gurup vakti
  Kur an in Anlasilmasini Tekeline Alanlar
 

Kur’an’ın Anlaşılmasını Tekeline Alanlar

 

Cengiz Duman

 

"Aklıyla övünen kişi, hücresinin genişliği ile övünen mahkuma benzer."

 

Haksöz dergisinin, Ağustos-Eylül 1994 tarihli sayısında yayınlanan "Buruç Suresi ve İşkence" başlıklı yazımızda günümüzün en sıcak konularından olan, müslümanlara işkence ve bunun sonuçlarını; Buruç Suresi ışığında anlatmayı hedefledik. İşkence edenlerin geçmişte olduğu gibi her zaman olabileceği ve müslümanların bazen -Ashab-ı Uhdud- kıssasında anlatıldığı üzere öldürülmek gibi sonuçlara da uğrayabileceklerine dikkat çektik.

 

Yazımız, günümüz müslümanlarının maruz kaldığı işkencelere ve zalimlere karşın, Buruc Suresi'nin ışığında, Kur'an'ın bize öğrettiğini yaşama geçirmek için kaleme alınmıştır. Yazımızın bu ihtimamımıza rağmen; Sayın Cündioğlu'nun bahse konu ettiği, Buruç Suresi beşinci ayetinin meal kullanımındaki yanlışlık zuhur etmiştir. Bundan dolayı okuyucularımızdan özür dilerim. Kasıtlı olmayan bu hatanın Cenab-ı Hakk tarafından affedilmesini niyaz ederim. Muhakkak olan bir şey var ki hatasız kul olmaz.

 

Müslümanlara vahye imanlarından dolayı zulümler yapılırken, Kur'an'dan anladığımız bu tavrı ortaya koymayıp -Kur'an'ı anlamaya çalışıyoruz, iyice anlayalım da o zaman gereğini yaparız diyerek- beklememiz mi gerekirdi? Toplumda yaşanan zulümlere gözlerimizi kapayıp, kulaklarımızı mı tıkasaydık? Sayın Cündioğlu, şu anlayışınıza bir bakın! Rejimin müslümanlara baskı ve işkencelerine karşı Kur'an'dan anladığı tepkiyi dile getiren birinin yazısındaki bir yanlışa bina ederek, dört sayfa makale yazıp eleştiriyorsunuz da, bu çalışmaya verdiğiniz emeği işkence ve baskıların sahiplerinin şedid tutumlarını kınamak için gösterdiğinizden hiç bahsetmiyorsunuz.

 

Yazımızın bütününü değerlendirmeyi, amacını bir tarafa koyarak; istemeyerek yapılan bir yanlışı baz alıp, beklemeden görmeden, olayı eleştirme gayreti içerisindesiniz. "Mal bulmuş mağribi gibi" alelacele mahkum ediyor ve ipe çekiyorsunuz! Maksadınız "üzüm yemek" mi "bağcı dövmek" mi?

 

Yazımızı eleştiri üslubunuz, yanlış tesbit edip düzeltme amacından ziyade; karşınızdakileri aşağılayıp kendinizi "önemseme" imajını veriyor. Bu üslubunuz altında kendinize üstünlük statüsü tahsis etmeye çalıştığınız hissediliyor.

 

Bu yaklaşımınızla Kur'an'ı anlamayı, O'nu hayata geçirmeyi gaye edinen müslümanları rencide edici olduğunuzun farkında mısınız bilmem?

 

İnsanların, Kur'an'a yönelmesinin önüne yığdıklarınız da neyin nesi? Hani "Kur'an apaçık bir kitaptı?" Herkes Kur'an'ı anlayabilirdi? Ona yanaşana "Rahman öğretirdi"? Kur'an'ı anlamaya talip olanlar "ilme" sahip olurlardı? Allah onlara yollarını açardı? Bu ilkelerle oluşmadı mı, yukarıdan baktığınız insanların oluşturduğu hareket? Bunlar "eski çamlar bardak oldu" misali gibi gerilerde mi kaldı?

 

Arapça bilmeyi neredeyse hidayet şartı sayacaksınız, Kur'an'ı anlamak için kesin şart olarak önerdiğiniz bu ve diğer şartlar, geçmişte ellerinden alarak anlamaya çalıştığınız Kur'an'ı yeniden halkın elinden alıp, ulemaya geri verme; "Sezar'ın hakkını sezara" iade etme hali değil midir? Savunduğunuz bu fikirler, yıllardır mücadele ettiğimiz Kur'an'ın anlaşılmasının önündeki engellere, günah çıkartma değil de nedir? Kur'an'ı anlamak ve yaşamak entellektüel "çalışma" yapmaktan mı geçiyor?

 

Eskiden Kur'an gündemde olmadığı için yakınmıyor muyduk? Şimdi Kur'an "popüler" oldu diye içleniyorsunuz. Toplumda yer etmeyen, gündem yapılmayan bir şeyi, insanlara nasıl tanıtacak ve halkın benimseyip ilgi duymadığı meselelerin yanlışlarını, nasıl düzelteceksiniz?

 

Cemiyetin ve o cemiyette yaşayan müslümanların yaşamsal sorunlarını ikincil planda bırakarak, halkın iltifat etmediği, sorunu da olmadığı entellektüel çalışmalarla nereye, hangi hedefe varacak, hakkın hakimiyetini nasıl sağlayacaksınız?

 

Madem Kur'an'ı anlamak ve yaşamak için; sistematize ve kategorize ettiğiniz model lazımdır, niye insanlara Kur'an'ı anlamak için boşuboşuna uğraştıklarını söylemiyorsunuz? Onlara meallerle, tefsirlerle uğraşarak kendilerini yormamalarını, bunun faydasız olacağını ilan etsenize. Kur'an'ı en iyi anlayan Arapça ve diğerlerini bildiğini ihsas ettiğiniz şahsınızı ve diğer tavsiye edeceğiniz -varsa- ulemaların ad ve -varsa- kitaplarını vermiyorsunuz da, bu "gariplerin" gayretlerini popülistlikle suçlayıp basite indirgiyorsunuz. Yazık değil mi o insanlara, böyle sebiller dururken boşu boşuna çöllerde su aratıp teyemmüm ettiriyorsunuz?

 

"Tekelci ulema" zihniyetinin geçmişteki tezahürlerinin oluşumlarıyla bugünlere gelmedik mi? Tek doğrucu, yalnızca o bilici, ulaşılmaza, tek adamcılığın kutsandığı bu ruhbancı zihniyetin saptırmalarıyla, ümmet hurafelere teslim edilmedi mi?

 

Kur'an'ın anlaşılması önüne dikilen bu tekeller, onların Kur'an'ı anlayamayacaklarını, bu ameli gerekli şartlara haiz olan kendilerinin yerine getirebileceklerini ileri sürerek ümmetin hidayet kaynağını ellerinden alıp; akleden "ümmeti", okumayan pek tabii ki düşünemeyen "enam" -Avam enamdır- bir ümmete çevirmediler mi? Ümmetin perişan vaziyetinin en büyük sorumlusu tekelci ruhban düşünce değil midir?

 

Kur'an'ın kaale alınmadığı, emirlerinin fütursuzca çiğnendiği bu toplumda O, yüce kitabı rehber edinmek için anlamaya güç sarfeden ve bu anladıklarını entellektüel gayretlere havale etmeyip, hayata geçirilmesi ve tebliği için, diğer insanlara yazılı, sözlü aktarmaya gayret eden halisane müslümanları, hatalarına binaen aşağılayan zihniyetini kınıyorum.

 

Kendinizi, şirk içerisindeki insanların düşünceleri ve düzenleri ile mi mücadele ettiğinizi? Yoksa Kur'an'ı anlamaya çalışan insanların hatalarını yakalayarak onların oluşturduğu akım nazarında "paye" almak için mi çabaladığınızı? Sorgulamaya davet ediyorum.

 

 

 

Cengiz Duman

Haksöz Dergisi - Sayı: 44 - Kasım 94

Eleştiri-Değerlendirme          

 

Buruç Suresi ve İşkence

Cengiz Duman

 

 

Giriş

Buruç Suresi, resmi tertipte seksen beşinci, nüzul sırasına göre yirmi yedinci sırada yer alır. Şems Suresi'nden sonra inmiştir. Yirmi iki ayettir. Konusu, inananlara yapılan işkenceleri, bunlara işkence edenleri ve uğrunda işkence görülen vahyi kapsar.

Cenab-ı Allah, Buruç süresi içersinde yer alan, geçmişte işkencelere uğrayan "Ashab-ı Uhdud" kıssasında geçen müminleri örnek vererek, Müslümanlara eziyet yapan Mekkeli müşrikleri uyarır. Baskı ve işkencelere uğrayan müminleri de bu çektikleri eziyetlerin karşılığı olarak cennetle müjdeler.

Buruç suresi ve Ashab- Uhdud kıssasındaki, Allah'ın uyarı ve müjdelemeleri yalnızca Mekkeli müşrikler ve inananlar için değildir. Kıyamete kadar hükümleri baki olan Kur'an'ın, muhatapları olan ve aynı halleri yaşayabilecek tüm insanları kapsamaktadır.

Buruç Suresi'ni üç bölümde inceleyeceğiz.

1. Bir ve üçüncü ayetleri kapsayan "yeminler".

2. Dört ve yirminci ayetleri kapsayan "işkence edenler ve edilenler"

3. Yirmi bir ve yirmi ikinci ayetleri kapsayan "Vahy'in savunulması".

Bir./ Yeminler

1. Burçlara sahip göğe andolsun.

2. Vadedilen güne andolsun.

3. Tanıklık edene ve tanıklık edilene andolsun."

Sureye, Mekkî surelerin özelliklerinden biri olan "yeminlerle başlanıyor.

Allah, Kur'an'ı apaçık, anlaşılır ve muhataplarını çarpıcı bir biçimde sunar. Bunu da Araplar'ın konuştuğu dilin öğelerini kullanarak yapar.

Arapça konuşan bir topluma, anlaşılması için onların anladığı bir dille inen Kur'an-ı Kerim, Arapların dilini kullanması dolayısıyla, o günün lisanının anlatım özelliklerinden biri olan "yeminleri de doğal olarak kullanır.

Kur'an-ı Kerim'de yeminler; yeminlerin ardından anlatılacak olayların önemine şahitlik etmesi için kullanılmıştır. Böylece yemin edilen şeyler şahit gösterilerek daha sonra anlatılacak olanların önemine dikkat çekilmek istenmiştir.

1. Burçlara sahip göğe andolsun."

Ayette burçlarla donanmış gökyüzüne yemin ediliyor.

Buruç, burc'un çoğuludur. Burç, aşikâr olan şeyleri ifade eder. Göze çarpacak yüksek bir yerde bulunan köşk'e, kalenin en yüksek yerine burç denilir. Gökte görülen yıldızlara ve insanlar tarafından bunların kümelendirilmesi ile oluşturulan gruplara da burç denilmiştir. Bu hususa Kur'an'da şöyle değinilir.

"Gökte Burçlar var eden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ay'ı yaratan Allah yücelerin yücesidir." (25/61)

"Andolsun ki gökte burçlar var ettik." (15/16)

Kur'an-ı Kerim'de doğadan örneklemeler yapılırken gökyüzünün sıkça örnek verildiğini görmekteyiz. İnsanların üzerinde gece ve gündüz her an asılı duran gökyüzünün azameti içinde yer alan güneş, ay ve yıldızların yaratılışına dikkat çekilir. İnsanların ışık ve daha nice değişik nimetler olarak istifade ettiği gökyüzünün yaratanına kulluk etmeleri istenir.

Dolayısıyla içinde türlü nesnelerin ve aynı zamanda burçlarında bulunduğu göğe yemin eden Allah, yarattığı bu büyük nimeti şahit göstererek, evrenin tek sahibi olduğunu ve ona kulluk edilmesi gerektiğini kullarına anlatmış olur.

"Va'dedilen güne andolsun."

Kur'an'ın inişiyle beraber Allah, insanları kendisine kulluk etmeye çağırır. Allah, emirlerini yerine getirenleri cennete, karşı gelenleri cehenneme atacağını beyan eder.

Bu yüzden evrenin yok olup, insanların yeniden diriltilerek yaptıklarının hesaba çekileceğini bildirir.

"Kıyametin koptuğu o gün, yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar yumuşak kum yığını haline gelir." (73/14)

"O insan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?" (100/9–10)

"Canlar bedenlerle birleştiği zaman." (81/7)

İşte Allah, daha önce inen surelerde beyan ettiği, insanların hesaba çekileceğini haber verdiği ahireti yani vadettiği günü şahit gösteriyor. Ona yemin ederek inananlara işkence edenlerin bunların hesabını o günde vereceğine dikkat çekip işkence etmekten vazgeçmelerini, tek ve affedici olan Allah'a kulluk etmelerini istiyor.

"Tanıklık edene ve edilene andolsun."

Daha önceki ayette yemin edilen ahiret günü geldiğinde insanlar yaptıklarının hesabını bir bir vereceklerdir. İnsanların bu hesabı verirken aynı zamanda kendi kendinin tanığı da olacaktır.

"Ey insan! O gün sen, Rabbinin huzuruna varıp durursun. O gün, insanoğluna önde ve sonda yaptığı ne varsa bildirilir. Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu artık kendi kendinin tanığıdır." (75/12 -15)

"Her can, kendisiyle beraber bir sürücü ve tanık bulunduğu halde gelir." (50/21)

Ahiret gününde tanıklık eden daha nice şeyler vardır. Allah, resuller, amel defterleri... v.s.

Bütün bu tanıklar vadolunan günde inananlara işkence yapanları ve yaptıkları zulümleri tek tek bütün detaylarıyla sayıp dökeceklerdir.

Görülüyor ki tanık ve tanık olunana yapılan yemin, daha sonra anlatılacak işkencecileri hesap günü ile uyarmaktadır.

İki./ İşkence Eden ve Edilenler

Surenin yeminlerden sonra gelen bu bölümün de geçmişte işkence görmüş bir topluluğun başına gelenler, Ashab-ı Uhdud adı verilen kıssada vazedilir.

4. Katledildi, hendeğin adamları

(Kutile Ashabu'l uhdud) ayetinin Motamot tercümesi; "Katledildi, hendeğin ashabı" olsa bile bu şekilde meallendirilmesinde sorun olabileceği, bu mealin ayetin asıl kastını tam yansıtmayacağı hususunda görüşler bulunmaktadır.

Merhum, Muhammed Esed; "Kur'an mesaj"ı isimli meal-tefsir eserinde bu hususta şunları kaydetmektedir. "Kutile ifadesi, lâfzen, "öldürüldü" yahut bir beddua olarak "öldürülse" anlamına gelir. Bu ifadenin lâfzî çevirisi –ister bir durum tasviri, isterse temenni olarak alınsın- burada anlamsız olurdu. Bu nedenle birçok müfessir (ki Taberî de onlardan biridir) onu, "Allah'ın rahmetinden kovulmuş" olmak, (lu'ine) yani, kendi fiili veya davranışı yüzünden ruhsal olarak "öldürülmüş" olmak şeklinde anlarlar. Benim "kendini mahveder" şeklindeki çevirimin nedeni budur." Şeklinde konuya izah getirmektedir.

Prof. Dr. Süleyman Ateş ise "Yüce Kur'an'ın tefsiri"nde konu hakkında; " (Kutile) öldürüldü demek ise de burada kahroldu, lanetlendi anlamını vermektedir." Demektedir.

Ayetteki "mahvoldu/lanetlendi/kahroldu hendeğin adamları" ifadesinden, daha sonra anlatılacak olumsuz fiillerinden dolayı Ashab-u Uhdud'un iflah olamadıklarını / olmayacaklarını belirtmek istediğini anlamamız gerekmektedir.

Beşinci ayetten itibaren hendek sahiplerinin ve sahip oldukları hendeğin  mahiyeti anlatılmaya başlanmaktadır

5. O tutuşturucu ateşin sahibi,

6. Onlar o zaman onun kenarına oturmuşlar,

7. Müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.

8. Onlardan, sırf, Aziz ve Hamîd olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar.

9. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir ve Allah her şeye şahittir.

Kur'an-ı Kerim'de geçmiş kavimler içinde yaşamış olan bir taifeyi anlatan Ashab-ı Uhdud kıssası; öncelikle Kur'an'ın iniş döneminde, ilk Müslümanlar ve karşıtları sonrasında ise kıyamete kadar Kur'an'a muhatap tüm insanlar için öğüt ve ibret olması için veriliyor.

Tefsirlerde her ne kadar ashab-ı Uhdud'un mahiyeti hakkında bilgi verilmeye çalışılıyorsa da, onlar hakkında kesin bir bilgi yalnızca Kur'an'da Ashab-ı Uhdud kıssasında mücmel olarak verilmektedir.

Kur'an'da yer alan Ashab-ı Uhdud kıssasının, öğüt ve ibret yönü ön planda olan mücmel vasfı,  müfessirler tarafından, kıssa hakkında tevatür ve çeşitli kaynaklar yoluyla edinilen, tarihsel, coğrafik, biyografik malûmat ile mufassallaştırılarak anlatılmaya gayret edildiğini müşahede etmekteyiz.   Bu gayretler olumsuzluk taşımamış olsa da mufassallaştırma çabalarındaki uç tavırların (İsrailiyat, lüzumsuz mitolojik eklentiler, v.s)  kıssaları asıl gayesinden saptırdığını ya da vermek istediği mesajları örtebildiğini söylemek de mümkündür.

Oysa Kur'an'da anlatılan kıssalarda mühim olan; yer, zaman ve şahıslar değildir. Anlatılan kıssaların öğüt ve ibret verici yanıdır ve bu her zaman mücmel olarak gerçekleşmiştir. Bunun bir nedeni de Kur'an öncesi inen Tevrat, İncil gibi kutsal kitapların yazılı ve sözlü kalıntılarına ait birikimler ve bu kalıntılar ile birlikte oluşmuş tevatüre dayalı olan cahiliyye Arap kültürel bilgi birikimidir.

Kur'an, Arap arka planına ait bu bilgi birikimleri üzerine, kendi mücmel doğrularını bildirmiştir. Buna binaen Kur'an'daki kıssaların mücmelliği, Arap cahiliyye ve Ehl-i Kitap arka planındaki bilgi birikimleri ile Kur'an perspektifinde müşahhaslaştırılabilir kanaatindeyiz.

Ashab-ı Uhdud kıssasının anlatıldığı Buruç suresindeki ayetlerde;  sırf Allah'a inançlarından dolayı ateşe atılmak gibi çok ağır bir işkenceye maruz kalan insanlar olduğu beyan edilir. İsim, yer ve zaman verilmeyen bu ayetlerde geçen yer olgusu tefsirlerde; Arabistan'ın güney batısında kalan Yemen, ve Habeşistan'ın Necran toprakları olarak verilmektedir. Kıssada geçen şahıs olarak, bu topraklarda hakimiyet süren Yahudi kral Zü-Nüvas olduğu belirtilmektedir. Müfessirler, Zü-Nüvas'ın,  Hıristiyanlığı seçen toplulukları, ateşli hendeklerde işkence ile katlettiği rivayetlerine yer vermektedirler. Zaman olarak, Kur'an'ın iniş sürecine yakın bir zamanda bu olayın yaşandığı rivayetleri yer almaktadır.

Nerede yaşamış, kim tarafından, ne zaman, işkence ve katliama uğramış olurlarsa olsunlar; Ashab-ı Uhdud kıssasında anlatılan insanların; Mekke'de yaşayan Müslümanlardan, inanış olarak bir farklarının bulunmadığı;  "Onlardan, sırf, Aziz ve Hamîd olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar." " O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir ve Allah her şeye şahittir." Ayetlerindeki anlatımlarla belirtilmiş olur.

Kıssanın anlatılış amacı da geçmişte yaşanmış bu olay örnek gösterilerek, Vahiy'e muhatap toplumların, bu yaşananlar veçhesinde öğüt ve ibret almaları isteğidir.

Mekke müşrikleri tarafından işkence edilen Müslümanların başına gelenler, Ashab-ı Uhdud kıssasındaki inananlara göre daha hafif kalmaktadır. Nitekim sırf Allah'a iman ettikleri için, Mekkeli Müslümanlara; karşılarında olan Mekkeli müşrikler tarafından, belki de Ashab-ı Uhdud kıssasında inananlara yapıldığı gibi de işkence edilebilir,  mesajı verilir. Bu inkârcı müşrik zalimlerin tarihin her devrinde olduğu gibi alçaklıklarını bu boyutlara çıkaracak kadar gafil oldukları gözler önüne serilmiş olur.

Verilen Ashab-ı Uhdud kıssasındaki müminlere işkence vahşeti örneği; işkencecilerin yaptıkları ve işkence edilenlerin başına gelenler, kıyamete kadar Kur'an'a iman edecek ve etmiş olan tüm inananların başından geçebilecek safhalardan biri olduğu böylece ifade edilmiş olur. İnananlara, müşriklerin bu gibi işkencelerine hazırlıklı olmaları hatırlatılır.

10. "İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip sonra tevbe etmeyenler, onlar için Cehennem azabı vardır. Ve onlar için yangın azabı vardır."

İnananlara işkence eden inkârcıların gidecekleri yer onlara hatırlatılır. Cehennem... Ne kötü bir azab... Oradaki ateşler, müminleri attıkları ateşten çok daha farklı ve daha şiddetlidir.

"O kimse en büyük ateşe girer. Sonra onun içinde ne ölür, ne de yaşar." (87/12–13)

11. "İnanan ve Salih ameller işleyen kimseler için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur."

Bu ayette Cenab-ı Allah, müşriklerin baskı ve işkencelerine karşı direnip, vahyi insanlara iletmeye devam etmelerine karşılık inananları, mükâfatın en büyüğü altlarından ırmaklar akan cennetle müjdelemektedir.

12. "Kuşkusuz Rabbinin tutuşu şiddetlidir."

İnananlara işkence edenlerin ise sapasağlam durduklarını gören Müslümanlara Allah şu gerçeği beyan ediyor. Merak etmeyin! Allah, zamanı geldiğinde onları yerle bir edecek, onlara gerekli azabı verecektir. Çünkü Allah zalimlerin en büyük rakibidir. "Allah'ın tutuşu şiddetlidir." Bunun en bariz örneklerini ise on yedinci ayetten itibaren verecektir.

13. "Önce yaratıp sonra bunu tekrar eden O'dur."

14. "O bağışlayandır, sevendir."

15. "Arşın sahibidir, yücedir."

16. "Her dilediğini mutlaka yapandır."

Allah tevhidi gerçekleri açıklamaktadır. İnsanları yaratanın ve ahirette tekrar diriltecek olanın kendisi olduğunu bildirir. O halde ey işkenceciler! Kendinize gelin, Allah'a iman edin. Tevbe eder küfürden vazgeçerseniz bilin ki Allah, affeder. Çünkü O yarattıklarını sever, insanları ille de cezalandırma gibi bir amacı yoktur. O arşın hâkimidir. İstediğini yapmakta ona karşı koyacak kimse yoktur.

17. "Orduların haberi sana geldi mi?"

18. "Firavun ve Semud'un."

19. "Doğrusu, inkârcılar hep yalanlaya gelmişlerdir."

20. "Oysa Allah onları arkalarından çevirmiştir."

On ikinci ayette "Kuşkusuz Allah'ın tutuşu şiddetlidir." diye beyan edilmişti. Bu ayetlerde ise on ikinci ayetteki Allah'ın tutuşunun açıklaması yapılmaktadır. Firavun ve Semud'un halkı da Allah'ı inkâr edip onun peygamberini yalanlamışlardır. Onlar da inananlara işkenceler edip baskı yapmışlardı. Lakin sonlarının ne kadar kötü olduğunu ticaret kervanlarının seferleri esnasında cahiliye Arapları da görüyorlardı. Atalarında gelen tevatürler sayesinde de bu kavimlerin kötü sonlarını duymuşlardı. İşte Allah; Mekke müşrikleri tarafından işkence edilen, baskı altında tutulan ve Allah'tan yardım bekleyen İnananlara acele etmemelerini yeri ve zamanı geldiğinde nasıl Firavun ve Semud ordularını cezalandırdı ise Mekke müşriklerinin de cezasız kalmayacağını böylece açıklamış olur.

"Oysa Allah onları arkalarından çevirmiştir." ayetindeki ifade Mekke inananlarına ipuçları vermektedir.

Mekke müşrikleri elde ettikleri sınırsız zenginlik ve otoriteden dolayı kendilerini kavimlerinin hâkimi olarak kabul ettirdikleri için, Allah'ın inkâr edip inananlara da inançlarından dolayı işkenceler yapıyorlardı.

Bunun benzeri tavrı; Firavun ve Semud'un inkârcıları da uygulamıştı. Ancak, Allah zaman içinde onları güçsüz ve kımıldayamayacak hale getirmiş ve onları cezalandırmıştı. Ama onlar bunun farkına varamamışlardı.

Üç./ Vahiy'in Savunulması

21. Doğrusu O, şerefli bir Kur'an'dır.

22. Korunan bir levhadadır."

Kur'an'ın iniş süreci içerisinde müşriklerin gerek peygamber, gerek vahiy ve gerekse vahy'i ileten Cebrail (a) hakkında yer yer itham ve iftiralarına rastlanır. Bu hususta nüzul sırasına göre Buruç suresinden önce inen Tekvir süresindeki müşriklerin itham ve iftiralarını anlatan ayetleri verelim.

"O değerli bir elçinin (Cebrail'in) sözüdür."

"Arkadaşınız cinli değildir."

"O kovulmuş şeytanın sözü değildir." (81/20, 22, 25)

Ayrıca yine nüzul sırasına göre Buruç suresinden önce inen Necm Suresi'nde de Cebrail ve Hz. Peygamber arasındaki bağlantı anlatılır, müşriklerin vahiy hususundaki ithamlarına cevap verilir.

Buruç suresinin yirmi bir ve yirmi ikinci ayetlerine kadar inançlarından dolayı işkence edilen Müslümanlar ve onlara yapılan işkenceler anlatılmış ve işkenceciler -Ashab-ı Uhdud, Firavun, Semud- kınanmıştır.

Yirmi bir ve yirmi ikinci ayetlerde ise özelde müşriklerin genelde geçmiş -Firavun, Semud, v.s-  gelecekte diğer tüm "Allah-Vahiy-Resul" bağlamını reddeden yanlış inanışlar reddedilir ve "Allah-Vahiy-Resul" bağlamının müşahhas aracı olan vahyin (Diğer sözlü ve yazılı –Kitap, Suhuf – şeklindeki vahiylerin tamamı) hakkında doğru bilgiler açıklanır. Onların kesin doğrular olduğu vurgulanır.

Kur'an'ın (Vahy) her türlü iftiradan, karıştırmalardan uzak, tertemiz bir kitap olduğu vurgulanır. Kur'an'ı, "Korunan levhadadır." diye beyan eden Allah, vahyin yalnızca kendi bilgi ve tasarrufunda olduğunu ve hiç bir şeyin onu karıştırmaya gücünün yetmeyeceğini bildirir. Müşriklerin, Kur'an hakkındaki suçlamalarını tenzih eder.

Sonuç

Buruç Suresi vahyin inmeye başlaması ile birlikte cahiliye toplumunda başlayan hak ve batıl mücadelesinde Müslümanlar aleyhinde oluşan küfür hareketinin vardığı saflardan bir tanesini anlatır.

Kur'an'ın inmesi ile beraber başlayan iftira kampanyası, Müslüman olanların azalması yerine daha da artmasını teşvik edince ya da hâkim düzen unsurlarının çıkarlarını tehdit etme boyutuna varınca; inanları inandıkları yoldan men etmek için baskı ve işkenceler işleme konur.

İşkencenin amaçları; inananları sindirmek, onları inançlı ve tavizsiz, yılmaz hale getiren ve inkârcıların sistemlerini, maddi ve manevi çıkarlarını tehlikeye sokan asıl unsur resul'ü susturmak ve ona ve inananlara yol gösteren vahyi söndürmektir.

Müşriklerin gayeleri budur, ancak sonuç hiç de umdukları gibi olmayacaktır. Yapılan işkenceler hem inananları, müşriklere ve düzenlerine karşı bileyecek ve hem de toplumda İslam'a karşı sempatiyi artıracaktır.

Müslümanlar çektikleri işkencelere mukabil dünya hayatında vahyin hâkimiyetini sağlamışlar veya sağlamaya çalışmışlardır.  Ahiret'te ise kendilerine mükâfat olarak cennetleri satın almışlardır. Çektiklerinin karşılığını mutlaka almışlardır.

İnananlar, işkenceciler karşısında taviz vermemelidirler. Onlar, işkenceciler  karşısındaki taviz vermeyen, sabır ve sebatlı tutumlarının karşılığını, bu dünyada olmasa bile ahiret'te mutlaka alacaklardır.

Bu dünyada, İnananlara işkence edenlerin, öncelikle Firavun ve Semud örneğinde olduğu gibi hem bu dünyada ve hem de ahirette yaptıklarının karşılığını görecekleri ihtar edilerek; müminlere işkenceden vazgeçmeleri istenmektedir.

İşkencecilerin; ahirete inanmıyorlarsa bile! Ahiret'ten önce başlarına gelecek olan ve kaçınamayacakları dünya azabına duçar olacakları işaret edilmektedir.

Allah, her an zalimleri ve işkence edilenleri gözlemektedir ve bu yaptıklarının karşılıklarını mutlaka alacaklardır.

Buruç Suresi, İçinde barındırdığı Ashab-ı Uhdud kıssası vesilesi ile inananların yaşayacakları işkence ve baskı safhalarının onlar için zillet değil, bu dünya ve ahiret'te şeref olacağının mesajını bizlere bildirmektedir.

"Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi zannettiniz?..." (2/214)

"Allah inananlardan mallarını ve canlarını Cennet karşılığında satın atmıştır." (9/11)

"Elif, Lam, Ra. İnsanlar sadece 'iman ettik' demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?" (29/1–3)

Buruç Suresi ve İşkence

Cengiz Duman

 

 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (11 klik) buradaydı  



   

Selam Dünya !..gurup vakti bir aile sitesidir. çorbada tuzu olsun isteyenler, tenkit ve tavsiyeleri için (alt1946@windowslive.com) veya ( mim.sait@hotmail.com ) adreslerine e posta gönderebilirler !.. gurup vakti -Ailenizin Sitesi








Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden