.”

 

 

 

            Bu ayetlerden şu sonuçlar çıkıyor:

 

            1-Cenab-ı Hakk Kur’an’ın vücut bulmasında, vahyedilmesinde Hz. Peygamber’e, dilini kıpırdatma şeklinde bile bir müdahele hakkı vermemiştir.

 

            2-Kur’an’ın toplanması ve okunuşunun belirlenmesi de Allah’ın denetiminde  olmuştur. Hicr Suresi 9. ayetteki Kur’an’ın Allah tarafından indirilip korunduğu beyanını buradaki beyanla birlikte düşünmek gerekir. Demek oluyor ki, Kur’an dışında hiçbir şeyin ne derlenip toparlanmasında ne de korunmasında Allah’ın iradesi ve garantisi yoktur. O halde Hz. Peygamber’den yaklaşık iki yüzyıl sonra şunun bunun ağzında dolaşan rivayetlerin yazıya geçirilmesiyle oluşmuş ve Hz. peygamber’e isnat edilmiş sözlerin vahyin bir parçası gibi ele alınarak, din kaynağı yapılması Allah’a ve Kur’an’a ortak koşmak, kafa tutmaktır.

 

            Bu tesbit ne bizim tarafımızdan gündeme getirilmiştir ne de geçmiş zamanlar içinde bizim gibi düşünen bilginler tarafından. Bu tesbit vahyin inişine doğrudan doğruya tanık olmuş ve Hz. Peygamberi en güzel biçimde anlatmış seçkin sahabelerin, üzerinde ısrarla titredikleri bir din gerçeğidir.

 

            Bu din gerçeği sonraki zamanların şüreka edebiyatına kitleyi teslim eden cahil mukallitler tarafından unutturulmuş ve Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşları, Resul sünneti saptırmada aracı yapılmıştır. Bu yapılırken, şürekacı mukallitler büyük sahabeleri yanlarına alet ederek “Ebu Bekir böyle dedi. Ömer diyor ki, Ali buyurdu ki…” şeklinde yalanlar düzmüşlerdir.  Oysaki durum bunun tam tersidir. Bu büyük insanlar kendi yönetimleri sırasında Hz. Peygamber’e izafeten her hangi bir sözün bırakın yazılmasını, nakledilmesine bile müsaade etmemişlerdir. Aksi nasıl düşünülebilir ki! Resul’ün vefatı üzerinden altı ay bile geçmeden Kur’an ayetlerini, bir araya getirip tasnif eden o insanlar Hz. Peygamber’in sözlerinden hiç değilse birkaç yüz tanesini toplayıp tasnif etmezler miydi? Elbette ederlerdi. Ama etmemişlerdir. Çünkü bu kapıyı aralamanın peygamber adına nasıl bir furyayı açacağını bilmekteydiler. Ve çünkü onlar Allah’ın kitabının insanlığın din konusundaki  bütün ihtiyaçlarına cevap verdiğini biliyor ve kitabın dışında ortaya din kaynağı çıkmaması için her türlü tedbiri alıyorlardı. Şürekacı mukallitler hem bu insanlara hem de tarihe yalan söyleterek muazzez Allah Elçisi’nin ölümünden iki asır sonra Kur’an’ın on katına varan mişna (bu söz Hz. Ömer’indir) yığınını Hak Elçisi’ne izafe edip Kur’an dışında başka bir din oluşturdular.

 

            Şimdi biz mişnacı zihniyetin Allah Resulünün şiddetle yasakladığı “hadis yazma” işini nasıl başlattıklarını ve bu yazma yolunun açılmaması için büyük sahabelerin nasıl mücadele ettiklerine örnek olacak tevatür derecesinde bazı beyanlar sunalım. Arap bilgin düşünür Ebu Reyye (ölm.1970) ‘nin değerli eserinden kaynaklarıyla birlikte veriyoruz.

 

 

 

 

 

            Sayın Öztürk, yine Resulullah (s.a.s) efendimizin hukukuna tecavüz ederek; “Kur’an bize yeter”  diyorsun. Başka bölümlerde de gerektiği için aldığım şu ayetlere inanmıyor musun? İyice bakınız Cenab-ı Allah Ali imran suresinde ne buyuruyor:

 

 

 

            Ayet-1

 

 

 

            ü좠 ‰ ¤á¡èî©Ï  s È 2 ¤‡¡a  åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ó Ü Ç ¢é¨£ÜÛa  £å ß ¤† Ô Û

 

¢á¢è¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¡èî©£× Œ¢í ë ©é¡mb í¨a ¤á¡è¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¡è¡ ¢1¤ã a ¤å¡ß

 

§45 ™ ó©1 Û ¢3¤j Ó ¤å¡ß aì¢ãb × ¤æ¡a ë 7 ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa

 

§åî©j¢ß

 

            “Andolsun ki Allah, mü’minlere büyük lütufta bulundu: Zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara; kendi içlerinden; kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi.” (Al-i İmran: 164)

 

 

 

            Ayet-2

 

 

 

            b ä¡mb í¨a ¤á¢Ø¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¢Ø¤ä¡ß ü좠 0 ¤á¢Øî©Ï b ä¤Ü  ¤0 a ¬b à ×

 

¤á Ûb ß ¤á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë  ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa ¢á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¢Øî©£× R¢í ë

 

6 æì¢à Ü¤È m aì¢ãì¢Ø m

 

 

 

            “Nitekim, içinizde kendinizden bir Peygamber gönderdik ki O, size ayetlerimizi okuyor, sizi tertemiz yapıyor, size kitap ve hikmeti öğretiyor ve size bilmediklerinizi öğretiyor.” (Bakara: 151)

 

 

 

            Hani Kur’an bize yeter diyordunuz? Bakınız; ayeti kerimede: “ayetlerimizi okuyor”  buyurduktan sonra “sizi tertemiz yapıyor” bu da kafi değil, “size kitap ve hikmeti öğretiyor”  bu da kafi gelmiyor, “size (bunların dışında kalan) bilmediklerinizi öğretiyor” buyurulmaktadır.

 

            Artık insaf! Hz. Peygamber’in bu verileri olmadan kim Kur’an’ı anlarım iddiasında bulunabilir? Acaba: Ayet’ten, kitaptan, başka bize öğrettikleri; Hikmet ve daha bilmediklerimiz nelerdir? İşte bu ayet-i kerime; Resulullah (s.a.s) efendimizin: “Bana kitap ve bununla beraber bir benzeri verildi.” Hadisi şerifini doğrulamıyor mu? Ne kadar da az düşünüyorsunuz?

 

 

 

            Ayet-3

 

 

 

             å¡£î j¢n¡Û  `¤×¡£ÆÛa  Ù¤î Û¡a ¬b ä¤Û R¤ã a ë 6¡`¢2¢£RÛa ë ¡pb ä¡£î j¤Ûb¡2

 

 æë¢` £Ø 1 n í ¤á¢è £Ü È Û ë ¤á¡è¤î Û¡a  4£¡R¢ãb ß ¡ b £äÜ¡Û

 

            “(O peygamberler) Apaçık burhanlarla (mucizelerle) ve kitaplarla (gönderildiler (Habibim) biz sana da Kur’an’ı indirdik. Ta ki: insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın ve ta ki onlar, iyice fikirlerini kullansınlar.” (Nahl: 44)

 

 

 

            Bu son ayette de görüldüğü gibi: İnsanların, fikirlerini kullanabilmeleri, peygamberimizin (s.a.s) hadislerle Kur’an’ı anlatmasına, açıklamasına bağlıdır. Diğer sayfalara gelelim:

 

            Sayın Öztürk, 71. sayfasın orta kısmında diyorsunuz ki; “Hz. Peygamber’den iki yüzyıl sonra şunun, bunun ağzında dolaşan rivayetlerin yazıya geçirilmesiyle oluşmuş ve Hz. Peygamber’e isnat edilmiş sözlerin, vahyin bir parçası gibi ele alınarak din kaynağı yapılması Allah’a ve Kur’an’a ortak koşmaktır. Kafa tutmaktır.”

 

            Bundan sekiz satır aşağıda: “Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşları Resul sünnetini saptırmada aracı yapılmıştır. Bu yapılırken şüreka ve mukallitler büyük sahabeleri yalanlarına alet ederek; “Ebu Bekir böyle dedi, Ömer diyor ki, Ali buyurdu ki…” şeklinde yalanlar düzmüşlerdir.” diyorsunuz.

 

            72. sayfada “Allah Resulünün ölümünden iki asır sonra Kur’an’ın on katına varan mişna (bu mişna sözü halife Ömer’indir) yığınını Hak elçisine izafe edip Kur’an dışında bir din oluşturdular.” diyorsunuz.

 

            Biraz aşağıdaki satırlarda da “Arap bilgini (ölm.1970) Ebu Reyye’nin değerli eserinden kaynaklarıyla birlikte sunuyorum,” diyorsunuz.

 

            Böyle söylerken hiç içiniz titremeden, hadis nakleden ve derleyen bütün Ashab-ı Kiram, Tabiin ve Tebe-i Tabiin ve daha sonra gelen büyük muhaddis’lerin, hadis bilginlerinin müctehid ve mezheb sahiblerinin, mesela; İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam Ahmed İbn-i Hambeli, İmam Malik gibi: Diğer taraftan İmam Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace ve bunların üstadları ve talebelerinden günümüze kadar uzanan; Ayetlerin tefsiri mahiyetindeki hadislerle Kur’an’ı anlamaya ve anlatmaya çalışarak, İslam’ı gergefte bir nakış gibi işleyip; gece gündüz demeden, asrı saadetten sonra ta günümüze kadar meydana gelecek binlerce fıkhi meseleyi çözen bu mübarek topluluğa, şüreka ismini nasıl takıyor, “bunlarınki; Allah’a ve Kur’an’a ortak koşmak ve kafa tutmaktır” sözünü nasıl söyleyebiliyorsunuz?

 

 

 

            Sonra bu binlerce en üstün alimleri çürütmek için; 1970 yılında ölmüş, sizin gibi bir kimse olan Ebu Reyye’nin kitabına sığınarak: Kütübü Sitte gibi gerçek hadis kaynaklarını derleyenlere şüreka (Allah’a ortak koşanlar) derken; Ebu Reyye ile beraber doğru yanlış demeden, buraya uzun olduğu için almadığım, sadece diğer üç sayfada, kaynak diye isimlerinden bahsettiğiniz onlarca kişi, size gelince şüreka olmuyor mu? Sonra mişna yığını sözünü parantez içinde “bu söz Hz. Ömer’e aittir.” derken, bu sözü siz hangi mişnadan aldınız, yoksa bunu söylerken Hz. Ömer’in yanında mıydınız?

 

 

 

            İşte Ebu Reyye ile, kaynak olarak aldığınız, mişna yığını dediğiniz halde, mecbur olduğunuz için sizin de baş vurduğunuz isimler:

 

 

 

            1-“Ed-Darimi, Ebu Sa’id’den şunu nakleder…”

 

            2-“Yine Ebu Sa’id’den Ata B. Yesar’ın şunu naklettiği zikredilir…”

 

            3-“İbn Ebi Melike’nin Mürsel hadislerinden birinde…”

 

            4-“Ebu Bekir, Resulün ölümünden sonra…”

 

            5-“Yahya bin Ca’da’dan nakledilir ki…”

 

            6-“İbnu Sa’d, Abdullah b.el-Ala’dan şunu nakleder…”

 

            7-“İbn el-Ala daha sonra şöyle der…”

 

            8-“el-Kasım b. Muhammed beni hadis yazmaktan menetti…”

 

            9-“Zeyd b. Sabit, Muaviye’nin yanına gitmişti…”

 

            10-“Abdullah b. Yesar’dan şu nakledilir…”

 

            11-“el-Esved b.Hilal’den nakledilir ki…”

 

            12-“Mahmmed Reşid Rıza hadis yazımına izin verenlerle…”

 

            13-“Reşid Rıza diyor ki…”

 

            14-“Ebu Said el Hudri’den yapılan bir nakildir…”

 

            15-“Ebu Şah için yazın. ‘aslında bu hadis Ebu Said’den gelen hadislerle çatışmamaktadır…”

 

 

 

            Sayın Öztürk görüyorsunuz ki ne kadar reddetseniz de hakaret etseniz de, aynı kaynaklara sizler de muhtaç oluyorsunuz. Zaten bu gerçekten başka çıkış yolu olamaz. Elbette biz Peygamberimiz Efendimizin (s.a.s) İslamı nasıl yaşadığını, asr-ı saadetten bize gelecek kaynaklardan öğreneceğiz ve öyle de olmuş; İslam: Peygamberimiz (s.a.s) efendimizin emrettiği şekliyle binlerce Salih alimlerin kitaplarıyla günümüze kadar gelmiştir. Bundan rahatsız olanlar müstesna, gece kuşu misali, o ışığı sevmez.

 

            Hadislerin yazılmamış olduğunu öne sürerek, hadislerin varlığını inkar etmekte en büyük eksikliktir. Zira bir kimse beğendiği bir şiiri çocukken ezberliyor da 60-70 sene onu unutmuyor, torunlarına öğretiyor: Yazılı olmayan hikayeler de öyle iken: Ümmetin üzerinde titrediği ve amel etmek, onu uygulamak istediği bilgileri nasıl öğrenip ezberleyip bir emanet gibi yeni kuşaklara aktarmaz?

 

            Yukarıda siz kitabınızda hadislerin yazılmaması hususundaki görüşleri almıştınız; biz de yazılmasını uygun görenlerin görüşlerini kısaca alıyoruz. Bununla beraber bizim asıl üzerinde durduğumuz hadislerin yazılıp yazılmaması değil; hadislerin zamanımıza kadar sağlam olarak gelip gelmediğidir ki; gelmiştir.

 

 

 

            İŞTE KAYNAKLAR:

 

            “Hadislerin yazılmasına ruhsat veren, yazıldığını gösteren rivayetlere gelince, bunlarda çoktur:

 

            Bunlardan biri, yazdığı hadisler, kitap halinde sonraki nesillere intikal eden Abdullah İbnu Amr (r.a.)a aittir. Der ki:”

 

 

 

            “Ben Hz. Peygamber (s.a.s)den işittiğim şeyleri, ezberlemek arzusuyla yazıyordum. Kureyş beni men ederek: “Sen Resulullah (s.a.s) tan her duyduğunu yazıyorsun, halbuki Resulullah (s.a.s) bir insandır, öfke ve rıza, her iki halde de konuşur” dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Ancak durumu da Hz. Peygamber (s.a.s)e arz ettim. Resulullah (s.a.s) parmağıyla mübarek ağızlarını işaret buyurarak: “Yaz, dedi nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim, buradan Hak’tan başka bir şey çıkmaz.” 

 

            “Abdullah İbnu Amr (r.a.)ın sistemli şekilde hadis yazdığını teyid eden bir rivayet Ebu Hureyre (r.a.)ye aittir ve üstelik Buhari’de kaydedilmiş bulunmaktadır. Ebu Hureyre (r.a.) şöyle buyurur: “Hz. Peygamber (s.a.s) den çok hadis (bilmede) Abdullah İbnu Amr hariç, bana yetişen yoktur. O, beni geçer, zira o yazardı, ben ise yazmazdım”

 

            “Hadislerin yazılması hususunda ruhsat (müsaade) ifade eden rivayetler bundan ibaret değildir. Hafızasından şikayet edenlere Resulullah (s.a.s)in: “Sağ elinizi yardıma çağırın”, “ilmi yazı ile bağlayın” gibi tavsiyeleri, bazı konuşmaların yazılı metnini isteyenlere, yazılı verilmesi, hepsi de hadisten ibaret olan-uzunluğu birkaç satırdan birkaç sayfaya ulaşan ve sayısı 300 ü bulan pek çok “mektup (yani yazılı vesika)” ların varlığı Hz. Peygamber (s.a.s)in, hadislerin yazılması hususundaki ruhsatına (müsaadesine) yeterli delillerdir.

 

            Sadece mektuplar değerlendirilse bile Hz. Peygamber (s.a.s)in Kur’an’dan başka bir şeyin yazılmasına, sistematik, ısrarlı bir muhalefette bulunmadığı, tam tersine, medeni hayatta yazının geniş  çapta kullanılmasına, büyük ehemmiyet verdiği anlaşılır.”

 

          

 

            Bu konu da böylece son buldu.

 

           

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

ŞEFAAT

 

 

 

 

 

            Biz bu bölümde İslam inancında mühim bir yeri bulunan, şefaat gerçeğini izaha çalışacağız.

 

            Geçtiğimiz 1997 yılında, Kanal 6 da, Hulki Cevizoğlu’nun yönettiği Edip Yüksel’in Amerika’dan telefonla katıldığı, Ceviz Kabuğu programında, konuşmacı olarak bulunup soruları cevaplandıran; aynı zamanda bir görüşün öncülüğünü yapan, profesör Yaşar Nuri Öztürk şöyle diyordu: “Şefaat diye bir şey yok. Peygamberi putlaştırdılar.”

 

            Bir müddet sonra, bazı ikazlar almış olmalı ki, başka bir programda; “Şefaat var ama Kur’an’da kimin şefaat edeceğine dair bir isim yoktur. ALLAH’ın izin verdiği kimseler şefaat edecek. Kim Hazreti Muhammed (s.a.s) şefaat edecek derse kâfir olur.” diyor ve dünyanın her tarafında programı izleyen Müslümanların, güzel ve doğru inançlarını ve yüce peygamberimiz efendimize olan güvenlerini zayıflatıyor, sarsıyordu. Telefonla müdahele etmek istediğimizde ise, televizyonun telefonları kitleniyor, ulaşmak mümkün olmuyordu.

 

 

 

            Sayın Öztürk, Kur’an’daki İslam isimli kitabında ise; önce sual soruluyor. Sonra cevap veriliyor. Soru yerine S harfi, cevap yerine C harfi kullanılıyor. Buraya şefaat mevzuunu da, aynen kitaptaki gibi alıyorum.

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 443-444

 

 

 

            Bakara suresi ayet: 254-255

 

 

 

            S.Şefaat konusu Kur’an’da nasıl verilmektedir?

 

 

 

            C.”Teknik detaylarını Kur’an’ın temel kavramları adlı kitabımızda anlattığımız şefaat, dinsel esprisi bakımından Bakara 254-255. ayetlerde tanıtılıyor. Bu ayetlerden anlıyoruz ki, Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kişi ve kuvvet bir başkasına şefaatçi olamaz. Mahşer günü hiçbir şefaat ve dostluğun işe yaramayacağı söylendikten sonra, Allah’ın izni olmadan kimsenin edemeyeceği belirtilmiştir. Bu demektir ki, işe yaramayacak şefaat Allah’ın izni  dışında yapılan şefaattir. O halde, Allah’ın izni dahilinde şefaat mümkündür ve böyle bir şefaatin insana hayrı dokunacaktır. Kur’an’ın beyanları gayet açıktır. Allah’ın izniyle şefaat edecek olanlar vardır. (bk.Yunus 3, Meryem 87, Taha 109, Sebe 23, Zuhruf 86, Necm 26) Bizim hüküm veremeyeceğimiz husus, Allah’ın izniyle kimlerin  şefaat yetkisine sahip olduğu veya olacağıdır.

 

            Sonuç olarak, Kur’an, şefaatin varlığını kabul etmekte, şefaati kimlerin, nasıl kullanabileceklerini gizli tutmaktadır.” (Öztürk’ün sözü burada bitti.)

 

 

 

            Görüldüğü gibi; Şefaatla ilgili Hadislerden hiç bahsetmemiş. Ayrıca Meleklerin şefaatinden de bahsetmediği gibi, hiç olmazsa bütün peygamberlerin ve bu arada; Alemlere Rahmet olarak gönderildiği ayetlerle bildirilen, bizim Peygamberimiz efendimizin de şefaat edebileceği ümidini dile getirmemiştir.

 

            Bundan dolayı bu bölümde; Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şerifler ışığında, şefaat mevzuunu, Allah’ın izniyle herkesin anlayabileceği bir dil ve sade bir ifadeyle aydınlatmaya çalışacağız. Rabbim cümlemize güzel anlayışlar ihsan etsin.

 

 

            ŞEFAATİN LÜGAT MANASI:

 

 

 

            ŞEFAAT; Sözlükte: birinin suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için o kimseyle bir başkası arasında yapılan aracılık; özellikle de Allah ile kul arasında yapılan aracılıktır. Şefaat etmek, birinin suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için aracılık etmektir.

 

          

            DİNİ TERİM OLARAK:

 

 

 

            En başta: Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) olmak üzere diğer peygamberlerimiz, (a.s.) melekler, günahtan korunup Allah’ın (c.c.) rızasını kazanan alimler, şehidler, hafızlar ve bütün müminlerin dünyada ve bilhassa ahirette yapacakları şefaatlardır.

 

          

 

            Değerli müminler! Şefaat vardır. En büyük şefaatçı Allah’dır. (c.c.) O’ndan sonra şefaat etmek üzere yukarıda sıralanmış bulunan; peygamberler, melekler, Salih alimler, şehitler, hafızlar, Salih müminler Allah’ın izin verdiklerine şefaat edeceklerdir.

 

            Tekrar ediyorum, bu şefaat edecek kimseler, kâfirlere, Allah’a ortak koşanlara şefaat edemezler, ancak O’nun izin verdiği günahkar müminlere şefaat edeceklerdir.

 

            Aşağıda sık sık rastlayacağımız “Sizin O’ndan (Allah’dan) başka dostunuz şefaatçınız yoktur” şeklindeki ayetleri görünce, belki acaba Allah nasıl şefaat eder, şefaatı kullar yapar derseniz; Allah (c.c.) şefaat yetkisi verdiği kimselere haydin günahkarlara şefaat edin diye izin vereceği için en büyük şefaatçı Allah’dır.

 

            Gerçi bütün şefaatçıların şefaatleri son bulduktan sonra, ileride gelecek hadis-i şeriflerde görüleceği gibi; geri kalan günahkarlar için, Allah elini cehenneme daldıracak, zerre kadar imanı olanların hepsini de O çıkaracaktır. Böylece bütün müminler cehennemden çıkmış olacaklardır.

 

            Şu hususu da ifade edeyim ki; Kur’an’da: “Kimse şefaat edemez” şeklindeki beyanların asıl muhatabı PUT’ lardır, çünkü kafirler putları Allah ile kendi aralarında şefaatçi kabul ediyor ve ondan dolayı putlara tapıyorlardı. Ancak; kafirlere putların şefaat edemiyeceği gibi, bir çok ayetlerde şefaat yetkisi verilenlerin dahi kafirlere şefaat edemeyecekleri pekiştirilerek defalarca bildirilmiştir.

 

            Tekrar özetlersek; Allah’ın izin vermediği müddetçe, hiçbir şefaat ve şefaatçı yoktur. Şefaat yetkisi verilecek zatlar yine Allah’ın izin verdiği günahkarlara şefaat edeceklerdir. Kafirlere, müşriklere değil. Bu husustaki ayet ve hadisleri sırasıyla okuyalım.

 

 

GERÇEK ŞEFAATÇI ALLAH VE ONUN  İZİN VERDİKLERİDİR

 

 

 

b à¢è ä¤î 2 b ß ë   ¤0 üa ë ¡pa ì¨à £ Ûa  Õ Ü   ô©Æ £Ûa ¢é¨£ÜÛ a

 

¤å¡ß ¤á¢Ø Ûb ß 6¡*¤` ȤÛa ó Ü Ç ô¨ì n¤ a  £á¢q §âb £í a ¡ò £n¡  ó©Ï

 

 æë¢` £× Æ n m 5 Ï a 6§Éî©1 ( ü ë §£ó¡Û ë ¤å¡ß ©é¡ãë¢&

 

 

 

            “O (Allah) ki; gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları altı günde yarattı. Sonra Arş’a istiva etti. Sizin ondan başka bir dostunuz, ŞEFAATÇINIZ yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz? (32/4)

 

 

 

aì¢ãb × ¤ì Û ë a ¤3¢Ó 6 õ¬b È 1¢( ¡é¨£ÜÛa ¡æë¢& ¤å¡ß aë¢Æ _ £ma ¡â a

 

 æì¢Ü¡Ô¤È í ü ë b¦÷¤î (  æì¢Ø¡Ü¤à í ü

 

 

 

 

 

            “Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki ‘Onlar hiçbir şeye malik olmayan düşünmeyen şeyler (putlar) olsalar da mı (onları şefaatçi edineceksiniz)?” (39/43)

 

 

 

6¡ ¤0 üa ë ¡pa ì¨à £ Ûa ¢Ù¤Ü¢ß ¢é Û b6¦Èî©à u ¢ò Çb 1 £'Ûa ¡é¨£Ü¡Û ¤3¢Ó

 

 æì¢È u¤`¢m ¡é¤î Û¡a  £á¢q

 

 

 

            “De ki: “Bütün şefaat Allah’ındır. (Allah kime şefaat yetkisi verirse, ancak o şefaat edebilir. O’nun izin vermediği hiç kimse şefaat edemez) Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra (hepiniz) O’na döndürüleceksiniz.” (39/44)

 

 

 

¤á¡è¡£2 0 ó¨Û¡a a¬ë¢` '¤z¢í ¤æ a  æì¢Ïb _ í  åí©Æ £Ûa ¡é¡2 ¤0¡Æ¤ã a ë

 

 æì¢Ô £n í ¤á¢è £Ü È Û ¥Éî©1 ( ü ë ¥£ó¡Û ë ©é¡ãë¢& ¤å¡ß ¤á¢è Û   ¤î Û

 

 

 

            “Rab’lerin (in huzuru) na toplanacakların (a inanıp bu durum) dan korkanları onunla uyar ki; kendilerinin, O’ndan başka ne dostları, ne de şefaatçileri yoktur. (böyle uyar) Belki korunurlar.” (6/51)

 

 

 

 æì¢ß¡`¤v¢à¤Ûa ¢ ¡Ü¤j¢í ¢ò Çb £ Ûa ¢âì¢Ô m  â¤ì í ë

 

¤á¡è¡ö¬b × `¢'¡2 aì¢ãb × ë a¢ª¯ì¬¨È 1¢( ¤á¡è¡ö¬b × `¢( ¤å¡ß ¤á¢è Û ¤å¢Ø í ¤á Û ë

 

 åí©`¡Ïb ×

 

 

 

            “(kıyamet) saat (ı) başladığı gün, suçlular (umutsuzluk içinde) susarlar. (Allah’a) Ortak (koştukları put) larından da kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmaz. O zaman ortaklarını inkar ederler.” (30/12-13

 

 

 

¢á¢è¤m £` Ë ë a¦ì¤è Û ë b¦j¡È Û ¤á¢è äí©& aë¢Æ _ £ma  åí©Æ £Ûa ¡0 ! ë

 

>¤o j   × b à¡2 ¥ ¤1 ã  3  ¤j¢m ¤æ a ¬©é¡2 ¤`¡£× ! ë b î¤ã¢£ Ûa ¢ñì¨î z¤Ûa

 

¤4¡ ¤È m ¤æ¡a ë 7¥Éî©1 ( ü ë ¥£ó¡Û ë ¡é¨£ÜÛa ¡æë¢& ¤å¡ß b è Û   ¤î Û

 

aì¢Ü¡ ¤2¢a  åí©Æ £Ûa  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a b6 è¤ä¡ß ¤Æ  ¤ªì¢í ü §4¤  Ç  £3¢×

 

b à¡2 ¥áî©Û a ¥la Æ Ç ë §áî©à y ¤å¡ß ¥la ` ( ¤á¢è Û 7aì¢j   × b à¡2

 

; æë¢`¢1¤Ø í aì¢ãb ×

 

 

 

            “Bırak o dinlerini oyun eğlence yerine koyan ve dünya hayatının aldattığı kimseleri de; sen o (Kur’an) ile (şunu) hatırlat ki, bir kişi, yaptığı işin eline teslim edilmeye görsün, (yoksa) Allah’tan başka onun ne bir dostu, ne de bir şefaatçisi olmaz. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte onlar, kazandıklarının eline teslim edilmişlerdir. Onlar için kaynar sudan bir içki ve inkarlarından dolayı da acı bir azap vardır.” (6/70)

 

 

 

ó©Ï   ¤0 üa ë ¡pa ì¨à £ Ûa  Õ Ü   ô©Æ £Ûa ¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø £2 0  £æ¡a

 

b ß 6 `¤ß üa ¢`¡£2  ¢í ¡*¤` ȤÛa ó Ü Ç ô¨ì n¤ a  £á¢q §âb £í a ¡ò £n¡

 

6¢êë¢ ¢j¤Çb Ï ¤á¢Ø¢£2 0 ¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø¡Û¨! 6©é¡ã¤!¡a ¡ ¤È 2 ¤å¡ß ü¡a §Éî©1 ( ¤å¡ß

 

 æë¢` £× Æ m 5 Ï a

 

 

 

            “Şüphesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra (emri) Arş üzerinde hükümran olan; (her) işi (yerli yerinde) tedbir  (ve idare) edegelendir. (onun indinde) hiçbir kimse şefaatçi olamaz. Meğer ki kendisinin izninden sonra ola. İşte sizin Rabbiniz olan Allah budur. O halde (birliğini tanıyarak) O’na kulluk edin. Artık iyice düşünüp ibret almaz mısınız?” (10/3)

 

 

 

¢3 j¤Ô¢íü ë b¦÷¤î, ( § ¤1 ã ¤å Ç ¥ ¤1 ã ô©R¤v mü b¦ß¤ì í aì¢Ô £ma ë

 

 æë¢` _¤ä¢í ¤á¢çü ë ¥4¤  Ç b è¤ä¡ß ¢Æ  ¤ªì¢íü ë ¥ò Çb 1 ( b è¤ä¡ß

 

            “Ve öyle bir günden sakının ki; o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekmez; kimseden şefaat da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz.” (2/48)

 

 

 

 ü ë b¦÷¤î, ( § ¤1 ã ¤å Ç ¥ ¤1 ã ô©R¤v mü b¦ß¤ì í aì¢Ô £ma ë

 

 æë¢` _¤ä¢í ¤á¢ç ü ë ¥ò Çb 1 ( b è¢È 1¤ä m ü ë ¥4¤  Ç b è¤ä¡ß ¢3 j¤Ô¢í

 

 

 

            “Ve şu günden sakının ki; kimse kimsenin cezasını çekmez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat (aracılık, ilitimas) fayda vermez, bir taraftan yardım da görmezler.” (2/123)

 

 

 

¤å¡ß ¤á¢×b ä¤Ó 9 0 b £à¡ß aì¢Ô¡1¤ã a a¬ì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa b 袣í a ¬b í

 

6¥ò Çb 1 ( ü ë ¥ò £Ü¢  ü ë ¡éî©Ï ¥É¤î 2 ü ¥â¤ì í  ó¡m¤b í ¤æ a ¡3¤j Ó

 

 æì¢à¡Ûb £ÄÛa ¢á¢ç  æë¢`¡Ïb ؤÛa ë

 

 

 

            “Ey inananlar, ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de şefaatin, OLMADIĞI gün gelmezden önce size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın. Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir.” (2/254)

 

 

 

=¥ò äî©ç 0 ¤o j   × b à¡2 § ¤1 ã ¢£3¢× :

 

´6 ¡åî©à î¤Ûa  lb z¤" a ¬ü¡a :

 

= æì¢Û õ¬b   n í ´6 §pb £ä u ó©Ï :

 

= åî©ß¡`¤v¢à¤Ûa ¡å Ç :

 

 ` Ô   ó©Ï ¤á¢Ø Ø Ü  b ß :

 

= åî©£Ü _¢à¤Ûa  å¡ß ¢Ù ã ¤á Û aì¢Ûb Ó :

 

= åî©Ø¤ ¡à¤Ûa ¢á¡È¤À¢ã ¢Ù ã ¤á Û ë :

 

= åî©a¡ö¬b _¤Ûa  É ß ¢ ì¢_ ã b £ä¢× ë :

 

=¡åí£© Ûa ¡â¤ì î¡2 ¢l¡£Æ Ø¢ã b £ä¢× ë :

 

6¢åî©Ô î¤Ûa b äî¨m a ¬ó¨£n y :

 

6 åî©È¡Ïb £'Ûa ¢ò Çb 1 ( ¤á¢è¢È 1¤ä m b à Ï :

 

= åî©"¡`¤È¢ß ¡ñ `¡×¤Æ £nÛa ¡å Ç ¤á¢è Û b à Ï :

 

=¥ñ `¡1¤ä n¤ ¢ß ¥`¢à¢y ¤á¢è £ã b × :

 

6§ñ 0 줠 Ó ¤å¡ß ¤p £` Ï :

 

 

 

            “Her can kazandığıyla (Allah Katında) rehin alınmıştır.

 

            Yalnız sağın adamları hariç.

 

            Onlar cennet içinde sorarlar:

 

            Suçluların durumunu:

 

            “Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?”

 

            (Onlar da) derler ki: ‘biz namaz kılanlardan olmadık,’

 

            ‘Yoksula da yedirmezdik.’

 

            ‘Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık.’

 

            ‘Ceza gününü yalanlardık.’

 

            ‘İşte böyle iken ölüm bize gelip çattı.’

 

            Artık şefaatçilerin  şefaati fayda vermez.

 

            Böyle iken onlara ne oluyor ki; öğütten yüz çeviriyorlar?

 

            Yaban eşekleri gibi;

 

            Arslandan ürkmüş.” (74/38-51)

 

 

 

 

 

          

 

¢4ì¢Ô í ¢é¢Üí©ë¤b m ó©m¤b í  â¤ì í 6¢é Üí©ë¤b m ü¡a  æë¢`¢Ä¤ä í ¤3 ç

 

7¡£Õ z¤Ûb¡2 b 䣡2 0 ¢3¢ ¢0 ¤p õ¬b u ¤  Ó ¢3¤j Ó ¤å¡ß ¢ê좠 ã  åí©Æ £Ûa

 

 3 à¤È ä Ï ¢£& `¢ã ¤ë a ¬b ä Û aì¢È 1¤' î Ï  õ¬b È 1¢( ¤å¡ß b ä Û ¤3 è Ï

 

¤á¢è¤ä Ç  £3 " ë ¤á¢è  ¢1¤ã a a묢`¡    ¤  Ó 6¢3 à¤È ã b £ä¢× ô©Æ £Ûa  `¤î Ë

 

; æë¢` n¤1 í aì¢ãb ×b ß

 

 

 

            “İlle onun te’vilini mi gözetliyorlar? O’nun te’vili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki; “doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı? ki, bize şefaat etsinler, yahut TEKRAR GERİ döndürül (üp dünyaya gönderil) memiz mümkün mü ki, (orada eski) yaptıklarımızdan başkasını yapalım?” Onlar kendilerini ziyana soktular ve uydurdukları şeyler, kendilerinden saptı, kaybolup gitti.” (7/53)

 

 

 

:= åí©ëb Ì¤Ü¡Û ¢áî©z v¤Ûa ¡p 9¡£`¢2 ë :

 

= æë¢ ¢j¤È m ¤á¢n¤ä¢×b ß  å¤í a ¤á¢è Û  3î©Ó ë :

 

6 æë¢`¡_ n¤ä í ¤ë a ¤á¢Ø ãë¢`¢_¤ä í ¤3 ç 6¡é¨£ÜÛa ¡æë¢& ¤å¡ß :

 

= æ¢@ëb ̤Ûa ë ¤á¢ç b èî©Ï aì¢j¡Ø¤j¢Ø Ï :

 

6 æì¢È à¤u a   î©Ü¤2¡a ¢&ì¢ä¢u ë :

 

= æì¢à¡_ n¤_ í b èî©Ï ¤á¢ç ë a¢ìÛb Ó :

 

=§åî©j¢ß §45 " ó©1 Û b £ä¢× ¤æ¡a ¡é¨£ÜÛb m :

 

 åî©à Ûb ȤÛa ¡£l `¡2 ¤á¢Øí©£ì  ¢ã ¤!¡a :

 

 æì¢ß¡`¤v¢à¤Ûa ü¡a ¬b ä £Ü " a ¬b ß ë :

 

= åî©È¡Ïb ( ¤å¡ß b ä Û b à Ï :Q

 

§áî©à y §Õí©  " ü ë :

 

 åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa  å¡ß  æì¢Ø ä Ï ¦ñ £` × b ä Û  £æ a ¤ì Ü Ï :

 

            “Cehennem de azgınlar için ortaya çıkarılır.

 

            Onlara ‘hani taptıklarınız nerede?’ denilir.

 

            O Allah’dan başka (taptıklarınız) size yardım ediyorlar mı?

 

            Onlar ve azgınlar, tepe taklak oraya atılırlar.

 

            İblisin bütün askerleri de.

 

            Onlar orada (putlarıyle) çekişerek derler ki:

 

            Vallahi biz apaçık bir sapıklık içinde imişiz.

 

            Çünkü sizi Âlemlerin Rabbi’ne eşit tutuyorduk.

 

            Bizi o suçlulardan başkası saptırmadı.

 

            Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var Ne de sıcak bir dostumuz.

 

            Ah keşke bir kez daha (dünyaya dönüşümüz) olsa da, inananlardan olsak” (26/91-102)

 

 

 

¡`¡ub ä z¤Ûa ô   Û ¢lì¢Ü¢Ô¤Ûa ¡!¡a ¡ò Ï¡9¨üa  â¤ì í ¤á¢ç¤0¡Æ¤ã a ë

 

6¢Êb À¢í §Éî©1 ( ü ë §áî©à y ¤å¡ß  åî©à¡Ûb £ÄÜ¡Û b ß 6 åî©à¡Ãb ×

 

 

 

            “Onları yaklaşan güne karşı uyar. Zira (o gün) yürekler, (korkudan adeta yerinden sökülüp) gırtlaklarına dayanmıştır; (kederlerini) yutkunur dururlar. Zalimlerin ne bir dostu ne de sözü tutulur bir şefaatçileri yoktur.” (40/18)

 

 

 

 æì¢È u¤`¢m ¡é¤î Û¡a ë ó©ã ` À Ï ô©Æ £Ûa ¢ ¢j¤Ç a ¬ü  ó¡Û b ß ë

 

 

 

            “Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de hep O’na döndürüleceksiniz.” (36/22)

 

 

 

ü §£`¢a¡2 ¢å¨à¤y £`Ûa ¡æ¤&¡`¢í ¤æ¡a ¦ò è¡Û¨a ©¬é¡ãë¢& ¤å¡ß ¢Æ¡_ £m b ö

 

7¡æë¢Æ¡Ô¤ä¢í ü ë b¦÷¤î ( ¤á¢è¢n Çb 1 ( ó©£ä Ç ¡å¤Ì¢m

 

 

 

            “O’ndan başka ilahlar edinir miyim hiç? Eğer o çok esirgeyen, bana bir zarar vermek dilese, onların (o putların) şefaatleri bana hiçbir fayda sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.” (36/23)

 

 

 

¢ê¢Æ¢ ¤b m ü 7¢â좣î Ô¤Ûa ¢£ó z¤Û a 7 ì¢ç ü¡a  é¨Û¡a ¬ü ¢é¨£ÜÛ a

 

6¡ ¤0 üa ó¡Ï b ß ë ¡pa ì¨à £ Ûa ó¡Ï b ß ¢é Û 6¥â¤ì ã ü ë ¥ò ä¡

 

 å¤î 2 b ß ¢á Ü¤È í 6©é¡ã¤!¡b¡2 ü¡a ¬¢ê  ¤ä¡Ç ¢É 1¤' í ô©Æ £Ûa a ! ¤å ß

 

¬©é¡à¤Ü¡Ç ¤å¡ß §õ¤ó '¡2  æì¢Àî©z¢í ü ë 7¤á¢è 1¤Ü   b ß ë ¤á¡èí© ¤í a

 

ü ë 7  ¤0 üa ë ¡pa ì¨à £ Ûa ¢é¢£î,¡ ¤`¢×  É¡  ë 7 õ¬b ( b à¡2 ü¡a

 

¢áî©Ä ȤÛa ¢£ó¡Ü ȤÛa  ì¢ç ë 7b à¢è¢Ä¤1¡y ¢ê¢&@¢ªì í

 

 

 

            “Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, daima diri ve yarattıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O’nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır.  (O göklere, yere, bütün kainata hükmetmektedir) Onları koru(yup gözet) mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.” (2/255)

 

 

 

ü¡a  ò Çb 1 £'Ûa ¡é¡ãë¢& ¤å¡ß  æì¢Ç¤  í  åí©Æ £Ûa ¢Ù¡Ü¤à í ü ë

 

 æì¢à Ü¤È í ¤á¢ç ë ¡£Õ z¤Ûb¡2   ¡è ( ¤å ß

 

 

 

            “O’ndan başka (ilah diye) yalvardıkları şeyler, şefaat (gücüne ve yetkisin)e sahip değillerdir. ANCAK BİLEREK HAKKA ŞAHİTLİK EDENLER BUNUN DIŞINDADIR.” (43/86)

 

 

DÜNYADAKİ ŞEFAATIN ÇEŞİTLERİ

 

 

 

            1-Dünya işlerinde şefaat etmek (vesile olmak)

 

            2-Peygamberimiz efendimizin, dünyadakilere şefaatı.

 

            3-Ahirette cehennem azabından müminlerin kurtulması için, hayatta bulunan müminlerin, cenaze namazındaki dua ve diğer dualarıyla vefat etmiş olanlara şefaatte bulunmak.

 

            4-Peygamberimizin hürmetine dünyada toplu azapların yapılmaması.

 

            1.Bölüm: Peygamberimiz efendimizin diğer müminlere dünya işlerinde şefaatte bulunması ve müminlerin de birbirlerine şefaat etmelerini, bilhassa evlenenlere yardımcı olmalarını tavsiye ettiği: Ebumuse’l-Eş’ari (r.a.) anlatıyor: Nebi (s.a.s)e hac (ihtiyac) istemek için birisi gelirse, yanındakine dönerek:

 

            “Bu adama şefaat ediniz, ecir kazanırsınız. Allah peygamberinin lisanı ile dilediğini yapar,” derdi. (Buhari,Müslim)

 

 

 

            Berire ve zevci  (Muğis) kıssası hakkında İbni Abbas (r.a.) dan şöyle dediği  rivayet olunmuştur: Nebiyyi muhterem (s.a.s) Berire’ye hitaben:

 

            “Zevcine ricat etsen (kocana geri dönsen) ne iyi olur” buyurmaları üzerine Berire: “Ya Resulullah! Muğis’e dönmemi emir mi ediyorsunuz? Dedi. Resul-ü Ekrem: “Ben yalnız şefaat ediyorum,” buyurdu…(Buhari)

 

 

 

            1.Bölümü ifade eden aşağıdaki ayeti kerime: İnsanlar hayatta iken, teşvik edip yapılmasına sebep oldukları hayırlı ve faydalı işlerden dolayı kendilerine  o işte bir pay bir sevap vardır. Yine teşvik ve yönlendirmelerinden dolayı meydana gelen kötülük ve  günahlardan da onlara bir pay, bir günah vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            İşte ayet-i kerime:

 

 

 

            ¤å ß ë b7 è¤ä¡ß ¥kî©_ ã ¢é Û ¤å¢Ø í ¦ò ä   y ¦ò Çb 1 ( ¤É 1¤' í ¤å ß

 

¢é¨£ÜÛa  æb × ë b6 è¤ä¡ß ¥3¤1¡× ¢é Û ¤å¢Ø í ¦ò ÷¡£î,   ¦ò Çb 1 ( ¤É 1¤' í

 

b¦nî©Ô¢ß §õ¤ó ( ¡£3¢× ó¨Ü Ç

 

 

 

            “Her kim güzel bir şefaatte bulunursa, ona, bundan bir nasip vardır. Her kim de kötü bir şefaatte bulunursa, ona da misli vardır. Allah her şeye kadirdir.” (4/85)

 

 

 

            2.Bölüm: Peygamberimiz efendimizin dünyada iken günahkarlara ve diğer hususlarda inanlara  ŞEFAATİNE dair diğer ayeti kerime:

 

 

 

            6¡é¨£ÜÛa ¡æ¤!¡b¡2  Êb À¢î¡Û ü¡a §4좠 0 ¤å¡ß b ä¤Ü  ¤0 a ¬b ß ë

 

aë¢` 1¤Ì n¤ b Ï  Ú@¢ªë¬b u ¤á¢è  ¢1¤ã a a¬ì¢à Ü Ã ¤!¡a ¤á¢è £ã a ¤ì Û ë

 

b¦2a £ì m  騣ÜÛa a뢠 u ì Û ¢4좠 £`Ûa ¢á¢è Û  ` 1¤Ì n¤ a ë  é¨£ÜÛa

 

b¦àî©y 0

 

 

 

            “Biz hiçbir Resulü, Allah’ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik. Eğer onlar, kendi nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah’dan günahlarının bağışlanmasını isteseler ve Resul (elçi) de, onların BAĞIŞLANMASINI DİLESEYDİ, elbette Allah’ı affedici ve merhametli bulurlardı.” (4/64)

 

 

 

            Yani onlar Resulullah’ın şefaat etmesini isteseler, Resulullah da, onlara şefaat ederek onların affını isteseydi Allah onları affederdi.

 

            Bu gelecek ayet kerimede de, Resulullah’ın, kendi günahına tevbe etmesini, ayrıca inanan erkek ve kadınların af edilmesi için şefaatta bulunmasını emretmektedir. Zaten daha sonra gelecek ayeti kerimede görüleceği gibi Resulullah (s.a.s) efendimizin geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır. Buradaki asıl gaye müminlere şefaat etmesini teşviktir.

 

 

 

 Ù¡j¤ã Æ¡Û ¤`¡1¤Ì n¤ a ë ¢é¨£ÜÛa ü¡a  é¨Û¡a ¬ü ¢é £ã a ¤á ܤÇb Ï

 

;¤á¢Øí¨ì¤r ß ë ¤á¢Ø j £Ü Ô n¢ß ¢á Ü¤È í ¢é¨£ÜÛa ë 6¡pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa ë  åî©ä¡ß¤ªì¢à¤Ü¡Û ë

 

 

 

            “Allah’tan başka ilah olmadığını bil ve kendi günahın, inanan erkeklerin ve inanan kadınların günahı için (Allah’tan) mağfiret dile. (onarla şefaat et) Allah dönüp dolaşacağınız yeri ve varıp duracağınız yeri bilir.” (47/19)

 

 

 

            Peygamberimiz efendimizin (s.a.s) geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığına dair ayeti kerime:

 

b=¦äî©j¢ß b¦z¤n Ï  Ù Û b ä¤z n Ï b £ã¡a

 

 £á¡n¢í ë  ` £  b m b ß ë  Ù¡j¤ã ! ¤å¡ß  â £  Ô mb ß ¢é¨£ÜÛa  Ù Û  `¡1¤Ì î¡Û

 

b=¦àî©Ô n¤ ¢ß b¦xa `¡"  Ù í¡ ¤è í ë  Ù¤î Ü Ç ¢é n à¤È¡ã

 

a¦Rí©R Ç a¦`¤_ 㠢騣ÜÛa  Ú `¢_¤ä í ë

 

 

 

            “Biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki; Allah, senin günahından, geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın ve sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru yola iletsin. Ve Allah sana şanlı bir zafer versin.” (48/1-3)

 

 

 

            Burada peygamberimizin yüceliğini belirterek şöyle hitab ediyor;

 

 

 

 

 

b ä¡mb í¨a ¤á¢Ø¤î Ü Ç aì¢Ü¤n í ¤á¢Ø¤ä¡ß ü좠 0 ¤á¢Øî©Ï b ä¤Ü  ¤0 a ¬b à ×

 

¤á Ûb ß ¤á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë  ò à¤Ø¡z¤Ûa ë  lb n¡Ø¤Ûa ¢á¢Ø¢à¡£Ü È¢í ë ¤á¢Øî©£× R¢í ë

 

6 æì¢à Ü¤È m aì¢ãì¢Ø m

 

;e¡æë¢`¢1¤Ø m ü ë ó©Ûaë¢`¢Ø¤(a ë ¤á¢×¤`¢×¤! a ó¬©ãë¢`¢×¤!b Ï

 

 

 

            “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitap ve hikmeti ve size bilmediklerinizi öğreten bir Resul (elçi) gönderdik.

 

            Öyle ise beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim; bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (2/151-152)

 

 

 

            Yine peygamberimiz efendimize şöyle emrediyor;

 

 

 

¡£3 " ë b è¡2 ¤á¡èî©£× R¢m ë ¤á¢ç¢`¡£è À¢m ¦ò Ó   " ¤á¡è¡Ûa ì¤ß a ¤å¡ß ¤Æ¢

 

¥áî©Ü Ç ¥Éî©à   ¢é¨£ÜÛa ë 6¤á¢è Û ¥å Ø    Ù mì¨Ü "  £æ¡a 6¤á¡è¤î Ü Ç

 

 

 

            “Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara dua: (şefaat et) Çünkü senin duan, onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir.” (9/103)

 

©ê¡&b j¡Ç ¤å Ç  ò 2¤ì £nÛa ¢3 j¤Ô í  ì¢ç  騣ÜÛa  £æ a a¬ì¢à Ü¤È í ¤á Û a

 

¢áî©y £`Ûa ¢la £ì £nÛa  ì¢ç  騣ÜÛa  £æ a ë ¡pb Ó   £_Ûa ¢Æ¢ ¤b í ë

 

 

 

 

 

            “Bilmediler mi ki, kullarından tevbeyi kabul eden, sadakaları alan Allah’tır. Ve Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” (9/104)

 

 

 

 Åî©Ü Ë b¦£Ä Ï  o¤ä¢× ¤ì Û ë 7¤á¢è Û  o¤ä¡Û ¡é¨£ÜÛa  å¡ß §ò à¤y 0 b à¡j Ï

 

¤`¡1¤Ì n¤ a ë ¤á¢è¤ä Ç ¢Ñ¤Çb Ï : Ù¡Û¤ì y ¤å¡ß a좣a 1¤ãü ¡k¤Ü Ô¤Ûa

 

ó Ü Ç ¤3 £× ì n Ï  o¤ß R Ç a !¡b Ï 7¡`¤ß üa ó¡Ï ¤á¢ç¤0¡ëb ( ë ¤á¢è Û

 

 åî©Ü¡£× ì n¢à¤Ûa ¢£k¡z¢í  騣ÜÛa  £æ¡a 6¡é¨£ÜÛa

 

 

 

            “Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların) dan geç; onlar için mağfiret dile. (onlara şefaat et) İş’de onlarla müşavere et. Karar verince de artık Allah’a dayan; çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.” (3/159)

 

 

 

            Burada müminleri tarif ederek peygamberimize şöyle hitab ediyor;

 

 

 

a !¡a ë ©é¡Û좠 0 ë ¡é¨£ÜÛb¡2 aì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa  æì¢ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa b à £ã¡a

 

6¢êì¢ã¡!¤b n¤  í ó¨£n y aì¢j ç¤Æ í ¤á Û §É¡ßb u §`¤ß a ó¬¨Ü Ç ¢é È ß aì¢ãb ×

 

¡é¨£ÜÛb¡2  æì¢ä¡ß¤ªì¢í  åí©Æ £Ûa  Ù¡÷¬¨Û¯ë¢a  Ù ãì¢ã¡!¤b n¤  í  åí©Æ £Ûa  £æ¡a

 

¤å à¡Û ¤æ !¤b Ï ¤á¡è¡ã¤b ( ¡S¤È j¡Û  Úì¢ã !¤b n¤ a a !¡b Ï 7©é¡Û좠 0 ë

 

¥áî©y 0 ¥0ì¢1 Ë  騣ÜÛa  £æ¡a 6 騣ÜÛa ¢á¢è Û ¤`¡1¤Ì n¤ a ë ¤á¢è¤ä¡ß  o¤÷¡(

 

 

 

            “Müminler o kimselerdir ki; Allah’a (c.c.) ve Elçisine inanmışlardır. İçtimai bir iş (görüşmek) üzere O Allah’ın (c.c.) Elçisi ile beraber bulundukları zaman ondan izin almadan gitmezler. (ey Muhammed) Senden izin alanlar, işte Allah’a (c.c.) ve Elçisine inananlar onlardır. Bundan dolayı bazı işleri için senden izin istedikleri zaman onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlanmalarını dile. (şefaat et) Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (24/62)

 

 

 

            Bu gelecek ayeti kerimede ise; Peygamberimiz efendimizin özellikle kadınlara dua yani şefaat etmesi emrediliyor ve bilhassa, son zamanlarda İslama yapılan iftiraların başında gelen,  “İslamda kadınlara söz hakkı ve sosyal haklar yoktur, onların yeri perde arkasıdır, onlar esir veya köle gibidir” şeklindeki iddiaları kökten reddeden, tam aksine islamda ta peygamberimiz (s.a.s) in zamanından  beri kadınların söz ve rey sahibi olduklarını, hatta bu görevlerini Resulullah efendimizin huzuruna gelerek; O’nun peygamberliğini tasdik etmek suretiyle ifa ettiklerini, O’nun emirlerine uyacaklarına, karşı gelmeyeceklerine dair söz verdiklerini ve bunun da bizzat Allah’ın (c.c.) emri ve onlara verdiği yetkiyle olduğunu görüyoruz. İşte ayeti kerime:

 

 

 

 Ù ä¤È¡íb j¢í ¢pb ä¡ß¤ªì¢à¤Ûa  Ú õ¬b u a !¡a ¢£ó¡j £äÛa b 袣í a ¬b í

 

ü ë  å¤Ó¡`¤  í ü ë b¦÷¤î ( ¡é¨£ÜÛb¡2  å¤×¡`¤'¢í ü ¤æ a ó¬¨Ü Ç

 

§æb n¤è¢j¡2  åî©m¤b í ü ë  £å¢ç &ü¤ë a  å¤Ü¢n¤Ô í ü ë  åî©ã¤R í

 

ó©Ï  Ù äî©_¤È í ü ë  £å¡è¡Ü¢u¤0 a ë  £å¡èí© ¤í a  å¤î 2 ¢é äí©` n¤1 í

 

¥0ì¢1 Ë  騣ÜÛa  £æ¡a 6 騣ÜÛa  £å¢è Û ¤`¡1¤Ì n¤ a ë  £å¢è¤È¡íb j Ï §Òë¢`¤È ß

 

áî©y 0

 

 

 

            “Ey peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah’a hiç bir şeyi eş koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse; onların biatlarını al ve onlar için Allah’tan bağışlanmalarını dile. (onlara şefaat et) Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (60/12)

 

 

TOPLU AZAPLARIN KALKMASI

 

 

 

            3.Bölüm, Peygamberimiz efendimiz hürmetine toplu azapların, felaketlerin kalkması, yapılmaması: Allah Azimüşşan o kafirlerin sözlerinden bahsederek, ayet-i kerimede göreceğimiz gibi Resulü Ekremine şöyle hitab ediyor:

 

 

 

 Ú¡ ¤ä¡Ç ¤å¡ß  £Õ z¤Ûa  ì¢ç a Æ¨ç  æb × ¤æ¡a  £á¢è¨£ÜÛa aì¢Ûb Ó ¤!¡a ë

 

§la Æ È¡2 b ä¡n¤öa ¡ë a ¡õ¬b à £ Ûa  å¡ß ¦ñ 0b v¡y b ä¤î Ü Ç ¤`¡À¤ß b Ï

 

§áî©Û a

 

 

 

            “Hani bir zamanlar da, ‘Ey Allah’ım! Eğer bu, senin yanından gelmiş gerçekse başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver’ demişlerdi.” (8/32)

 

¢é¨£ÜÛa  æb × b ß ë 6¤á¡èî©Ï  o¤ã a ë ¤á¢è 2¡£Æ È¢î¡Û ¢é¨£ÜÛa  æb × b ß ë

 

 æë¢`¡1¤Ì n¤  í ¤á¢ç ë ¤á¢è 2¡£Æ È¢ß

 

 

 

            “Oysa; SEN ONLARIN İÇİNDE BULUNDUKÇA Allah, onlara azap edecek değildi ve onlar istiğfar ederlerken de Allah, onlara azap edecek değildi.” (8/33)

 

 

 

¤á¢è ä¤î 2  ` v (b àî©Ï  Úì¢à¡£Ø z¢í ó¨£n y  æì¢ä¡ß¤ªì¢íü  Ù¡£2 0 ë 5 Ï

 

aì¢à¡£Ü  ¢í ë  o¤î a Ó b £à¡ß b¦u ` y ¤á¡è¡ ¢1¤ã a ó¬©Ï aë¢ ¡v íü  £á¢q

 

b¦àî©Ü¤  m

 

            “Hayır, Rabb’in hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (4/65)

 

 

DÜNYADAKİLERİN AHİRETTEKİLERE ŞEFAATI

 

 

 

            4.Bölüm; Ahirette cehennem azabından müminlerin kurtulması için, Peygamber (s.a.s) efendimizin ve hayatta bulunan müminlerin, cenaze namazındaki duaları ve diğer dualarıyla vefat etmiş olan din kardeşlerimize şefaatta bulunmaları ve bu husustaki hadisi şerifler:

 

 

 

            Ebu Hureyre (r.a.) den: Resulü Ekrem (s.a.s) Cenaze namazı hakkında: “İlahi! Sen bunun Rabbısın, onu yaratan ve Müslüman eden Sen’sin. Sen onun ruhunu kabzettin. (aldın) Onun gizli ve açık hallerini Sen daha iyi bilirsin. Biz ona şefaatçi olarak geldik. Sen onu mağfiret et.”buyurdu. (Ebu Davud)

 

 

 

 

 

            “Her hangi bir meyyitin (cenazenin) üzerine namaz kılanların sayısı yüze baliğ olur (ulaşır) da ona şefaat ederlerse, o cenaze hakkındaki şefaatleri kabul olunur.”  buyurmuştur. (Müslim)

 

 

 

            İbni Abbas (r.a.) dan: Resulü Ekrem (s.a.s):

 

            “Bir Müslüman ölür de, Allah’a şirk koşmayan kırk kimse ona namaz kılarsa, Allah onların meyyit (cenaze) hakkındaki şefaatlarını kabul eder.” buyurdu. (Müslim)

AHİRETTE YAPILACAK ŞEFAATLER

 

 

 

 

 

 

 

            Ahirette yapılacak şefaatleri de şu şekilde sıralayabiliriz:

 

 

 

            1-Allah’ın (c.c.) şefaatı.

 

            2-a)Peygamberimiz (s.a.s) efendimizin mahşerde hesabın başlaması için; diğer peygamber efendilerimiz dahil bütün insanlığın hesabının başlaması için başını secdeye koyup yaptığı, hesabı başlatan büyük şefaatı. Buna şefaatı kübra diyoruz.

 

            2-b)Peygamberimiz (s.a.s) efendimizin ümmetinin büyük günahkarları ve hepsi için yapacağı şefaat.

 

            3-Meleklerin tüm insanlar için yaptıkları şefaat.

 

            4-Alimlerin adil ve Salih olanlarının yapacağı şefaat.

 

            5-Şehidlerin yapacağı şefaat.

 

            6-Hafızların (Kur’an’ı ezberlemiş olanların) şefaatı.

 

            7-Diğer Salih müminlerin günahkarlara şefaatı.

 

            8-Ve en son Allah’ın (c.c.) şefaatı.

 

 

 

 

ŞİMDİ BUNLARIN KAYNAKLARINA GELELİM:

            1-ALLAH’IN ŞEFAATI:

 

          

 

 

 

            Yukarılarda izah edildiği gibi, Allah Azimüşşan’ın şefaat edeceklere  “haydin şefaat edin” diye emir vermesi, en büyük şefaattır. Ayrıca Buhari ve Müslim’de geçen bir hadisin son cümlesi şöyledir; “Sonra Allah şöyle diyecek: ‘Melekler şefaat ettiler, Peygamberler şefaat ettiler, müminler şefaat ettiler, şimdi bütün merhametlilerin en merhametlisi kaldı.’ Sonra elini daldırıp bir avuç ateş  alacak ve ondan ömürlerinde iyilik nedir bilmeyen insanlar çıkacak” (Buhari, Müslim)

 

          

 

 

            2-MELEKLERİN ŞEFAATI

 

 

 

b¦÷¤î ( ¤á¢è¢n Çb 1 ( ó©ä¤Ì¢mü ¡pa ì¨à £ Ûa ó¡Ï §Ù Ü ß ¤å¡ß ¤á × ë

 

󨙤Š í ë ¢õ¬b ' í ¤å à¡Û ¢é¨£ÜÛa  æ ‡¤b í ¤æ a ¡†¤È 2 ¤å¡ß ü¡a

 

 

 

            “Göklerde nice melek var ki onların şefaati hiçbir işe yaramaz. Meğer Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verildikten sonra olsun. (ancak o zaman şefaatın faydası olur)” (53/26)

 

 

 

a¦Š¤×¡‡ ë ¦õ¬b î¡™ ë  æb Ó¤Š¢1¤Ûa  æ뢊¨ç ë ó¨ ì¢ß b ä¤î m¨a ¤† Ô Û ë

 

= åî©Ô £n¢à¤Ü¡Û

 

 

 

            “Allah onlar (o melekler) ın önlerinde ve arkalarında ne varsa bilir. (Allah’ın) razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve onlar, O’nun korkusundan titrerler.” (21/28)

 

 

 

 

 

=ea¦ ¤Ï ë ¡å¨à¤y £`Ûa ó Û¡a  åî©Ô £n¢à¤Ûa ¢`¢'¤z ã  â¤ì í

 

 

 

          

 

            “Korunanları, (binek üzerinde ikram ile) Rahman’a götürdüğümüz gün,” (19/85)

 

 

 

a<¦&¤0¡ë  á £ä è u ó¨Û¡a  åî©ß¡`¤v¢à¤Ûa ¢Ö좠 ã ë

 

 

 

            “Suçluları da (yaya ve) susuz olarak cehenneme sürdürdüğümüz (gün)” (19/86)

 

 

 

¡å¨à¤y £`Ûa   ¤ä¡Ç  Æ _ £ma ¡å ß ü¡a  ò Çb 1 £'Ûa  æì¢Ø¡Ü¤à í ü

 

a<¦ ¤è Ç

 

 

 

            “Yalnız Rahman’ın huzurunda söz almış olanlardan başkaları şefaat edemezler.” (19/87)

 

 

 

 æì¢z¡£j  ¢í ¢ò Ø¡÷¬¨Ü à¤Ûa ë  £å¡è¡Ó¤ì Ï ¤å¡ß  æ¤` £À 1 n í ¢pa ì¨à £ Ûa ¢&b Ø m

 

 £æ¡a ¬ü a 6¡ ¤0 üa ó¡Ï ¤å à¡Û  æë¢`¡1¤Ì n¤  í ë ¤á¡è¡£2 0 ¡ ¤à z¡2

 

¢áî©y £`Ûa ¢0ì¢1 ̤Ûa  ì¢ç  騣ÜÛa

 

 

 

            “(O’nun azametinden) nerede ise gökler üstlerinden çatlayacaklar. Melekler hamd ile Rablerini tesbih ediyorlar ve yer yüzünde bulunanlara MAĞFİRET diliyorlar. (Şefaat ediyorlar) Dikkat edin! Hiç şüphe yok ki Allah, çok bağışlayanın, çok esirgeyenin ta kendisidir.” (42/5)

 

 

 

¤á¢è¢È 1¤ä í ü ë ¤á¢ç¢£`¢a í ü b ß ¡é¨£ÜÛa ¡æë¢& ¤å¡ß  æë¢ ¢j¤È í ë

 

 æ@¢ªì¡£j ä¢m a ¤3¢Ó 6¡é¨£ÜÛa   ¤ä¡Ç b 㢪¯ë¬b È 1¢( ¡õ¬ü¢ª¯ì¬¨ç  æì¢Ûì¢Ô í ë

 

6¡ ¤0 üaó¡Ï ü ë ¡pa ì¨à £ Ûa ó¡Ï ¢á Ü¤È í ü b à¡2  騣ÜÛa

 

 æì¢×¡`¤'¢í b £à Ç ó¨Ûb È m ë ¢é ãb z¤j¢

 

 

 

            “Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar, ne de yarar veremeyen şeylere (putlara) tapıyorlar ve: ‘Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir!” diyorlar. Deki: ‘Allah’ın göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?’ O, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.” (10/18)

 

 

 

¤á¡è¡£2 0 ¡ ¤à z¡2  æì¢z¡£j  ¢í ¢é Û¤ì y ¤å ß ë  *¤` ȤÛa  æì¢Ü¡à¤z í  åí©Æ £Û a

 

 o¤È¡  ë b ä £2 0 7aì¢ä ߨa  åí©Æ £Ü¡Û  æë¢`¡1¤Ì n¤  í ë ©é¡2  æì¢ä¡ß¤ªì¢í ë

 

aì¢È j £ma ë aì¢2b m  åí©Æ £Ü¡Û ¤`¡1¤Ëb Ï b¦à¤Ü¡Ç ë ¦ò à¤y 0 §õ¤ó (  £3¢×

 

¡áî©z v¤Ûa  la Æ Ç ¤á¡è¡Ó ë  Ù Üî©j 

 

 

 

            “Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunan (melek) lar, Rablarını överek tesbih ederler. O’na inanırlar ve müminler için (şöyle) mağfiret dilerler. “Rabb’imiz rahmet ve bilgi bakımından her şeyi kapladın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru!” (40/7)

 

 

 

 | Ü • ¤å ß ë ¤á¢è m¤† Ç ë ó©n £Ûa? §æ¤† Ç ¡pb £ä u ¤á¢è¤Ü¡ ¤… a ë b ä £2 ‰

 

¢Œí©Œ ȤÛa  o¤ã a  Ù £ã¡a 6¤á¡è¡mb £í¡£‰¢‡ ë ¤á¡è¡ua 뤋 a ë ¤á¡è¡ö¬b 2¨a ¤å¡ß

 

7¢áî©Ø z¤Ûa

 

            “Rabb’imiz onları babalarından, eşlerinden, çocuklarından iyi olan kimseleri onlara söz verdiğin Adn cennetlerine sok. Şüphesiz üstün olan hikmet sahibi olan sensin!” (diyerek şefaatta bulunurlar). (40/8)

 

 

3-PEYGAMBERİMİZİN ŞEFAATI KÜBRASI

 

 

 

            =ó¨z¢£aÛa ë

 

:=ó¨v   a !¡a ¡3¤î £Ûa ë

 

6ó¨Ü Ó b ß ë  Ù¢£2 0  Ù Ç £& ë b ß :

 

6ó¨Û@ë¢üa  å¡ß  Ù Û ¥`¤î   ¢ñ `¡ ¨5 Û ë :

 

6ó¨"¤` n Ï  Ù¢£2 0  Ùî©À¤È¢í  Ҥ젠 Û ë :

 

 

 

            “Kuşluk vaktine and olsun.

 

            Durgunlaşan geceye and olsun ki;

 

            Rabb’in seni bırakmadı ve sana darılmadı.

 

            Elbette senin sonun, ilkinden hayırlıdır.

 

            Rabb’in sana verecek sen razı olacaksın.” (93/1-5)

 

 

 

            “Ebu Hureyre (r.a.) den: Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

 

            “Ben kıyamet gününde Adem oğlunun efendisiyim, ilk kabri açılacak olan benim. İlk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilecek olan da benim.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

 

 

 

            Tirmizi’de hadisin lafzı şöyledir: “Kıyamet gününde Adem oğlunun efendisi benim. Hamd sancağı benim elimdedir; Bunu iftihar için değil, gerçek olduğu için, söylüyorum. O gün Adem (a.s.) ve diğer peygamberler dahil, bir peygamber yoktur ki, benim sancağım altında olmasın. İlk kabri açılan da benim; bunu iftihar için değil, hakikat olduğu için söylüyorum.”

 

 

 

            Resulullah şöyle buyurmuştur:

 

          

 

            “Kıyamet günü gelince Peygamberlerin imamı ve hatibi olacağım, hepsinden önce şefaat edeceğim; bu, iftihar değil, bir hakikattir.”

 

            Enes (r.a.) den: Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

 

            “İnsanlar kıyamette yeniden dirilecekleri zaman kabrinden ilk çıkan ben olacağım. Rablerinin huzuruna çıkacakları zaman, ben onların hatibi olacağım. Ahiret gününün güçlükleri karşısında ümitsizliğe düştükleri zaman şefaat talebinde bulunmak suretiyle ben, onların müjdecisi olacağım. O günde hamd sancağı benim elimde olacaktır. Ben Allah nezdinde Adem oğullarının şereflisiyim. Bunu iftihar için değil, bir gerçek olarak söylüyorum.” (Tirmizi)

 

 

 

            İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir:

 

            “Peygamber (s.a.s)in, Sahabelerinden bir kısmı, kendisini beklemek üzre oturdular. Peygamber (s.a.s) çıkıverdi. Kendilerine yaklaşınca, şöyle konuştuklarını işitti. Biri dedi ki: Hayret, yüce Allah, insanlar arasından İbrahim (a.s.)i dost edindi. Bir başkası: Musa (a.s.)ın Allah ile konuşmasından daha şaşılacak bir şey var mı? Rabbi kendisi ile hususi bir şekilde  konuştu. Bir başkası: Ya İsa, Allah’ın kelimesi ve ruhudur, dedi. Öteki de: Allah (c.c.) Adem (a.s.)ı seçti, diye ekledi;

 

            Bunun üzerine Peygamber (s.a.s) karşılarına çıkıp selam verdi ve: “Konuşmanızı ve hayretinizi işittim, dedi. Evet İbrahim Allah dostudur; o öyledir. Musa da Allah’ın kelamına mahzar olmuştur; o da öyledir. İsa da Allah’ın kelimesi ve ruhudur, o da doğrudur. Adem de Allah’ın seçtiği seçkin bir zattır, o da gerçektir. Fakat, dikkat edin ki, ben Allah’ın sevgilisiyim. Ve bunu iftihar maksadı ile söylemiyorum. Ben kıyamet gününde hamd sancağını taşıyanım. Kıyamet gününde ilk Şefaat eden ve şefaatı ilk kabul edilecek benim. Ve bunu iftihar maksadıyla söylemiyorum. Cennet kapısının halkalarını ilk vuracak olan da benim. Vurunca da Allah cennet kapılarını açıp içeriye girdirecek; müminlerin fakirleri de benimle birlikte gireceklerdir. Bunu da iftihar maksadı ile söylemiyorum. Ve ben ilk gelenlerle son gelenlerin en şereflisiyim; bunu da iftihar maksadı ile söylemiyorum, bütün bunlar birer gerçektir.” (Tirmizi)

 

            Ebu Hureyre (r.a.)den: Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:

 

            “Her peygamberin kabul olması kesin olan bir duası vardır. Her Peygamber de bu duasını dünyada yapmakta acele göstermiştir. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat olmak üzere tehir ettim. Ümmetimden Allah’a bir şeyi şirk koşmadan ölen herkes, inşallah ona nail olacaktır.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)

 

 

 

            Abdullah b. Amr (r.a.)den:

 

            “Peygamber (a.s.) yüce Allah’ın, İbrahim (a.s.) hakkındaki “Ya Rabbi, o putlar insanları bir yoldan saptırdılar. Kim bana uyarsa, o bendendir. Kim karşı gelirse artık onun işi sana kalmıştır, zira sen affedicisin, merhametlisin.” ayetini okudu. İsa (a.s.) da: “Ya Rabbi, eğer onları cezalandıracaksan onlar senin kullarındır; onları affedeceksen. Bunu da yapabilirsin, zira sen izzet sahibisin, hikmet sahibisin.” demişti, dedi; ve ellerini kaldırıp “Ey Allah’ım, ümmetim, ümmetim! diye yalvardı ve ağladı. Bunun üzerine yüce Allah: Ey Cebrail Muhammed’e (s.a.s) git-Rabbin her şeyi bilir-fakat yine de ne diye ağladığını sor! dedi. Cebrail (a.s.) Peygamber (s.a.s)e gelip sordu. Resulullah (s.a.s) Allah en iyi bilen, diye Cebrail’e meseleyi anlattı. Allah (c.c.) Ey Cebrail, Muhammed’e git ve deki, biz onu ümmeti hususunda razı kılacağız, ümmetine bir kötülük yapmayacağız.” (Müslim)

 

            Yine Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:

 

            “Bir gün Resulullah (s.a.s) ile bir davette idik. Sofraya getirilen etin kol tarafından bir parça Peygamber (s.a.s) in önüne konuldu. (Resulullah etin bu kısmını severdi) Ondan ön dişleriyle bir lokma kopardı, sonra şöyle buyurdu:

 

            “Ben kıyamet gününde bütün insanların efendisiyim. Bunun sebebini bilir misiniz?” diyerek şöyle açıkladı:

 

            “Evvel ve sonra gelmiş, geçmiş ne kadar mükellef insanlar varsa, bunların hepsini Allah’u Teala, kıyamet gününde düz ve geniş bir sahada toplayacaktır ki, onlara nezaret eden (bakanın gözü) Mahşer halkının hepsini bir bakışta görebilecek (ihata edecek) bir münadinin (seslenenin) sesini herkes duyabilecek. Bir de güneş (olanca hararetiyle) insanlara o kadar yaklaşacak ki, artık mahşer halkının hüzün ve meşakkati dayanılamayacak bir dereceye varacak. Bunun üzerine mahşer halkı birbirlerine:

 

            Başınıza gelen şu faciayı görmüyor musunuz? Halasınız (kurtuluşunuz) için Rabbiniz Teala’ya delalet edecek bir şefaatçi bulmak çaresine neden bakmıyorsunuz? diyecekler. Bunun üzerine içlerinden bazısı bazısına: Haydi babanız Adem (a.s.) e müracaat ediniz! demesi  üzerine. Mahşer halkı Adem Aleyhisselam’a gelerek:

 

            Ey Adem! Sen beşerin babası, yüce ceddisin, Allah’u Teala seni kudret eliyle yarattı, kendi ruhundan sana hayat verdi ve sana tazim etmelerini meleklere emir buyurdu. Onlar da seni tebcil ve terkim ettiler. Allah seni cennette iskan etti yerleştirdi.  Rabbin Teala hazretlerine hakkımızda şefaat dilemez misin? Ey atamız! İçinde bulunduğumuz şu hali, karşılaştığımız  bu musibeti görmüyor musunuz? Diye rica ve niyazda bulunacaklar. Adem (a.s.)de:

 

            Rabbim Teala bu gün öyle celallidir ki, şimdiye kadar böyle bir gazab etmemiş, bundan sonra da bu türlü gazab etmez. Bir de Cenab-ı Hakk, Cennet meyvelerinden birini yemekten men etmişken o yasak meyveden yeyip Allah’a asi olmuştum.  (Size şefaat etmeye yüzüm yok, bundan dolayı kendimi düşünüyorum;) nefsi, nefsi, nefsi, kendimi kurtarabilirsem bana kafi, siz başka bir şefaatçi bulunuz; Nuh (a.s.)a gidiniz, diyecek. Onlar da Nuh Peygambere gidip:

 

            Ey Nuh! Sen, yeryüzündeki insanlara (tufandan sonra) gönderilen peygamberlerin birincisisin. Cenab-ı Hakk sana  (Kur’an’da:) “ Çok şükreden kul” adını verdi. İçinde bulunduğumuz elemli vaziyeti görmüyor, karşılaştığımız şu musibeti bilmiyor musunuz? Rabbin Teala’ya hakkımızda şefaat etmeyecek misiniz? diyecekler. Nuh (a.s.) da:

 

            Bugün Rabbim Teala’nın Celal sıfatı öyle tecelli etmiştir ki, şimdiye kadar misli görülmemiş ve bundan sonra da görülmeyecektir. Bir de ben vaktiyle kavmimin helaki için dua etmiştim. (Bundan dolayı kendimi düşünüyorum) nefsi, nefsi, nefsi. Şimdi siz başka bir şefaatçi arayınız. İbrahim Aleyhisselam’a gidiniz, diyecek. Onlar da Hazret-i İbrahim’e varıp:

 

            Ey İbrahim! Sen Allah’u Teala’nın Peygamberi ve yeryüzünde Allah’ın dostusun. Rabbin Teala’ya hakkımızda şefaat eyle! Maruz kaldığımız  şu acıklı hali görmüyor musun? diye niyaz edecekler. İbrahim Aleyhisselam’da:

 

            Rabbim Teala hazretleri bugün öyle celallidir ki, şimdiye kadar misli görülmemiş ve bundan da görülmeyecektir. Bir de ben (putperestleri acze düşürüp susturmak için görünüşe nazaran) üç yerde yalan söylemiştim. (bu yüzden) Nefsi, Nefsi, Nefsi. Siz benden başka bir şefaatçi arayınız; Musa Peygamber’e gidiniz, diyecektir. Onlar da Musa Aleyhisselam’a varıp:

 

            Ey Musa! Sen Allah’ın Resulüsün, hem de Allah’u Teala seni risalet ve kelamiyle insanlar üzerine faziletli kılmıştır. Rabbin Teala’ya hakkımızda şefaat et! İçinde bocaladığımız acıklı hali görmüyor musun? diyecekler. Musa Aleyhisselam da onlara:

 

            Rabbim Teala bugün öyle celallidir ki, bu ana kadar misli görülmemiş ve bundan sonra da görülmeyecektir. Bir de ben, katli ile emrolunmadığım bir adamı (kazara) öldürmüş bulunuyorum. (bundan dolayı kendimi düşünüyorum;) nefsi, nefsi, nefsi. Siz benden başka şefaatçi arayınız, İsa Peygamber’e gidiniz, diyecek. Onlar da İsa Aleyhisselam’a gidip:

 

            Ey İsa! Sen Allah’ın Resulü ve Allah tarafından Meryem’e ilka olunan kelimesi ve (Allah’u Zü’l-Celal’in halkıyla vücuda gelen) bir Ruh’sun ki, beşikte ve bebek iken insanlarla konuştun. Rabbin Teala’ya  hakkımızda şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu müşkül vaziyeti görmüyor musun? diyecekler. Hazret-i İsa da onlara:

 

            Bu gün Rabbim Teala’nın celal sıfatı öyle tecelli etmiştir ki, bugüne kadar misli görülmemiş ve bundan sonra da görülmeyecektir. Diyecek ve bir günah zikretmeyecek. (bir rivayette; Ben Allah’dan başka ma’bud addedildim, diyecek.) O da: (Ben kendimi düşünüyorum. Nefsimi kurtarabilirsem bana kafi) nefsi, nefsi, nefsi. Siz başka bir şefaatçi bulunuz, Muhammed Aleyhisselam’a müracaat ediniz, diyecek. Onlar da Muhammed Aleyhisselam’a (ve bir rivayette bana) gelirler.

 

            Ya Muhammed! (s.a.s) Sen Allah’ın Resulü ve Nebilerin sonuncususun. Allah’u Teala senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır. Rabbin Teala’ya hakkımızda şefaat et! Karşılaştığımız bu elim vaziyeti görüyorsun, diye rica ve niyazda bulunacaklar. Bunun üzerine ben de hemen Arş’ı Rahman’ın altına varıp Rabbim Teala’ya  secdeye kapanacağım. Sonra secdede Allah benden önce hiçbir Peygamber’e ilham etmediği en güzel hamd’ü senayı bana ilham buyuracak. Ben mülhem olduğum tarzda Allah’u Teala’ya hamdü sena edeceğim. Sonra Cenab-ı Hakk bana:

 

            “Ya Muhammed! Secdeden başını kaldır, iste dilediğin verilecek. Şefaat et, kabul edilecektir.” buyurur. Ben de secdeden başımı kaldırıp:

 

            “Ümmetimi halas et (kurtar), ümmetimi bana bağışla Ya Rab!” diye ümmetim hakkında şefaat edeceğim. Cenab-ı Hakk bana:

 

            “Ya Muhammed! Ümmetinden hesap ve sorguya lüzumu olmayanları cennet kapılarından Bab’ı Eymen denilen sağ kapıdan, Cennet’i A’la’ya koy! Onlar, Cennet’in bundan başka diğer kapılarında da halk ile müşterektirler.” buyuracaktır, dedi. Sonra Resul’ü Ekrem (s.a.s) (bu hadisin sonunda): “Hayatım yed’i kudretinde (kudret elinde) olan Allah’u Teala’ya yemin ederim ki, Cennetin kapı kanatlarından iki kanadın arası Mekke ile Hecer (Bahreyn), yahud Mekke ile Busra arası kadar geniştir.” buyurdu.” (Buhari, Müslim)

 

 

 

 

4-ÇOK SALATVAT GETİRENLER

 

 

 

            İbni Mesud (r.a.)dan rivayete  göre, Resulü Ekrem (s.a.s) efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatıma hak kazananları, benim üzerime en çok salavat getirenlerdir.” (Tirmizi)

 

 

5-GÜNAHKARLAR VE HATALILAR

 

 

 

            Ebu Musa el-Eş’ari (r.a.) anlatıyor: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:

 

            “Ben ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaat (sahibi olmam) arasında muhayyer bırakıldım. Ben şefaatı tercih ettim. Çünkü şefaat, daha şumüllü ve ümmetimin (toptan kurtuluşuna) daha yeterlidir. Şefaatı siz müttakilere mahsus mu biliyorsunuz? Hayır! O müttakiler değil günahkarlar, hatalılar ve pis işlere karışan (müslaman)lar içindir.” (Fi zevaid Kütübü Sitte)

 

 

 

            Sa’d b.Ebi Vakkas (r.a.) dan:

 

            “Bir gün Medine’ye gitmek için Resul’i Ekrem efendimizle beraber Mekke’den çıkmıştık. Azvera’ denilen  yere yaklaştığımızda Resul’i Ekrem (s.a.s) devesinden indi, ellerini kaldırıp bir müddet dua etti. Sonra secdeye kapandı ve uzun müddet secdede kaldı. Sonra kalktı, yine elini kaldırıp bir müddet dua etti. Sonra yine secdeye kapandı, bunu üç defa tekrarladı ve şöyle buyurdu:”

 

            “Ben Allah’a dua ve ümmetime şefaat diledim. Allah’u Teala ümmetimin üçte birini bana bağışladı. Bundan dolayı Allah’a şükretmek için secdeye kapandım. Sonra tekrar başımı secdeden kaldırıp yine dua ettim ve Allah’dan ümmetimin bağışlanmasını istedim. İkinci defa olarak ümmetimin üçte birini daha bana bağışladı. Allah’a şükran borçlarımı ödemek için secdeye kapandım. Bilahare secdeden başımı kaldırıp Allah’a dua ve ümmetime şefaat diledim. Allah’u Teala ümmetimin kalan üçte birini de bana bağışladı. Allah’a şükretmek için secdeye kapandım” buyurdu.”  (Ebu Davud)

 

 

PEYGAMBERLER, ALİMLER, ŞEHİDLER

 

 

 

            İbni Mace’de şu hadis vardır:

 

            “Kıyamet gününde üç sınıf şefaat eder: Peygamberler, sonra alimler, sonra şehidler.” (Tac C.4 Sh.641)

 

 

7-ŞEHİDLER

 

 

 

            Ebu Derda (r.a.)dan: Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

 

            “Şehid’in akrabasından yetmiş kişiye şefaat etmesine izin verilecektir.” (Ebu Davud, Tirmizi)

 

            Tirmizi’nin lafzı şöyledir: “Şehidin Allah yanında üç üstünlüğü vardır: İlk affedilenler arasında affedilir, yahut, kanının ilk aktığı an affedilir, cennetteki yerini görür, kabir azabından muaf tutulur, en büyük korkudan emin bulunur, başına zafer tacı giydirilir, yakutlusu dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır, yetmiş huri ile evlendirilir, yakınlarından da yetmiş kişiye şefaat etmesine izin verilir.” (Tac C.4 Sh.640)

 

 

8-HAFIZLAR

 

 

 

            Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.s) buyurdular ki:

 

            “Kim Kur’an’ı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah o kimseyi cennete koyar. Ayrıca, hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır.” (Tirmizi)

 

 

9-SALİH MÜ’MİNLER

 

 

 

            Haris İbni Ukayş (r.a.) anlatıyor:

 

            “Resulullah (s.a.s) buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki, benim ümmetimde öyle şefaatı makbul kimseler var ki, birinin şefaatiyle Mudar kabilesinin insanlarından daha çok kimse cennete girecektir. Benim ümmetimden öylesi de var ki, vücudu ateş için irileşir ve cehennemin bir köşesini teşkil eder.” (Fi zevaid Kütübü Sitte)

 

 

            NETİCE

 

 

 

            Burada Lahur Neşri İslam Encümeni Reisi büyük alim Mevlana Muhammed Ali tarafından yazılmış ilk Diyanet İşleri Başkanlarımızdan değerli ilim adamı Ahmed Hamdi Akseki’nin kızı Naciye Akseki tarafından İngilizce aslından Türkçe’ye terceme edilen ve Ahmet Hamdi Akseki tarafından da tashih ve şerhedilen İSLAM isimli 1946 tarihli kitaptan tezimizi teyid eden bölümü aynen alıyorum:

 

 

 

ŞEFAAT: HAKİKİ ŞEFAATÇI ALLAH’DIR;

 

 

 

            “İslamiyet’te Peygamberlerin yeri meselesi ile ilgili bir nokta daha vardır ki aydınlatılması icab eder. Bu da şefaat akidesidir (inancıdır). Bu kelimenin Arapça’sı “şefa’a”dır. Şef’ kelimesinden gelir. Şefa’a da bir kimsenin kendisine yardım eden kimse ile bir olması demektir. Bilhassa yüksek mevkide ve itibarlı bir kimsenin kendinden aşağı seviyede bir insanla bir olmasını ifade için kullanılır. Kur’an’da hakiki şafi’ Allah’dır, denir: “Onların Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir şefaatçileri yoktur.” (6:51-70)

 

            Bir yerde de şöyle denir: “Bütün şefaat Allah’ın iznine bağlıdır” (39:44). Bazan da (32:4) de olduğu gibi bir şeyin Allah’ın iradesiyle olduğu söylenirken şefaatten de bahsedilir: “Gökleri, yeri ve aralarındakini altı günde yaratan, sora arş üzerine şanı ile müstevi olan (yönelen) Allah’dır. Sizin için ondan başka dostunuz, iş göreniniz de yoktur, şefaatçiniz de yoktur. Hala nasihat kabul etmiyecek misiniz?

 

          

 

            “Şu halde Kur’an’a göre, bütün dünyanın idaresi nasıl Allah tarafından ise şefaat da ancak Allah’ın elindedir.” Allah’ın izni olmadıkça kimse şefaatçilik edemez” sözü işte bu sebepledir ki tekrar edilir durur. (10:3; 2:255) İlah yerine konulan mabutların da şefaattan mahrum oldukları söylenir: “Şerik edindikleri (ortak koştukları) mabutlardan (putlardan) şefaat edecekleri hiçbir kimseleri bulunmayacak” (30:13); onlar Allah’ı bırakarak, kendilerine mazarrat (zarar) ve menfaat vermeyen şeylere taparlar, bir de “bunlar Allah yanında şefaatçilerimizdir” derler” (10:18)

 

 

 

KİM ŞEFAAT EDEBİLİR

 

 

 

            “Allah’ın izni ile şefaatte bulunabilecekler arasında meleklerden de bahsedilir: “Göklerde nice melekler vardır ki şefaatleri hiçbir fayda vermez. Yalnız Allah dilediği kimse hakkında onlara izin verip hoşnut olduktan sonra fayda verir” (53:26). Kur’an’da, Peygamberlerin de şefaatçilerden olduğu söylenir: “Senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki ona, benden başka tapacak yoktur, yalnız bana tapın-diye vahyetmiş olmayalım. Onlar “Rahman oğul edindi” dediler. O (beridir) Belki Peygamberler O’nun muazzez ve mükerrem kullarıdır. Onlar O’nun sözünden önce söz söylemezler, O’nun buyrultusu ile amel ederler. Allah onların yaptıklarını, yapacaklarını bilir, onlar yalnız Allah’ın hoşnut olacağı kimselere şefaat edebilirler” (12:25-28). Müminlerin de şefaatçi oldukları söylenir: “Allah’dan başkasına tapanlar, onların şefaatına nail olamazlar. Ancak Hakka şehadet edip lisanları ile şehadet ettiklerini kalpleri ile bilen müminler şefaatlerine nail olurlar” (43:86) Her mümin hakka şehadet etmesi şart olduğundan bu ayeti pekala bütün müminlerin hesabına söylenmiş olarak kabul edebiliriz.

 

            Hakiki müminlerin şefaatlerinden açık açık bahseden bir diğer ayet de şudur: “Esirgeyen zat yanında ahd almış kimselerden başka hiçbir fert şefaate malik olamayacaktır” (19:87) Çünkü her müminin Allah ile bir ahd yapmış olduğu söylenebilir.

 

            Hadiste de Allah’ın, Meleklerin, Peygamberlerin ve müminlerin şefaatçi olduklarından bahsedilir. Hem Buhari, hem de Müslim tarafından kabul edilen, şefaata dair bir hadisin son cümlesi şudur: “Sonra Allah şöyle diyecek-Melekler şefaat  ettiler, şimdi bütün merhametlilerin en merhametlisi kaldı.-Sonra elini daldırıp bir avuç ateş alacak ve ondan ömürlerinde iyilik nedir bilmeyen insanlar çıkaracak” (BUHARİ)

 

 

 

MELEKLERİN ŞEFAATI

 

 

 

            Kur’an’da meleklerin şefaatinden şöyle bahsedilir: “Arşı taşıyanlar, arşın etrafında dolaşanlar, Rablerini överek tesbih ve tenzih ederler: “ Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kaplamıştır, artık tevbe edip yoluna gidenleri yarlığa (bağışla), onları cehennem ateşinden koru. Ey Rabbimiz! onları babalarından, zevcelerinden (hanımlarından), zürriyetlerinden (nesillerinden) salah (iyi) halde bulunanları vaat ettiğin cennetlere sok, çünkü yegane galip sensin, hakim sensin. Onları kötülüklerden koru, dünyada her kimi kötülüklerden korur isen kıyamet günü rahmetine kavuşturursun, büyük kurtuluş ise budur” (40:7-9).

 

 

 

            Neredeyse gökler (O’nun heybetinden, ta) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler, Rablerini hamd ile tesbih ederler; yerdekiler için de mağfiret dilerler. İyi bil ki Allah, işte O çok esirgeyen O’dur(42:5).

 

 

 

            Görülüyor ki ilk parçada melekler Allah’tan asıl müminleri kötülüklerden koruyup onları bağışlanmasını diliyorlar. Sonra buna babalarını, karılarını ve zürriyetlerini de ilave ediyorlar. İkinci parçada ise melekler Allah’tan hem müminleri hem de kafirleri affetmesini diliyorlar. Melekler bölümünde söylediğimiz gibi, meleğin insanla ruhi alakası, insanı asil ve faziletli işler yapmağa sevketmesidir; bunun için meleklerin şefaat ettikleri kimseler,ister bir Peygambere inanmış olsun, ister inanmamış olsunlar, bir iyilik yapmış kimselerdir. Bu şeffat de bir dua şeklini alarak Allah’a, mahluklarına karşı merhamet göstermesi ve onları affetmesi için yalvarılır.

 

 

 

 

 

 

 

PEYGAMBERLERİN VE MÜMİNLERİN ŞEFAATI

 

 

 

            Allah’ın rahmeti kendini  peygamberler vasıtası ile de gösterir. Bu da peygamberlerin şefaatleridir. Peygamberlerin yalnız hüküm gününde şefaat edeceklerini sanmak yanlıştır. Bu şefaat yalnız, ölülerin affı için yapılan bir şefaat  değildir. Peygamberlerin şefaati, milletlerin hayat tarzlarını değiştirmelerinde, onları kötü yollardan çevirmelerinde ve onlara terakki yolunu göstermelerinde belirir. Hz. Muhammed’in insanları tenzih  etsin diye gönderildiği söyleniyor (2:151) Tenzih için Arapça’da YÜZEKKİ kelimesi kullanılır. Bu zeka kelimesinden çıkar. Bul kelimenin asıl manası Allah’ın lütfu sayesinde elde edilen tearkki’dir. Arabistan’ın mucizevi bir şekilde bütün kötülüklerden temizlenmesi, fiziki, zihni, ahlaki, ve ruhi gelişmesi Hz. Muhammed’in ŞEFAATİNE en açık bir delildir.

 

            Muhammed (s.a.s) ümmetinin selameti için durmadan dua etti; onun duasının, dua ettiği o kimselere “ferahlık” getirdiği söylenir. (9:103;3:159;4:64;24:62;47:19;60:12) de söylendiği gibi peygambere o kimseler namına dua etmesi de emredilir. Bu da tabii ki aynen meleklerde olduğu gibi bir nevi ŞEFAATTİ.

 

            Müminlerin şefaati de aynı şekildedir. Ruhi asalet ve iman bakımından yüksek eolan müminler kendilerinden daha aşağı olanlara hem bizzat örnek olup, hem de dua ederek yardımda bulunurlar. Kendini örnek yapmak suretiyle yapılan şefaatten Kur’an’da şöyle bahsedilir: “Her kim iyi bir şefaatte bulunursa onun o şefaatte hissesi bulunur.” (4:85). Bu ayette şefaat kelimesi kullanılır. Bir kimse başkalarına faydalı ve iyi bir örnek olursa, o işi için mükafatlandırılır.

 

 

 

HÜKÜM GÜNÜNDEKİ ŞEFAAT

 

 

 

            (Ahiret): Yukarıdaki ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki islamiyette şefaat akidesi Allah’ın hudutsuz merhametini ifade içindir. Birinci misalde bu şeifaat insanlar daha dünyada iken gösterilir. Allah’ın melekleri insanları hayır işlemeğe sev keder ve insanları kötülüklere kapılmaktan koruması, lütuf ve merhametini onlardan esirgememesi için Allah’a dua ederler. Allah’ın peygamberleri insanı günahlardan kurtarıp, terakki yolunu göstermek maksadı ile gönderilmişlerdir. Bunlar kendileri başkalarına örnek olarak ve onlar için dua ederek insanları kötülüklerden kurtarıp Allah’ın rahmetine ve lütfuna kavuştururlar. Olgunlaşan ve büyük peygamberleri adım adım takip eden müminler de geride kalanlar için şefaat ederler. Fakat Kur’an’a göre insan için yalnız bu dünyada değil bundan sonraki hayatta da terakki imkanları vardır. Ölümden sonraki hayatta onu daha pek çok işler beklemektedir ve yeniden dilime günü işlenen bütün hayır ve şerlerin neticesi göz önüne  serilecektir. Hz. Muhammed (s.a.s) o gün yapacağı şefaate büyük kıymet verilir. O kadar ki Hz. Muhammed (s.a.s) Allah’ın önünde  secde edep, ta içinden kopup gelen dualar ıile yalvarıncaya kadar hiçbir peygamber şefaatte bulunamayacaktır.  O zaman Allah ona şöyle diyecektir: “Ey Muhammed! Başını kaldır ve söyle, arzun yerine getirilecektir, şefaat et, şefaatin kabul edilecektir” (Buhari) Hüküm gününde Hz. Muhammed’in şefaatine bu kadar kıymet verileceğine şaşmamalıdır.  Çünkü bu dünyadaki şefaati bile o kadar akla sığmıyacak kadar büyüktür ki bütün öteki peygamberlerin şefaatleri onunkinin yanında hiç kalır. Hz. Muhammed insanlığın maddi, manevi ve ruhi hayatında vücuda  getirdiği inkılab  o kadar akıllara hayret vericidir ki, Hz. Muhammed’in “Bütün muvaffağı (başarılısı)” olduğuna ittifak edilir. Allah melekler, peygamberleri, Salih kulları vasıtası ile insanlığı lütuflarına gark etmektedir; bunların insanlığa bu hayatta yaptıkları yardım, daha yüksek olan öteki hayatta da yardım edeceklerine başlı başına bir delildir. Fakat Allah’ın rahmetine hudut olmadığından ne melekler, ne de Allah’ın sadık ve Salih kullarına kulak verip itaat etmeyenler, hadiste söylediği gibi ömürlerinde hiç iyilik etmemiş olanlar bile, düştükleri vaziyetten, merhametlilerin en merhametlisi Allah’ın eli ile kurtarılacaklar, yeniden dirilmenin bütün insanlara açtığı o terakki imkanına kavuşturulacaklardır.”

 

            Lahur Neşri İslam Encümeni Reisi Mevlana Muhammed Ali’nin sözü burada son buldu.

 

 

MÜHİM BİR HİKAYE

 

 

 

            Değerli müminler! Bu bölümde benzerlik arzettiği için bir hikaye ile  Prof. Ların durumunu anlatmaya çalışacağım.

 

            Padişahın bir tanesi bir gece rüyasında; ağzındaki tüm dişlerinin  teker teker döküldüğünü görür. Uyanınca heyecanla hemen sarayın rüya tabircisini çağırtır, rüyasını ona anlatır ve dişlerin dökülmesinin ne anlama geldiğini sorar. Rüyayı dinleyince tabircinin rengi atar, korkarak, titreyerek: “padişahım huzurunuzda yalan konuşamam beni bağışlayın rüyada dişlerin dökülmesi çocukların ölümüne işarettir. Çocuklarının hepsi ölecek siz de onları göreceksiniz” der. Bunu duyan padişah çılgına döner ve “bu nasıl tabir, vurun bunun başını” der. Tabircinin başı kesilir. Bu olaydan sonra merakı ve endişesi iyice artan padişah, bu olayın gizlenmesini emreder ve ülkesinin her tarafına  adamlarını göndererek en üstün tabircilerden birini saraya getirtir. Ona gördüğü rüyayı aynen anlatır ve heyecanla tabircinin ağzına bakar… Tabirci rüyayı iyice dinledikten sonra, gayet sakin ve alimane bir tavırla: “Sultanım sana müjdeler olsun Allah sana o kadar uzun ömür verecek, o kadar uzun yaşayacaksın ki; zaman zaman çocuklarının vefatını göreceksin. Zira dişlerin dökülmesi çocukların ölümüne işarettir.” der. Buna çok sevinen padişahın kalbi rahat eder, gözleri yaşarır, tabirciye dualar eder, çeşitli hediyeler ve altınlarla onu mükafatlandırır ve onu saraya alır.

 

            İşte görüldüğü gibi aynı rüyanın önce irfansız biri tarafından yapılan tabiri, ikincisi ilim, irfan ve hikmet sahibi bir zatın tabiri. Yunus Emre ne güzel söylemiş.

 

            Söz ola kese savaşı

 

            Söz ola kestire başı

 

            Söz ola ağulu aşı

 

            Yağ ile bal ede bir söz.

 

 

 

            Tekrar başa dönelim. Yaşar Nuri Öztürk ve onun gibi düşünenler, “Peygamberleri putlaştırdılar. Kur’an’da kimin şefaat edeceğine dair isim yoktur. Kim Peygamberimiz şefaat edecek derse kafir olur.” diyeceğine, yukarıda geçen onlarca hadisi  şerifleri görmediyse dahi, yukarıdaki ayetlere bilhassa her namaz tesbihinden önce okuduğu Ayetelkürsi’ye bakarak. “ancak Allah’ın izin verdikleri şefaat edecektir. Hükmüne göre; “Umarız ki ilk şefaatı alemlere rahmet olarak gönderildiği Kur’an’da bildirilen Peygamberimiz efendimize, sonra öbür peygamberler, melekler ve diğerlerine verilecektir. Çünkü bütün peygamberler (a.s) mahşerde O’nun sancağının altında toplanacaklardır.” demesi gerekmez miydi? Ne acı, ne acı! Rabbim o kardeşimizin de, bizim de hidayetimizi artırsın. Amin.

 

 

 

 

 

 

ALTINCI BÖLÜM

NASİH-MENSUH

 

 

 

KUR’AN’DAKİ İSLAM Sayfa: 157

 

 

 

            Taha Suresi ayet: 114

 

 

 

            S-Hz.Peygamber’e 114. ayette verilen emrin esprisi nedir?

 

            C-“İki emir verilmiştir:

 

          

 

            1-“Kur’an vahyi tamamlanmadan Kur’an’la son hükmü vermede acele etme.” bu emir, Kur’an’ın bir bütün olarak düşünülmesinin gerektiğini ve bu bütün içinde hiçbir ayetin hüküm dışı tutulamayacağını ifade eder. Bundan da anlaşılır ki, Kur’an’ın bazı ayetleri nesh edilmiştir, yani hükümden düşürülmüştür demek, Kur’an’a iftiradır. Hükümden düşürülmüş hiçbir Kur’an ayeti yoktur. Her ayet hüküm dayanağıdır. Burada bugün yürürlük alanı bulamazsa, bir başka yerde yarın yürürlük alanı bulur.

 

            Kur’an bütün zamanların ve mekanların kitabıdır. Bir yer ve bir zamanda uygulama alanı doğmayan ayetleri neshedilmiş göstermek, Kur’an’ın evrenselliğini ve zaman üstünlüğünü zedeleyen şeytani bir aldanıştır.

 

            2-İlminin artırılması için dua et.  Vahy, ilim üstündür, ama ilim dışı değildir. Vahy, Hz. Peygambere geldikten sonra ilim haline dönüşür. Hz. Peygamber de dahil hiç kimse ilim dışı kalamaz ve ilme sırtını dönen iman, Kur’an’dan onay alamaz. Daha öncede gördüğümüz gibi, Kur’an’a göre ilim Allah’ın varlığına tanıklık eden en büyük ve güvenilir güçlerden  biridir. Kur’an, vahy’in en büyük muhatabı olan Hz. Muhammed’e bile ilim istemeyi emretmekle bu konuda, deyim yerinde ise, suyu baştan kesmiş ve insanlığa en etkili dersi vermiştir.

 

            İlimsizlik, körlük getirir. Körlüğün olduğu yerde isi iman ve ilahi aydınlık barınamaz. 124-125. ayetler, bu dünyada kör olanın ölüm sonrası alemde de kör olacağını göstererek ilimsiz imandan bir şeyler beklemenin aldatıcı olabileceğine dikkat çekmiştir.” (Kur’an’daki İslam Sayfa: 157)

 

 

 

            Sayın Öztürk!

 

            Yukarıda görüldüğü gibi Taha suresinin 114. ayetinde verilen espiri nedir? diye  bir soru soruyor ve ayetin aslını tahrif ederek şöyle tercüme ediyorsun:

 

 

 

            “Kur’an vahy’i tamamlamadan Kur’an’la son hükmü vermede acele etme.” Her yerde sitayişle bahsettiğin, tefsirinden pasajlar aldığın, fakat Kur’an mealinde senin gibi ayetlerin  aslını kasıtlı olarak değiştirdiğine rastlamadığım ama senin gibi reformist  olan ve reenkarnasyon’ u savunan sayın Ateş’in meali keriminden, aynı ayetin mealini alıyorum. Bakalım senin Kur’an’a yaptığın ilave ve iftiralar orada var mı?

 

 

 

          

 

 

 

 

 

 

 

            114. ayet Ateş’in mealinden:

 

 

 

            ¡æ¨a¤Š¢Ô¤Ûb¡2 ¤3 v¤È m ü ë 7 ¢£Õ z¤Ûa ¢Ù¡Ü à¤Ûa ¢é¨£ÜÛa ó Ûb È n Ï

 

b¦à¤Ü¡Ç ó©ã¤…¡‹ ¡£l ‰ ¤3¢Ó ë 9¢é¢î¤y ë  Ù¤î Û¡a 󬨚¤Ô¢í  ¤æ a ¡3¤j Ó ¤å¡ß

 

 

 

            “Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur’an’ı acele okumağa kalkma; ‘Rabb’im ilmimi artır.’ de” (20/114)

 

 

 

¢é Û ¤ ¡v ã ¤á Û ë  ó¡  ä Ï ¢3¤j Ó ¤å¡ß  â &¨a ó¬¨Û¡a ¬b 㤠¡è Ç ¤  Ô Û ë

 

b;¦ß¤R Ç

 

 

 

            “Andolsun biz önceden Adem’e (o ağaçtan yememesini) tavsiye etmiştik, (bizim tavsiyemizi) unuttu. Biz onda bir azim (ve sebat) bulmadık.” (20/115)

 

 

 

            Şimdi soruyorum ayette olmayan “Kur’an’la son hükmü verme” cümlesini nerden uydurdun, Allah’dan korkmadın mı? sonra inen ayet hüküm  ayeti de değil, ondan sonraki ayet de Hazreti Adem’i anlatıyor. Senin iddia ettiğin gibi “Kur’an bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğini ve bunun için de, hiçbir ayetin hüküm dışı tutulamayacağını ifade eder.” diyorsun. Vahy’in sonu da gelmeyeceğinden, senin ayete verdiğin manaya göre son vahy’i beklemesi için yirmiüç yıl hüküm vermeden gözlemesi mi gerekirdi! Ve ilaveten diyorsun ki;

 

 

 

            “Kur’an’ın bazı ayetleri neshedilmiştir yani hükümden düşürülmüştür demek, Kur’an’a iftiradır. Hükümden düşürülmüş hiçbir Kur’an ayeti yoktur. Her ayet hüküm dayanağıdır.  Burada bugün yürürlük alanı bulamazsa, bir başka yerde yarın yürürlük alanı bulur.” derken hiç özün titremeden Bakara  suresinin 106. ayetini ve Nahl  suresinin 101. ayetini nasıl inkar edersin? İşte Ateş’in mealinden  ayetlerin manası: Bakara Suresi: “Biz daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir ayeti neshetmez (silmez, yürürlükten kaldırmaz) veya onu unutturmayız. Allah’ın her şeye  gücü yeter olduğunu bilmedin mi.” (2/106)

 

            “Biz bir ayetin yerine başka bir ayet getirmediğimiz zaman Allah ne indirdiğini bilirken ‘sen (Allah’a) iftira ediyorsun. (Bu sözleri kendin uydurup Allah’a atıyorsun)’ derler. Hayır onların çokları bilmiyorlar.” (16/101)

 

 

 

            Sayın Öztürk, şimdi bu ayetleri nasıl yok sayacaksın? Ayrıca ilk zamanlarda bazı şeylerin helal olduğuna dair inen ayetleri, sonradan nesheden hükmünü kaldıran onlarca ayetten, yalnız içki ile ilgili ayetleri ibret için  buraya alıyorum:

 

 

 

            1.Ayet: Nahl suresi:

 

a¦` Ø   ¢é¤ä¡ß  æë¢Æ¡_ £n m ¡lb ä¤Ç üa ë ¡3î©_ £äÛa ¡pa ` à q ¤å¡ß ë

 

 æì¢Ü¡Ô¤È í §â¤ì Ô¡Û ¦ò í¨ü  Ù¡Û¨! ó©Ï  £æ¡a b6¦ä   y b¦Ó¤9¡0 ë

 

            “Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz. Şüphesiz bundan aklını kullanan bir toplum için (Allah’ın büyüklüğüne) işaret vardır.” (16/67)

 

 

 

            2.Ayet: Bakara suresi:

 

 

 

            ¥`î©j × ¥á¤q¡a ¬b à¡èî©Ï ¤3¢Ó 6¡`¡ ¤î à¤Ûa ë ¡`¤à _¤Ûa ¡å Ç  Ù ãì¢Ü ÷¤  í

 

 Ù ãì¢Ü ÷¤  í ë 6b à¡è¡È¤1 ã ¤å¡ß ¢` j¤× a ¬b à¢è¢à¤q¡a ë 9¡ b £äÜ¡Û ¢É¡Ïb ä ß ë

 

¢á¢Ø Û ¢é¨£ÜÛa ¢å¡£î j¢í  Ù¡Û¨Æ × 6 ì¤1 ȤÛa ¡3¢Ó 6 æì¢Ô¡1¤ä¢í a !b ß

 

= æë¢` £Ø 1 n m ¤á¢Ø £Ü È Û ¡pb í¨üa

 

 

 

            “Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki; O ikisinde büyük günah vardır. İnsanlara bazı faydaları  varsa da; günahları yararlarından büyüktür. “Ve sana Allah yolunda ne vereceklerini soruyorlar. Deki: “Af (yani ihtiyaçlarınızdan fazlasını veya helal ve güzel olan şeyleri verin)” Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki düşünesiniz:” (2/219)

 

 

 

            3.Ayet: Nisa suresi:

 

 

 

¤á¢n¤ã a ë  ñì¨Ü £_Ûa aì¢2 `¤Ô m ü aì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa b 袣í a ¬b í

 

ô©`¡2b Ç ü¡a b¦j¢ä¢u ü ë  æì¢Ûì¢Ô m b ß aì¢à Ü¤È m ó¨£n y ô¨0b Ø¢

 

§` 1   ó¨Ü Ç ¤ë a ó¬¨"¤` ß ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a ë 6aì¢Ü¡  n¤Ì m ó¨£n y §3î©j 

 

 õ¬b  ¡£äÛa ¢á¢n¤  à¨Û¤ë a ¡Á¡ö¬b ̤Ûa  å¡ß ¤á¢Ø¤ä¡ß ¥  y a  õ¬b u ¤ë a

 

aì¢z  ¤ßb Ï b¦j¡£î x a¦ î©È " aì¢à £à î n Ï ¦õ¬b ß aë¢ ¡v m ¤á Ü Ï

 

a¦0ì¢1 Ë a¦£ì¢1 Ç  æb ×  騣ÜÛa  £æ¡a 6¤á¢Øí© ¤í a ë ¤á¢Ø¡çì¢u¢ì¡2

 

 

 

            “Ey inananlar, sarhoşken namaza yaklaşmayın ki ne dediğinizi bilesiniz. Yoldan geçici olmanız dışında, cünüp iken de yıkanıncaya kadar (namaza yaklaşmayın.) Eğer hasta yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz tuvaletten gelmişse, yahutta kadınlara dokunmuşsanız (bu durumlarda) su bulamadığınız takdirde temiz toprağa teyemmüm edin: (toprağı) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah, çok affeden, çok bağışlayandır.” (4/43)

 

 

 

            4.Ayet: Maide suresi:

 

 

 

            ¢lb _¤ã üa ë ¢`¡ ¤î à¤Ûa ë ¢`¤à _¤Ûa b à £ã¡a a¬ì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa b 袣í a ¬b í

 

¤á¢Ø £Ü È Û ¢êì¢j¡ä n¤ub Ï ¡æb À¤î, £'Ûa ¡3 à Ç ¤å¡ß ¥ ¤u¡0 ¢âü¤9 üa ë

 

 æì¢z¡Ü¤1¢m

 

 

 

            “Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar, üzerine yazılmış) şans okları (çekmek ve bunlara göre hareket etmek), şeytan işinden bir pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” (5/90)

 

 

 

            5.Ayet: Maide suresi:

 

 

 

             ñ ëa   ȤÛa ¢á¢Ø ä¤î 2  É¡Óì¢í ¤æ a ¢æb À¤î, £'Ûa ¢ í©`¢í b à £ã¡a

 

¡é¨£ÜÛa ¡`¤×¡! ¤å Ç ¤á¢× £ ¢_ í ë ¡`¡ ¤î à¤Ûa ë ¡`¤à _¤Ûa ó¡Ï  õ¬b a¤Ì j¤Ûa ë

 

 æì¢è n¤ä¢ß ¤á¢n¤ã a ¤3 è Ï 7¡ñì¨Ü £_Ûa ¡å Ç ë

 

 

 

            “Şeytan, şarap ve kumar (yolu) ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak istiyor. Artık (bunlardan) vaz geçtiniz değil mi?” (5/91)

 

 

 

            Bu ayeti kerimeleri tekrar dikkatle okuyacak olursak:

 

            1-Görüleceği gibi; Nahl suresinin 67. ayetinde “Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz” denilerek, içkinin mübah olduğu bildirilmektedir.

 

            2-Bakara suresinin 219. ayetinde ise: “sana şaraptan ve kumardan soruyorlar, deki: ‘o ikisinde büyük günah vardır, insanların bazı faydaları varsa da, günahları yararlarından büyüktür”

 

            Bu ayet bir önceki, Nahl suresinin 67. ayetinin hükmünü neshetmiş.  Helal olma hükmünü kaldırmış ama yasaklayarak artık içmeyin hükmü getirilmemiştir. Müminlerin bir kısmı içkiyi terk etmiş, açık yasak olmadığı için bir kısmı içmeye devam etmişlerdir.

 

            3-Nisa suresinin 43. ayetinde ise; bir önceki ayetin hükmünü neshederek, kaldırarak: “Ey insanlar, sarhoşken namaza yaklaşmayın ki, ne dediğinizi bilesiniz…” Yasağı gelince yine; müminlerin büyük bir kısmı içkiyi terk etmişler; ancak alışık olanlara terk çok zor geldiğinden

 

            “Biz de yatsıdan sonra içeriz sabah namazına kadar ayıkırız namazda içkili olmayız.” demişler.  Böylece devam etmişlerdir.

 

            4-Maide suresinin 90. ayetinde ise: Daha önceki ayetlerin hükümlerini neshederek kaldırarak: “Ey inananlar şarap, kumar, fal okları şeytan işlerinden bir pisliktir, bundan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” Şeklindeki tavsiye ve yumuşak genel yasaktan sonra bütün müminlerin hepsi; içki, kumar, fal oklarını haram bilmiş tümden terk etmişlerdir.

 

            5-Maide suresinin 91. ayetinde ise; bir önceki ayetle yasakladığı içki ve kumarın zararlarını sayarak: “Şeytan; şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak istiyor. Artık vat geçtiniz değil mi? buyurarak son hükmü bildirmiş ve de müminlerden manen ahit almıştır.

 

          

 

            Sayın Öztürk, bu ardı ardına gelerek, bir öncekinin hükmünü nesheden, yürürlükten kaldıran ayetleri göre göre, nasıl “Kur’an’ın bazı ayetleri nesh edilmiştir, yani hükümden düşülmüştür demek, Kur’an’a iftiradır. Hükümden düşürülmüş hiçbir Kur’an ayeti yoktur. Her ayet hüküm dayanağıdır. Burada bugün yürürlük alanı bulamazsa bir başka yerde yarın yürürlük alanı bulur.” diyebiliyorsunuz?

 

            Yoksa aradan bindörtyüz küsür sene geçti  diye: içkiye, kumara cevaz mı vereceksiniz? O tarihte orada yasak oldu ama bu tarihte burada uygulanabilir, caizdir mi diyeceksiniz?

 

            Allah hidayet versin!

 

          

 

17.10.1998

 

M.Avni (Avnullah) ÖZMANSUR

 

 

İLAVE BÖLÜM

KUR’AN’I KERİM’İN KAÇ AYET OLDUĞU BU HUSUSTA YETKİLİ BİLİM ADAMLARININ TESPİTLERİ

 

 

 

            Değerli okurlarım,

 

            Son zamanlarda konuşan hemen herkes; Kur’an’ı Kerim’in 6.666 ayet olduğunu söylemektedir. Halbuki bu sayı çoğunluğun görüşüne en uzak olan Zemahşeri isimli bir müfessirin görüşüdür. Aşağıda göreceğiniz gibi  diğer gurupların birbirleri arasında çok az fark olmasına rağmen, Zemahşeri bunlardan 450 fark atarak çok farklı bir iddiada bulunmuştur. Bu görüşteki rakamlar yani 6666 sayısı, dile kolay geldiği için bazı kimseler tarafından ezberlenmiş olabilir.

 

            Önce biz “ayet” nedir bunun tarifini görelim: Terim olarak “fasıla” adı verilen bir harf ile ayrılmış olan Kur’an’ı Kerim cümlelerinden her birine ayet denir. Ayetler süreleri meydana getirir. Ayetlerin tayini tevkifidir, kıyas ile yapılamaz. Mesela “Yasin” bir ayettir, benzeri “Tasin” ayet değildir. Bir kelimelik kısa ayet olduğu gibi, yarım sahife hatta bir sahife tutan uzun ayet de vardır. Ayetler birbirinden  fasıla ile ayrılırlar. Fasıla ayetin son  kelimesidir. Bunun son harfine de fasıla (ayırma) harfi denir. Kendisinden sonra gelen ayeti evvelkinden ayırır.

 

            Ayetin tertibi de tevkifidir. Yani Cebrail (a.s.), vahiy getirdikçe ayetlerin nereye yerleştirileceğini de söylemiştir. Resulullah (s.a.s) de vahiy katiplerine hangi ayetin nereye yazılacağını bildirmiştir. (İslami Bilgiler Ansiklopedisi C.1 Sh.72)

 

            Gerçi ayet sayısındaki bu farklılıkların; bazılarının zannettikleri gibi, Kur’an’da eksiklik veya fazlalıkla hiçbir ilgisi yoktur. İlim adamları arasında böyle bir iddia vaki olmamıştır. Çünkü O’NUN KORUYUCUSU ALLAH’dır.

 

            Söz konusu farklılıklar; bir sayfadaki cümlelerin  manasına göre, nerede biteceği, yani ayet numarasının, cümle sonu noktasının hangi kelimeden sonraya  konulacağı ile ilgilidir. Bunun tespitini ise yukarıdaki kaynakta gördüğünüz gibi Cebrail (a.s.)ın Peygamber Efendimiz’e (s.a.s) tarif ettiği şekilde ayetlerin yerini bizzat peygamberimiz vahiy katiplerine kendisi yazdırmıştır. Bu farklılıklar olsa olsa sayım hatası olabilir. Çünkü; Kur’an’ı Kerim’in 77439 kelime olduğunda, ihtilaf yoktur. Tam bir görüş birliği vardır. Yani aynı tepsideki baklavanın kaça taksim edildiği konusu vardır. Baklavanın eksikliği, fazlalığı söz konusu değildir.

 

            Örneğin: Kur’an’ı Kerim’e bakıldığında: En uzun ayet olan BAKARA SURESİ’ nin 282. ayeti, tek bir ayet kabul edilmiş ve tek başına KUR’AN’ ın 47. sayfasını doldurmuştur. NEBE SURESİ’ ndeki 30 ayet ise 581. sayfaya sığmıştır. Yani bu sayfaları birer tepsi kabul edersek; baklava dolu bir tepsi 30’a bölünerek, diğer dolu bir tepsi  hiç bölünmediği için bir kabul edilmiştir.

 

 

 

            İŞTE ÖRNEKLER

 

 

 

            Örnek: 1

 

 

 

            Aşağıda görüldüğü gibi; BAKARA SURESİ’ nin 282. ayeti, uzun bir ayet kabul edildiğinden; KUR’AN’I KERİM’ in 47 veya 49. sayfasını tek başına doldurmuş, hiç bölünmemiştir.

 

 

 

§å¤í  ¡2 ¤á¢n¤ä ía   m a !¡a a¬ì¢ä ߨa  åí©Æ £Ûa b 袣í a¬b í :RXR

 

:¡4¤  ȤÛb¡2 ¥k¡mb × ¤á¢Ø ä¤î 2 ¤k¢n¤Ø î¤Û ë 6¢êì¢j¢n¤×b Ï ó¦£à  ¢ß §3 u a ó¬¨Û¡a

 

7¤k¢n¤Ø î¤Ü Ï ¢é¨£ÜÛa ¢é à £Ü Ç b à ×  k¢n¤Ø í ¤æ a ¥k¡mb ×  l¤b í ü ë

 

 ü ë ¢é £2 0  騣ÜÛa ¡Õ £n î¤Û ë ¢£Õ z¤Ûa ¡é¤î Ü Ç ô©Æ £Ûa ¡3¡Ü¤à¢î¤Û ë

 

b¦èî©1   ¢£Õ z¤Ûa ¡é¤î Ü Ç ô©Æ £Ûa  æb × ¤æ¡b Ï b6¦÷¤î, ( ¢é¤ä¡ß ¤  _¤j í

 

¢é¢£î¡Û ë ¤3¡Ü¤à¢î¤Ü Ï  ì¢ç  £3¡à¢í ¤æ a ¢Éî©À n¤  í ü ¤ë a b¦1î©È " ¤ë a

 

¤á Û ¤æ¡b Ï 7¤á¢Ø¡Ûb u¡0 ¤å¡ß ¡å¤í  î©è ( aë¢ ¡è¤' n¤ a ë 6¡4¤  ȤÛb¡2

 

¡õ¬a   袣'Ûa  å¡ß  æ¤ì "¤` m ¤å £à¡ß ¡æb m a `¤ßa ë ¥3¢u ` Ï ¡å¤î Ü¢u 0 b ãì¢Ø í

 

ü ë 6ô¨`¤ ¢üa b à¢èí ¨ ¤y¡a  `¡£× Æ¢n Ï b à¢èí ¨ ¤y¡a  £3¡a m ¤æ a

 

¢êì¢j¢n¤Ø m ¤æ a a¬ì¢à ÷¤  m ü ë 6aì¢Ç¢& b ß a !¡a ¢õ¬a   袣'Ûa  l¤b í

 

¡é¨£ÜÛa   ¤ä¡Ç ¢Á  ¤Ó a ¤á¢Ø¡Û¨! 6©é¡Ü u a ó¬¨Û¡a a¦`î©j × ¤ë a a¦`î©Ì "

 

 æì¢Ø m ¤æ a ¬ü¡a a¬ì¢2b m¤` m ü a ó¬¨ã¤& a ë ¡ñ &b è £'Ü¡Û ¢â ì¤Ó a ë

 

¥¬b ä¢u ¤á¢Ø¤î Ü Ç   ¤î Ü Ï ¤á¢Ø ä¤î 2 b è ãë¢`í© ¢m ¦ñ `¡"b y ¦ñ 0b v¡m

 

 £0¬b a¢í ü ë :¤á¢n¤È íb j m a !¡a a묢 ¡è¤( a ë b6 çì¢j¢n¤Ø m ü a

 

6¤á¢Ø¡2 ¥Öì¢ ¢Ï ¢é £ã¡b Ï aì¢Ü Ȥ1 m ¤æ¡a ë 6¥ î©è ( ü ë ¥k¡mb ×

 

§õ¤ó ( ¡£3¢Ø¡2 ¢é¨£ÜÛa ë 6¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø¢à£¡Ü È¢í ë 6 騣ÜÛa aì¢Ô £ma ë

 

: ¥áî©Ü Ç

 

 

 

 

 

            Örnek: 2

 

 

 

            Burada ise gördüğünüz gibi NEBE SURESİ’ nin, 30 ayeti, Kur’an’ı Kerim’in 581 veya 583. sayfasına sığmış ve bu sayfa; 30 ayet olarak kabul edilmiştir.

 

 

 

: =¡áî©Ä ȤÛa¡ªb j £äÛa ¡å Ç :R SP& 7 æì¢Û õ¬b   n í  £á Ç :Q

 

::  æì¢à Ü¤È î,   5 ×  £á¢q :U  = æì¢à Ü¤È î,   5 × :T  6 æì¢1¡Ü n¤_¢ß ¡éî©Ï ¤á¢ç ô©Æ £Û a :S

 

:: b=¦ua ë¤9 a ¤á¢×b ä¤Ô Ü   ë :X  a:¦&b m¤ë a  4b j¡v¤Ûa ë :W  a=¦&b è¡ß   ¤0 üa ¡3 Ȥv ã ¤á Û a :V

 

:: b=¦ b j¡Û  3¤î £Ûa b ä¤Ü È u ë :QP  b=¦mb j¢  ¤á¢Ø ߤì ã b ä¤Ü È u ë :Y

 

:: a=¦&a  ¡( b¦È¤j   ¤á¢Ø Ó¤ì Ï b ä¤î ä 2 ë :QR  b:¦(b È ß  0b è £äÛa b ä¤Ü È u ë :QQ

 

:: b=¦ub £v q ¦õ¬b ß ¡pa `¡_¤È¢à¤Ûa  å¡ß b ä¤Û R¤ã a ë :QT  b:¦ub £ç ë b¦ua `¡  b ä¤Ü È u ë :QS

 

:: b6¦Ïb 1¤Û a §pb £ä u ë :QV  b=¦mb j ã ë b¦£j y ©é¡2  x¡`¤_¢ä¡Û :QU

 

:: b=¦ua ì¤Ï a  æì¢m¤b n Ï ¡0좣_Ûa ó¡Ï ¢’ 1¤ä¢í  â¤ì í :QX  b=¦mb Ôî©ß  æb × ¡3¤_ 1¤Ûa  â¤ì í  £æ¡a :QW

 

:: b6¦2a `   ¤o ãb Ø Ï ¢4b j¡v¤Ûa ¡p `¡£î,¢  ë :RP  b=¦2a ì¤2 a ¤o ãb Ø Ï ¢õ¬b à £ Ûa ¡o z¡n¢Ï ë :QY

 

:: b=¦2¨b ß  åî©Ëb £ÀÜ¡Û :RR  a=¦&b "¤`¡ß ¤o ãb ×  á £ä è u  £æ¡a :RQ

 

:: b=¦2a ` ( ü ë a¦&¤` 2 b èî©Ï  æì¢Óë¢Æ íü :RT  b7¦2b Ô¤y a ¬b èî©Ï  åî©r¡2ü :RS

 

:: b¦Ób Ï¡ë ¦õ¬a R u :RV  b=¦Ób £  Ë ë b¦àî©à y ü¡a :RU

 

:: b6¦2a £Æ¡× b ä¡mb í¨b¡2 aì¢2 £Æ × ë :RX  b=¦2b  ¡y  æì¢u¤` íü aì¢ãb × ¤á¢è £ã¡a :RW

 

:: b;¦2a Æ Ç ü¡a ¤á¢×  í©R ã ¤å Ü Ï aì¢Óë¢Æ Ï :SP  b¦2b n¡× ¢êb ä¤î _¤y a §õ¤ó (  £3¢× ë :RY

 

:

 

 

 

            İŞTE KAYNAKLAR

 

 

 

            Kaynak-1

 

          

 

            KUR’AN’I KERİM:

 

            “Ebülleys Semerkandi’ ye göre         : 6213

 

            Nafia göre                                          : 6217

 

            Şeybe’ ye göre                                               : 6214

 

            Küfe alimlerine göre                          :6236

 

            Mısırlılara göre                                  :6219

 

            Şamlılara göre                                   :6226

 

            Müfessir Zemahşeri’ ye göre             :6666 ayettir.

 

            (Zamanımızın meselelerine açıklamalı FETVALAR C.1 Sh.175 Mehmet Emre)

 

 

 

            Kaynak-2

 

 

 

            “Ebülleys Semerkandi’ nin:

 

            RİYADÜ’N-NASİHİN adlı Farisi olarak yazdığı eserin 376. sayfasında: KUR’AN’I KERİM’ deki 30 cüzden her birinde  bulunan ayetlerin miktarı, ayrı ayrı bildirilmektedir.  Bunlar toplanınca ayet miktarı ; 6213’e varmaktadır.

 

(Kur’an’ı Kerim ve bugünkü İncil ve Hz. Muhammed’in Mucizeleri, S. 73 H.Hilmi Işık)

 

          

 

            Değerli okurlarım! Bu konuyu böyle açıkladıktan sonra: Yapıcı tenkitlerinizi bekler; yazmaya başlamış bulunduğum: KUR’AN’DAKİ ASIL İSLAM BU. (Y.N.Öztürk’e C.2) isimli ikinci kitabımın da, başarıyla yazılmasını Rabb’imden niyaz ederim.

 

            Allah’ın (c.c.): Kesintisiz rahmet ve bereketi, meleklerin salatü selamları (övgü ve senaları) kainatın efendisi Rahmeten lil alemin olan Hz. Muhammed Mustafa’ ya, (s.a.s) O’nun aile halkına, bütün ashabına; sonsuz kurtuluşlar da tüm inananlara olsun. Âmin.

 

 

Kaynak;

 www.avnullahozmansur.com

M.Avni (Avnullah) ÖZMANSUR

 

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’e  CEVAP-1

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

 

Peygamberimizle İlgili ayet mealleri

 

Önsöz

 

Reenkarnasyonun Tarihçesi

 

Reenkarnasyon nedir? Tarifi

 

Özer Çiller’in reenkarnasyona inanışı ve Hürriyet Gazetesindeki beyanları

 

Özer Çiller; “Allah’la görüşüyorum”!

 

Kitabın yazımıyla ilgili izahat

 

1.Bölüm 1.Kısım: Fatır suresi: 37. ayetteki erzeli ömr’e reenkarnasyon iddiası

 

40 yaşın ehemmiyetini bildiren ayet

 

1. Bölüm 2. Kısım: Vakıa suresi 60-62. ayetlerin reenkarnasyonla ilgisine dair Süleyman Ateş’in görüşleri

 

Cehennem ateşini görünce dünya’ya dönmek isteyenler

 

1. Bölüm 3. Kısım: Mü’min suresi 11. ayetin reenkarnasyonla ilgisi

 

Cennettekilerle, Cehennemdekilerin konuşmalarını bildiren ayet

 

İyi kimseler için ilk ölümden başka ölüm yoktur

 

1. Bölüm 4. Kısım: Şura suresi 30. ayetin reenkarnasyonla ilgisi

 

Peygamberimize sesleniş: 1

 

Nurlar saçan bir kandil 1. Bölüm 5. Kısım: Nahl suresi 70. ayetin reenkarnasyola ilgisi

 

Bir yılda vücudumuzda neler oluyor?

 

1. Bölüm 6. Kısım: Nuh suresi 17-18. ayetlerin reenkarnasyonla ilgisi

 

1. Bölüm 7. Kısım: Mü’min suresinin 99-108. ayetlerinde reenkarnasyonun mümkün olmayacağı

 

Öyleyse reenkarnasyon nedir?

 

Şeytanlar kimlere vahyeder?

 

1. Bölüm 8. Kısım: Burayı ve bu şahsı daha önceden görmüştüm yanılgısı

 

2. Bölüm 1. Kısım: Mutahharun ( temizlenenler) kimlerdir? Meleklermidir?

 

Prof. Hüseyin Atay’a göre abdestsiz dokunulamayan kitap levh-i mahfuzdaki Kur’an’mış!

 

Elimizdeki Kur’an’ı okumak için abdest almak lüzumsuz bir merasimmiş!

 

2. Bölüm 2. Kısım: Hayız (adet) ve nifas (doğum sonrası) halindeki kadının durumu

 

2. Bölüm 2. Kısım: Kadın hayızlı ve nifaslı halde iken abdest alıp namaz kılabilirmiş!

 

Namazın kazası olmaz mı?

 

Çeşitli kaynaklar

 

3. Bölüm 1. Kısım: Tesettür, cilbabla ilgili Hayrettin Karaman hocanın raporu

 

3. Bölüm 2. Kısım: Nur suresinin 31. ayetinde emredilen baş örtüsünün mahiyeti

 

3. Bölüm 3. Kısım: Cariyelerin tesettürü (örtünmesi) nasıl olmalı

 

Ahzab suresi 59. ayetteki, cilbab’larını üzerlerine salsınlar ayetinin mahiyeti

 

4. Bölüm 1. Kısım: A’raf suresi 157. ayette geçen, peygamberimizin ümmiliği hakkındaki tartışmalar

 

4. Bölüm 2. Kısım: Peygamberimiz okur-yazar mıydı?

 

Ankebut suresi 48. ayette peygamberimizin okur-yazar olmadığı bildirildiği halde; okur-yazar olduğu iddiaları

 

Hudeybiye antlaşması ve Peygamberimizin Resulullah kelimesini Hz. Ali’ye sildirtmesi ile ilgili tartışması

 

Peygamberimize sesleniş: 2- “ Gözünün gördüğünü, yalanlamadı kalbin”

 

4. Bölüm 3. Kısım: Kur’an’daki etleri haram olduğu bildirilenlerin dışında hadislerle haram edilen hayvan etlerinin tartışması

 

4. Bölüm 4. Kısım: Kıyamet suresi 16-19. ayetlerin izahı

 

Hz. Peygambere isnad edilmiş sözlerin din kaynağı yapılması Allah’a ve Kur’an’a ortak koşmak, kafa tutmak mıdır?

 

5. Bölüm: Şefaat: Peygambere şefaat edecek demek onu putlaştırmak mıdır?

 

Şefaat konusunda sayın Öztürk’ün iddiası

 

Şefaatin lügat manası:

 

Dini terim olarak şefaat:

 

Gerçek şefaatçı Allah ve O’nun izin verdikleridir

 

Dünyadaki şefaatin çeşitleri

 

Şefaat nedeniyle dünyada toplu azapların kalkması

 

Dünyadakilerin ahirettekilere şefaatı

 

Ahirette yapılacak şefaat

 

Allah’ın şefaatı

 

Meleklerin şefaatı

 

Peygamberimizin şefaatı kübra’sı

 

Çok salavat getirenlerin şefaatı

 

Peygamberler, alimler, ve şehitlerin şefaatı

 

Hafızların şefaatı

 

Salih müminlerin şefaatı

 

Lahur Neşri İslam Encümeni Reisi’nin şefaatle ilgili görüşü

 

Mühim bir hikaye

 

6. Bölüm: Nasıh-Mensuh: Ta Ha suresinin 114. ayetinin espirisi nedir?

 

“ Kur’an vahyi tamamlanmadan, Kur’an’la son hükmü vermede acele etme” emri

 

Nasih-Mensuh: Kur’an’da hükümden düşürülmüş hiçbir Kur’an ayeti yokmuş!

 

İlave bölüm:

 

Kur’an’ın kaç ayet olduğu; Bu hususta yetkili bilim adamlarının tespitleri

 

 

 

 
 
  Bugün 90 ziyaretçi (99 klik) buradaydı  



   

Selam Dünya !..gurup vakti bir aile sitesidir. çorbada tuzu olsun isteyenler, tenkit ve tavsiyeleri için (alt1946@windowslive.com) veya ( mim.sait@hotmail.com ) adreslerine e posta gönderebilirler !.. gurup vakti -Ailenizin Sitesi








Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden