gurup vakti
  Kur an in Dikkat Cektigi Dunyevilesme
 

                        

Kur’an’ın Dikkat Çektiği Dünyevileşme  

Dünyevîleşme (Sekülarizm)

Sekülarizm(2), amelde, itikatta bilinçte bozulma; dünyevîleşme yönünde değişim, hayatın her alanında dinsel düşünmeyi devre dışı bırakma, dini sembolleri anlamsızlaştırma ve dini ancak vicdanî tahayyül olarak konumlandırmadır. Farklı bir ifadeyle sekülarizm, insanî değerlerin dinî ve metafizik denetimden uzaklaştırılmasıdır. Bu anlamıyla da o, her şeye matematiksel bakıştır.

Modern döneme ait bir kavram olan Sekülarizm, Batı'nın, kendi problemlerine yönelik tarihsel serüveni içerisinde ortaya çıkmış bir çözüm şeklidir. Siyasal literatüre giren laiklik de öyle. Hayatı ancak bu dünya hayatından ibaret kabul etmek; uhrevî olanı ertelemek anlamında dünyevîleşmek, insanlığın tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Bu açıdan bakıldığında kanaatimiz o ki, sekülarizm, dünyevîleşmek olduğu halde dünyevîleşmek daha geniş bir anlam çerçevesine sahiptir. Laikliği, burada, felsefik arka planı ve sosyolojik tezahürleriyle modernizasyon sürecinin profan (lâdini) taleplerine siyasal bir karşılık olarak görüyoruz.

Bugün modern yaklaşıma yönelik oluşan infial, postmodern cevapla karşılanmaya çalışılmaktadır. Bu anlamıyla da Postmodernizm'in dine dönüşe imkân verdiği vehmi ancak üretilmiş değer olarak algıladığımız 'tahrif olmuş dinler' için bir anlam ifade edebilir. Bu bir lütuf ise eğer İslâm'la alakası yoktur. Zira İslâm siyasal talepleri olan, yaşam tarzı anlamında bir dindir ve felsefik bir kabul talebinden öte sosyal hayata siyasal yön verme amaçlı; çağı şekillendirmeye dönük yüzüyle de hayat tarzıdır. Bu noktada ilk tespit şu ki, modern bir tezahür olarak seküler/laik kabul İslâm'la taban tabana zıttır ve iki ayrı tabiata sahiptirler.

Sekülarizm, Hıristiyanlığın hayatın her alanına egemen olduğu ortaçağın sonlarında Aydınlanma, Rönesans ve reformlar ile birlikte meydana gelen büyük dönüşümün (modernite) dinsel açıdan nitelenmesidir. Bu, artık Hıristiyanlığın altın çağının son bulduğu, toplumun dinden uzaklaşması, inanç ve eylemlerin ilâhî yerine dünyevî hedeflere yönelmesi, dinin işlevinin seküler toplumsal işlevlere dönüşmesi ve hülasa kutsalın yerini dünyevîleşmenin almasıdır. Farklı bir ifadeyle sekülerleşme, dinin toplumda otoritesini yitirme sürecidir… Sonuç itibarıyla dünyevîleşme, bizatihi Allah'ı tanımama, ona karşı istiğna, tekebbür, onu unutma, nimetlerini ve ayetlerini görmezlikten gelme, yani nankörlük olarak nitelenebilir bir ahlâksızlıktır. Bu birçok ahlâksızlığın da nedenidir (Güler, 2001).

"Genel bir süreç olarak el alındığı takdirde, tarihsel gelişme açısından evrim niteliği ağır basan dünyevîleşmeye "sekülarizm", buna mukabil devrim niteliği ve köktenci yönü daha belirgin olarak dünyevîleşmeye "laiklik" adı verilir. Bu açıdan bakıldığında, sekülarizmin modernleşme süreçleri içinde gerçekleşen bir tür kendiliğinden gelişmeye gönderme yaptığı yerde, laikliğin toplumu sekülerleştirmeyi amaçlayan bir kamu otoritesinin belli bir laik toplum telâkkisi veya tasarımını hayata geçirmek amacıyla, insanlara ve insan topluluklarına dayatmada bulunmasına atıfta bulunduğu söylenebilir.

İşte bu temel üzerinde laiklik, felsefî açıdan metafizik ve teolojik inanç ve hipotezlerin rasyonel bilgiden ayrılmasını, bilginin bütünüyle insanî-rasyonel bir temele oturtulmasını ve beşerî/ toplumsal problemlerin çözümünde, dini ya da metafiziksel bilginin değil de, insan aklına dayalı deneysel ya da bilimsel bilginin üstün görülmesini ifade eder. Sosyolojik açıdan laiklik, dinin sosyal hayattaki rolünün en aza indirilmesini, toplumun büyük ölçüde dünyevîleşmesini dile getirir. Politik açıdan ise laiklik, egemenliğin kaynağının ilâhîliğini yitirmesini politik iktidarın meşruiyetinin ilâhî değil de dünyevî bir temele dayanmasını ifade eder." (Cevizci, 2005: "dünyevîleşme" mad.).

Din sosyoloğu Peter Berger sekülerleşmeyi, toplum ve kültür alanlarının dini kurumlar ve sembollerin etkisinden çıkarıldığı süreç olarak tanımlamaktadır. Bunu söyleyen Berger, kültür ve sembollerden bahsederken sekülarizasyonun toplumsal-yapısal bir süreçten daha fazla bir şey olduğunu; keza bunun kültürel ve düşünsel hayatın tamamını etkisi altına aldığını ve hatta bununla da kalmayıp bilincin sekülarizasyonunun söz konusu olduğunu söylemektedir. Buradan hareketle sorunun birincisi, dinin toplumsal hayatta ve bireysel bilinçte değerini yitirmesi; yani kültür, sanat, felsefe, eğitim, bilim, dil ve günlük hayatın dinî sembol, kurum, düşünce ve değerlerden arındırılması; ikincisi ise, devletin siyasî, hukukî ve ekonomik örgütlenmesinin kilise kontrolünden çıkarılmasıdır.

Kaynağı Fransız siyasal örgütlenmesi olan ve dinin (kilise'nin) devletten resmen ayrılması olarak bilinen laiklik, Türkiye'de bu ikinci boyutun ifadesidir. Türkiye, Fransız tecrübesini taklit ettiği için Türkçede laiklik kelimesi egemendir. Bu ikinci süreç Fransa'da devrimle gerçekleşmişken; Anglosakson ülkelerinde(3) evrimle gerçekleşmiştir. İngilizce konuşan ülkelerde ve Kuzey Avrupa'da 'sekülerlik' kavramı Fransızca 'laiklik' kavramı ile aynı anlamı ve süreci ifade eder. Netice itibariyle Sekülerleşme tam anlamıyla bir dünya görüşüdür ve paradigma değişimidir. Esas itibariyle ikinci boyut birinci boyutun uzanımı ve ifadesidir (Güler, 2001).

"Merkezi Batı dillerinin ortak terimi olan 'sekülerleşme'nin (secularisation), aslında, İslâm dünyasının konuşulan dillerinin hiçbirinde tam bir karşılığı yok. Latincede saeculum sözü 'şimdi-burada'ya gönderme yapıyor. Sekülerleşmenin 'dünyevîleşme' ile ilişkisi buradan kaynaklanıyor.

Sekülerleşme, genellikle, bilim, teknoloji, rasyonel düşünce, modernleşme ve nihayet terakki gibi kelimelerle âdeta bir akrabalık içinde. Pek çok insana göre, bunlardan biri olmadan öteki olmaz. Bu düşünceden, adına 'sekülerleşme tezi' denen ve yirminci yüzyıl boyunca çok sayıda savunucu bulan -hâlâ da savunulmakta olan- bir genel görüş formüle edildi. (Bu görüşe göre) İnsanlık artık teolojik ve metafizik merhaleleri geride bırakarak pozitivizm merhalesine ulaştı. İşte sekülerleşme tezi bu görüşün âdeta bir açılımı durumundadır. Bu teze göre, modernlik, daha doğrusu 'yüksek modernlik' zaten sekülerleşmeyi içeren evrensel bir süreçtir. Modernleşme sayesinde insanla ilgili her faaliyet alanında dinî düşünce ve pratiklerden, hatta metafizik anlayışlardan bir uzaklaşma olur. Evvela insan zihni böyle bir süreçten geçer ve sonra din, sosyal sistem üzerinde belirleyici ve inşa edici bir 'ilke' olmaktan çıkar.

Birçokları, bu tezin 'tasvir edici' (deskriptif) nitelikte olduğunu, başka bir deyişle, onun ilmî müşahedeye dayandığını öne sürmektedir. Ne var ki, konuyla ilgili literatür gözden geçirildiğinde, söz konusu tezin oldukça güçlü 'kural koyucu' (normatif) unsurlar taşıdığı görülür. Bu durumda sekülerleşme 'şimdi-burada' olup biten bir şey olmaktan çıkıp, olması gereken bir şey oluyor... Onlara göre, din, sadece ve sadece bireyin özel hayatında kalmalı ve kamu alanı bütünüyle sekülerleşmelidir; hem de çok kısa zamanda çok mesafe almak suretiyle… " (Aydın, 2001).

Dünyevîleşmenin temel karakteristiği öte dünya fikrine kayıtsız kalmadır. Dinin sosyal yaşamı düzenleyici fonksiyonunun reddi ile birlikte 'eskatolojik' (uhrevî) boyutunun da göz ardı edilmesi Batı'nın bugün sahip olduğu dinî dinamizminin asıl gerçek sebebini inkârdır ki bu dahi bilimsele muhaliftir. "Sekülerleşmenin en güçlü tavsiyesi 'dünyayı dünya olarak görmek' ile ilgili… Bu evvela "tabiatı tabiat olarak görmek" ile başlıyor. Sekülerleşme tabiattan perilerin, 'ilâhların', başka esrarengiz güçlerin kovulması; tabiata rasyonel ve bilimsel bir gözle bakılması, Max Weber'in ünlü deyimiyle "tabiatın büyüden arındırılması" anlamına geliyor. Rasyonelliğin anlamlarından biri de bu zaten... Fakat şu soru burada bütün ağırlığıyla ortada duruyor: Acaba "tabiatı tabiat olarak görmek", tabiatta manevî bir boyut görmeye yahut tabiat ile aşkınlık arasında bir bağ kurmaya engel mi? Doludizgin bir pozitivist veya materyalist ve sekülerleşmeyi aynı çizgide tanımlayan sekülarist bu sorunun sorulmasını dahi bir 'geri kalmışlık' olarak görüyor. Ne söylenirse söylensin, onların verdikleri cevabın insanlığın kahir ekseriyetinin anlam ve değer arayışını tatmin etmediği ise ortadadır…

Eğer bilimden veya rasyonellikten yola çıkarak konuşacak olursak, bilimin tabiatla ilgili önümüze koyduğu resmin sürekli olarak değiştiğini, dolayısıyla, onun sadece bir 'parça-resim' olduğunu kabul etmek durumundayız. Henüz elimizde yeteri kadar bilimsel bilgi olmasa da, tabiatla ilgili daha tam resimlerin, hatta daha farklı resimlerin var olabileceğini düşünmenin irrasyonel olduğunu söylemenin rasyonel olduğunu iddia edemeyiz. Başka bir ifadeyle, insanın verilenden tatmin olmayarak, daha derin, daha yüksek bir anlam -hatta değer- peşinde koşması kadar insanî bir şey olamaz.

Şunu da unutmamak gerekiyor: İslâm gibi bir din, kendi vizyonunu zihin dünyamıza yerleştirirken, bilimin ürettiği resmin oradan çıkarılmasını istemiyor. Tam tersine, onun varlığını tasdik, teyit ve teşvik ediyor. Bu konuda, sekülerleşmenin problemi var. Ona göre, zihinde bilim varsa, 'esatir'(!) olmaz; olmamalı... Aslında bu, hem imanın hem de bilimin mahiyetini anlamamaktan doğan bir problemi dile getiriyor. Bilim, tabii varlıkları ve olayları, incelenecek 'nesneler' (şeyler) olarak görüyor. Kur'an, bu yaklaşımı teşvik ediyor; ama o, o şeyleri, aynı zamanda, 'işaretler' (âyât) olarak değerlendiriyor ve bu yolla âlem ile Aşkın Olan arasında bir münasebet kuruyor. Bilimin, Aşkın Olan'ı (veya kurulan münasebeti) bulmak gibi bir görevi yoktur. Öyleyse, bilim ve iman arayışı içinde olan insanın dünyasında bir zıtlaşma, bir parçalanma, bir "ya biri ya öteki" tutumu da yoktur. Bu, en azından, prensip düzeyinde böyle anlaşılmak durumundadır. Öyleyse, sekülaristin sekülerleşmeyi "dinin zihin üzerindeki etkisinin kalkması" biçiminde tanımlaması, İslâm gibi bir din söz konusu olduğunda herhangi bir ihtiyaçtan doğmaz. Belki de sekülerleşmenin böyle bir tarifinden dolayı, bazı Müslüman aydınların öne sürdükleri 'bilginin İslâmlaştırılması' programı gündeme gelmektedir… Kur'an'ın ısrarla üzerinde durduğu tefekkür, te'emmul, ta'akkul, ve tedebbur faaliyeti bihakkın yerine getirildiği takdirde 'nesneleri-olayları' yorumlamak suretiyle 'işaretler'e ulaşmanın mümkün olduğunu, insanlığın tarihî tecrübesinin bir ana çizgisi olarak görüyorum.

Toplum hayatının dünyevîleşmesine gelince, sekülerleşme tezi burada çok daha ciddi problemler ortaya çıkarıyor. İslâm söz konusu olduğunda, bunun sebeplerini anlamak zor görünmüyor. Eğer Kur'an'ın temel hedefi bir 'iman ve ahlâk toplumu' var kılmaksa -ki öyledir- dini kamu alanından uzak tutmaya çalışmak kadar anlaşılması zor kabulü imkânsız bir şey olamaz." (Aydın, 2001).

Modernleşme taleplerinin Determinizm(4) zemininde olması, seküler (laik) bakışı iman talebiyle dayatması aynı felsefi ve siyasal taleplerle eşgüdümlülüğü ve aynı epistemik zemini kullanan postmodern dönüşümü de güvenilmez kılmıştır. Zira çözümü kendiliğinden bir paradigma olarak Postmodernizm dahi bireye ve dolayısıyla aileye verdiğinden fazlasını alma eğilimindedir. Bu anlamıyla da dünyevîleşme, modernizasyon sürecinin doğurduğu bir durum ve süreçtir. Yaşanan bu süreç aynı zamanda bir talep içermektedir: Artık dinin 'altın çağı'nın geçmişte yaşandığını kabul eder ve fakat şimdi bunun geride kaldığını öne sürerek modern toplumda rasyonel, laik ve kişisel inancın önemine vurgu yaparak dini, sosyal hayata dair bütün alanlardan uzaklaştırmak ister.

Bir Hin Serüven: Sekülarizmden Protestanlaş(tır)maya

Hıristiyanlığın merkez kaymasına uğramasıyla kilise odaklı problematik, çözümü, protestanlaşmada aramıştır. Batı'da, Hıristiyanlık dininin değil Kilise dininin hâkim olması Hıristiyanların, dini her zaman kendilerine uydurma çabasını kamçılamıştır. Burada yeni bir din icat etmek, reform ve protestanlaştırma çabalarıyla karşılanmaya çalışılmıştır. Batı sömürgeciliğinin sadece görünüşte bir bağımsızlıkla makyajı; örtük sömürgeciliğinin yeni bir sömürgecilik olarak devam etmesini sağlamıştır. Bu yeni durum, ayartıcı olduğu gibi Batı'ya daha fazla bağımlılık ve süreklilik kazandırmıştır. İslâm'ın, modernliğe meydan okumasının ardından 20. yüzyılın son çeyreğinde özne olarak yeniden tarih sahnesine çıkma emareleri göstermesi Batı'lıların tüm büyük ölçekli stratejilerini İslâm'ın tarih sahnesine çıkışını engellemeye yönelik olmuştur. İslâm'ı terör ve şiddetle özdeşleştiren Batı, İslâm'ı "yeni düşman" ilan etmiştir. Bu süreçte sömürüye engel olan din, sekülarize edilmeye çalışılmıştır. Seküler projelerin başarısız olmasıyla da sekülerleşmenin bir başka formu olan protestanlaştırma projesi gündeme alınmıştır. Protestanlaştırma, dinin sekülerleştirlmesi çabasıdır. Yani protestanlaşma sekülerleşmenin bir başka ama daha özel biçimidir. İslâm'ın protestanlaştırılması hesabı onun siyâsaldan soyutlanması imkanını da kendilerine sağlayacaktı. İslâm'ın protestanlaştırılması amacı, kamusal alandan yani siyâsî, toplumsal, ekonomik, kültürel alandan uzaklaştırılması ve sadece Allah'la kul arasında olup biten bireysel bir inanç meselesine indirgenmesine yöneliktir (Kaplan, 2002).

Ortaya konulan protestanlık paradigması Batı için bir serüvenin neticesinde gelinen noktadır. Reformasyon da denilebilecek protestanlık, merkezi Kilise otoritesine dolayısıyla imanına karşı bir başkaldırı olarak milli kiliselerin ön plana çıkmasını da doğurmuştur. Ancak İslâm'da kiliseye karşılık gelecek bir kurum olmadığı gibi reformu gerektirecek bir dogmatik duruş da yoktur. Keza tecdit İslâm'da olabilir olan değil bilakis olması zorunlu bir gerekliliktir. Bu da reforma karşılık bir olgu değildir. İç dinamikleri gereği vahye tabi yorum alanını kullanmaktır. Batı'nın Protestanlaştırma ile son tahlilde yapmak istediği profan sonuca ulaşılamadığında değiştirmek ve dönüştürmek şeklinde eklektik bir taleptir. Protestanlaştırma sürecinde İslâm'dan istenen Hıristiyanlığın başına getirilenin aynısıdır. Tüketim kültürü aracılığıyla popülize edilen toplum, İslâm'ı bir hayat tarzı olmaktan çıkartıp salt felsefî bir tercih haline getirilmek istenmektedir. Batı, İslâm'ı, laik (seküler) yeni bir okumaya tabi tuttuğunda bizatihi sekülerleştiremediğini dinden kopmadan dünyevîleşmenin farklı bir formu olan protestanlaştırmak istemektedir. Bunu da kendi geldiği gibi bir tarihsel süreçle değil siyasal dayatmacı laisizm eliyle yapmak istemektedir.

Dünyevîleşen İnsan: Tüketim Aktörü, Popüler Nesne

Dünyevîleşen insan, benmerkezcidir. Psikolojisi, nefsîdir. O, kendi için yaşayan ve bunun için gerektiğinde şiddeti dahi asla ertelemeyen bir ruh haline sahiptir. Narsist (özsever) bir karakter taşıyan bu duruş, kendi selâmetini tehdit etmeyen alternatiflere yönelik ise tamamen nihilist (hiççi, yokçu) bir tutum içindedir. Dolayısıyla dünyevîleşen insan, hiçliği, her yolu mubah görmeyi ve tabir yerinde ise anomi(5) bir kültürü tercih eder.

Dünyevîleşme, bilinen insanlık tarihiyle birlikte olagelmiş; bir anlamda, tevhid mücadele tarihi boyunca hep batılın yaşam tarzı olmuştur. Bu anlamıyla da hak-batıl mücadelesinde dünyevîleşmeye batılın yaşam tarzı diye bir tanım getirecek olursak yanlış olmaz kanaatindeyim.

Dünyevîleşen insan doyumsuzdur. O, tüketmek; sınırsız, amaçsız bir hırsla tüketmek, istihlak ifadesinde de yer aldığı gibi 'helâk' edercesine tüketmeye kilitlenmiştir. Tüketim toplumunun hafifmeşrep yaşam tarzı olarak da tarif edilebilecek olan Popülizm, dünyevîleşen insanın felsefesidir. Bununla da o, anıbirlik, günübirlik bir aymazlık içerisindedir. O, çoğukez, kendi için normlar koysa da aslında bir tür başıboşlığa; kendini belirsizlik ve karamsarlığa bırakma durumundadır. Bu anlamıyla da Popülizm, halkın salt zevkine; heva-hevesine uygun olanı yapma, tüketme ve düşünme biçimidir. Popülizm esas itibariyle "süslü" gösterimdir. Süslü gösterim, akletme ameliyesinden soyutlanmış, heva-heves ürünüdür. Bu, gerçekte ahirete inanmayanların işleridir. Nitekim Kur'an kendilerine işleri süslü gösterilenlerin bocalayıp durduklarını bildirir (Kur'an 27: 4).

İslâmî popülizm de bu anlamlarıyla İslâm'dan talep edilen, Müslümanlara bulaştırılmaya çalışılan popüler kültürdür ve siyasaldan soyutlanmış, folklorik, günübirlik, suya sabuna dokunmayan, vicdanlara hapsedilmiş, eyyamcı, uçları açık din algılı bir yaşam tarzıdır. Bu, bir anlamıyla postmodernize olan İslâm'ın popülist eğilimlere teslim olmasıdır. Farklı bir ifadeyle 'her şeyin her şeye dönüşmesinin' mübah ve meşru sayıldığı postmodernleşmeyle uyumlu, küresel içinde inceltilmiş ilkesizliğin ilke kabul edildiği kültürel İslâm'dır. Sekülarizmin İslâm ile hesaplaşması popülize edilen İslâm üzerinden yapılmaktadır. Dünyevîleşen insan, bu saflaşmada, fiili olarak İslâm'ın karşı tarafında yer almış olmaktadır.

Cahiliye döneminde Peygamber (s)'in hak davetinin, kitleler tarafından kabulünü önlemek amacıyla, halkın daha hafif ve zevkli şeylerle meşgul olmalarını sağlamak için bir takım eğlence ve şölenler düzenliyorlardı. Peygamber (s)'in vaaz ve telkinlerinden kimin etkilenmekte olduğu haberi alınıyorsa, Nadir b. el-Hâris ona cariyelerden birini musallat eder ve bu cariyeye, "bu adama yedir, içir ve eğlendir ki Muhammed'in telkinlerine uymasın" (Mevdudi, 1985: 3/200-201; M. Hamidullah, 1988: 28) derdi. Bugün, Cahiliye döneminde uygulanan o yöntemin moderncesi popüler kültürdür. Günümüzün Nadr bin el-Hâris'leri ise medya denilen aracılardır. Buna olumlu cevap verenler ise dünyevîleşen hevaperestlerdir.

Televole nev'i pop kültürü, putubol spor anlayışı, star yaratma(!) hafifliği hep popüler kültüre dayanmaktadır. Bütün bunların özgürlük fenomenine dayandırılması ise trajikomik bir paradokstur. Bugün, İslâm'ın bu şekilde sapkınlıklarla harmanlanması, İslâmî argümanların popülize edilmesi Müslüman birey ve ailenin karşı karşıya olduğu vehamettir. Bu durum da dünyevîleşmenin hem sebebi hem de neticesidir (Bkz. Yazçiçek, 2003a; 2004a).

Popülizm, aileyi çözülme ile tehdit etmektedir. Her şeye parçacı bir mantıkla bakma tavrı, yaşamı doğru okuma imkânını zayi etmiştir. İhtisaslaşma, neredeyse 'her duruma gider' aymazlığıyla uygulanmaktadır. İhtisaslaşma, modern popüler kültürün aslında bir yamamasıdır. Bu, eğitimde de böyledir, işte de sağlıkta da sanatta da... Parçacı bir yaklaşım olarak ihtisaslaşma getirdiğinden fazlasını götürmüştür. Bebeğin, 'anasının okulu' varken 'anaokuluna' gönderilmesi bu konuda ihtisasa ihtiyaç(!) duyulan somut bir örnektir kanaatindeyim. Çocukların eğitiminde gösterilmesi gereken hassasiyet, adeta yavrucakları at yarışına hazırlamaya dönüşmüştür. Ebeveynler çoğu kez kendi eksikliklerinin telafisini çocukların başarısı üzerinden geri almaya çalışmaktadırlar. Hayatın her aşamasında profesyonel eğitim, destek hizmeti almak komedisi günümüz insanına mahsus bir durum olsa gerek. Bu anlamda modern talep, psikolojileri bozulmuş bir kuşağın ne yaptığını bilmez hali olarak karşımızda durmaktadır. Aslında inşa sorumluluğu duymayan, hayatı bu dünya hayatından ibaret gören dünyevîleşmiş tip, sorumluluktan kaçmanın adını, bugün, birçok alanda profesyonel hizmet alma olarak kamufle etmektedir. 'Kaç günde evlilik', 'kaç günde iş adamlığı', ' kaç seansta dost edinme' safsataları sadece münafık tipler ortaya çıkarmaktadır. Bu, 'olmadığı gibi gözüken' hayata, 'köşeyi dönme' mantığıyla bakan, bencil, aldatmanın yollarını keşfetmeye kilitlenen bir ruh halinin yönelimidir. Hâsılı bugün birey/aile modern mitoslar/çağdaş hurafelerle tehdit edilmektedir. Bunun tezahürlerinden biri de dinleştirilen modern bilimdir. Popüler kültür insanı dolayısıyla aileyi farklı boyutlarıyla topyekün tehdit ederken, bütün bunlar, dünyevîleşen insanın kuşatılmışlığı olduğu gibi aslında bu zaviyeden bakan dünyevîleşmiş insanın talebidir de.

"O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez" (Kur'an 2: 205).

Oysa insanın var oluş sebebi inşadır. Bu, maruftur ki, her bir hayra talip olup her kötülükten alıkoymadır. Müslümanın misyonu tahrip değil imardır. Zira o, dünyayı yağmalanacak talan alanı olarak görmez. Dünyayı kendisinden sonrakilere aldığından daha yaşanılır kılarak bırakma sorumluluğunu duyar ve öylece davranır.

"Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır." (Kur'an 22: 41).

Allah Resulü (s), "Altın ve gümüşe (dünya malına) kul olanlar mahvolmuştur." diye buyururken dünyevîleşerek mala ram olan insanın, ona kul olmaya başladığını ona sahip olmayı yaşamının amacı olarak görmeye başladığı an da, ona büsbütün kul olarak aslında her şeyini yitirdiğini ve tam anlamıyla mahvolduğunu bildirmektedir.

Kur'an'da bu fark şöyle tasvir edilmektedir: "Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir."

"Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır." (Kur'an 18: 45-46).

"De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir). Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah'tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz." (Kur'an 5: 100).

Dünyevîleşmek fakirliğe mukabil zenginleşmek değildir. Dünyevîleşmek, insanın, ruhî yönünü, kalıcı uhrevî boyutunu ertelemesi; hayatı, dünyevî haz ve refahtan ibaret bilmesidir. Dünyevîleşmek, insana, hayata dair her şeye maddi açıdan bakma, ben merkezli algı ve bunu yaşam tarzı haline getirmedir. Dünyevîleşme, tarihsel serüven içerisinde peygamberi mesaja hep konu olmuştur. Bu durum günümüz gerçekliğinde de aynıdır. Bundan ötürü, Kur'an'ın ısrarla sakındırdığı bir sapmaya karşı dünden yarına hep uyanık olunmalıdır.

İnsanî daralma gösteren modern yaşam, bu daralmanın hem objesi hem nesnesi olarak son tahlilde 'kendine' tanıklık etmektedir. Bugün insan, maruz kaldığı kuşatmanın mağduru olduğu gibi sebebi de olmanın açmazı içerisindedir aslında. Bu ironik hal ona içinde bulunduğu durumdan çıkma zorluğu yaşatmaktadır. Buna, insanın kendine rağmen kendiyle savaşı da diyebiliriz.

Öncelikle kültürel popülizm, üzerinde yaşanılan değerlere karşı içten sabote hareketidir ve bu, değerleri çözücü, zayi edicidir. Ontolojik zeminde tehdit unsuru da tehdid altında olan da insan (obje, nesne) olduğu için sorunun kendisi zemini üzerinde bulunulan popülizmdir. Keza bu, tehdidi altında olunan İslâmî popülizm için de böyledir. İslâm, genel anlamda olduğu gibi özel alanda da kültürel popülizmin tehdidi altındadır.

Diğer taraftan manevî, gaybî olan her şeye savaş açan Laisizm, modern mitosları alabildiğine kullanmakta, çağdaş hurafeleri pompalamaktadır. Bunu adeta kışkırtan bir tavırla ve zaman zaman gelenekten de beslenerek 'mıhına ve nalına vuran' edasıyla yapmaktadır. Örneğin Laisizm bir tarafta tarikatlara sövgücü bir üslûpla yaklaşırken diğer taraftan yeni söylemlerini de akılçelen bir örtmeyle İbn Arabî ve Mevlâna ile süslemekte yani alabildiğine tasavvufî zemini refere ederek kullanmaktadır. Dolayısıyla İslâm'ı negatif olarak tescilleyerek tarikat kefesine koyarken, Türk Müslümanlığını, kültürel İslâm'ı ise pozitif olarak tescilleyip Tasavvuf kefesine koymaktadırlar. Oysaki kötü olarak niteledikleri iyi olarak sunduklarının meyvesidir ve bu aşikârdır. Modern kuşatmalar çoğu kez taleplerini Tasavvuf kültürü aracılığıyla gelenekten karşılamak eğilimindedirler. Burada hümaniter bir zemin, hoşgörü, rituellerden, siyasaldan soyutlanmış din algısı (laik), 'her farklı hal üzere de olunabilir' anlamında postmodern yaklaşım tam da bu beklentileri karşılar niteliktedir. Dünyevîleşen sistem bu ölçekte bir dinî algıdan rahatsız olmamaktadır. Nasıl ki, "Evrim, artık çobanların inanmadığı ama sürülerin selâmeti bakımından savunmayı sürdürdükleri bir tür dogma" haline geldiyse dünyevîleşenler için de din, eğer statükolarının devamına yarayacaksa zararı olmayan bir fantezi olarak vicdanlarda durabilir.

Peygamberimizin, ümmetin dünya malı konusunda rekabete girmesinden endişe etmesi de derin bir sapıklık olarak duran dünyevîleşmeye karşı bir uyarıdır aynı zamanda. Resulullah (s), "…Sizin hakkınızda korktuğum şey fakirlik değildir. Tersine sizin hesabınıza korktuğum şey, tıpkı daha önceki ümmetlere olduğu gibi, dünyanın önünüzde açılması (büyük servetler elde etmeniz) ve arkasından bu alanda birbirilerinizle, o eskiler gibi rekabete girişip onlar gibi kendinizi mahvetmenizdir." (Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Mace) diye buyurmaktadır. Yine Allah Resulü, "vallahi, sizin hakkınızda korktuğum şey, Ben'den sonra Allah'a ortak koşmanız, tekrar müşrik olmanız değildir. Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğrunda aranızda rekabete düşmenizdir" (Buhari, Müslim, Tirmizi; Bkz. İbn Teymiyye, 1990: 54-58) diye buyurmaktadır

Sorunun kaynağı bu kadar aşikar olmasına rağmen maalesef çoğu kez çözüm bilgi zemini, kaynak ve de yöntem açısından öze; tevhid akidesine muhalif yerlerde aranmaktadır.

Dünyevîleşmenin İslâm dünyasında toplumsal boyutta bu denli hızlı yayılmasının bizce önemli bir sebebi, tecdit bilincinin ertelenmesidir. Zira İçtihad ne zaman ki ertelenmişse yeri, tabiatı, kaynağı itibariyle farklı olan ya mitsel ya da usçu bir takım yaklaşımlar tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. "Bu değerlendirmenin en mühim maddesini Kur'an ve Sünnet hükümlerinin zamânî, mevzi'î olanlarının, yâni furû'âtdan sayılanlarının ve dolayısıyla değişime açık olanlarının sınırını çizebilmek teşkîl etmektedir. Günümüz İslâm dünyasının baş meselesi budur ve bunun çözümü de, on dört asırlık İslâm kültürünün ilmî tahlil ve tenkidini gerekli kılmaktadır." (Hatiboğlu, 2001)

...

Dünyevîleşmeye Karşı Müslüman Kimlik ya da Denge

"Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık." (Kur'an 54: 49) Mizan, adl ve kıst kavramları, Kur'an ıstılahında, kâinatın ve yeryüzünün düzenini ifade etmek için kullanılır (Ünal, 1990). Zira Allah, kainatta her şeyi bir denge üzere yaratmıştır.

"Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu."(6)

Bu ölçü, kozmik âlemde var olduğu gibi, düşünce dünyası ve pratik eylemler için de geçerlidir. İnançta dengeyi sağlayan asıl unsur tevhid akidesidir. Kur'an vahyinin hedefi de tevhid akidesine sahip bireylerin oluşturduğu tevhid toplumudur. Dünyayı terk ya da uhrevî olanı erteleme bu dengenin bozulması demektir. Müslümanların bilinçlerinden dolayısıyla hayatlarından adeta, "takva", "azimet" kavramlarının kalkması yerine dünyevîleşme istikametinde -hem de kendi anlam çerçevelerini de zorlama pahasına- ruhsat, fetva ve de mefsedete götürücü bir maslahatın yerleşmeye başlaması bozulmanın yol haritasıdır. Dinin hayatı tanzim edici rolü ertelenmiş müslümanca yaşamanın yerini refah içinde rahat yaşama fikri almıştır.

Peygamberî mesaj, bireysel ve toplumsal yaşamda meydana gelen çelişkileri gidermeyi, dengeli bir yaşam oluşturmayı hedefler. Değişen sorunlara karşın Allah'ın âdetinin değişmemesi bir anlamda dengeye davettir. Keza vahyin hedefi, haktan her bir sapmayı tekrar aslına rücû ettirmektir. Çünkü vahiy netliktir. Bu netliği yaşamak için Kur'an bilincine ulaşmak zorunluluğumuz vardır. Kur'an bilincine ulaşmak, "lâ ilâhe illellah" hakikatine kilitlenmektir. Bu da dengedir, inançta ve tavırda iktisâttır. Kozmik âlemdeki dengenin akidedeki adı tevhid, toplumsal zemindeki karşılığı ise vahdettir.

"İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık." (Kur'an 2: 143). İslâm, maddi ve manevî denge dininin adıdır. "İslâm toplum yapısının temelinde Kitap ve mizan vardır; insanlar, Kitab'a uyar ve mizan çerçevesinde davranırlarsa kıst yapmış olurlar ve ancak o zaman ayakta kalabilirler. Fakat her insan isteğiyle Kitab'a uyup, mizanın kefelerini dengede tutamaz. İşte bunun için demir de gereklidir. Demirde her ne kadar bir sertlik varsa da bu sertlik toplumda kıstı, adâleti sağlamak için kullanıldığında insanlara zarar değil, ancak yarar getirir. Bu bakımdan 'kitap', 'mizan' ve 'demir' üçlü bir ilişki içinde olmak zorundadır. İslâm'da kıst bu üçlüyle sağlanır, biri olmadı mı zulüm başlar." (Ünal, 1990).

Adl, denkliği, basiretle idrak olunanı ifade eder. Adlin başı Tevhid'dir. Zira tevhid üzere olunduğu zaman adâleti gerçekleştirmek mümkün olur. Madem kâinattaki mizanı belirleyen ve her şeyi bir ölçüye göre yaratıp yaşam için bir mizan koyan Allah'tır; o halde insan, tevhid üzere yaşayıp Allah'ın mizanına uyarak adlde bulunabilir. Neticede bununla bütün yaşama renk verecek bir itidal sağlanır. İşte bu denge hâli insana dair her alanda helâk edercesine tüketmekten sakındıran iktisât edici bir duruştur. Bu da yakinî bir ahiret inancıyla sağlanabilir. Keza helâk edercesine tüketmekten dengeli harcamaya yönelmek bu bilincin inşasıyla mümkündür.

Kur'an dışı hayat tarzı olarak bildiğimiz Cahiliye kendi kimliğini oluşturma amacına sahiptir. Kurumsallaşmış anlamda cahiliye sistemleri de kendi kimliğini yani Kur'an dışı kimlikleri dayatma çabasındadır. Müslüman kimliğimizi mümkünse tümüyle yok etmeye; başaramadığı takdirde ise eklektik bir hale dönüştürmeye, muhtevasını bulandırmaya çalışmaktadır. Buna mukabil yapılması gerekenlerin özü, söz ve eylem bütünlüğü; farklı bir ifadeyle iman (akide) ve eylem (salih amel) ilişkisi açısından tutarlı, ilkeli hülasa Kur'anî bir duruş belirlemektir. Kur'anî bir duruşun temel özellikleri, Tağutu red ve inkârdır. (İslâmî Kimlik, 1996) Bu konudaki netlik ve tutarlılık sonraki duruşlara rengini verecek öneme sahiptir. Zira bu lailâhe İllallah'ın doğru anlaşılmasıdır. Bu mübarek kelime içerisinde tevhid edilen Allah ve red edilmesi gerekenler ise her bir sahte ilâhtır; farklı bir ifadeyle dünyevîleşen ve dünyevîleştiren güç odaklarıdır.

Sözün Özü

Hayatımızın islâmîleşmesini istemeyenler, hayatın top yekûn dünyevîleşmesine çaba sarf etmektedirler. Çağa tanıklık eden bizlerin, Modernizm'e; tabiatıyla, sebebi ve/veya sonucu olan dünyevîleşmeye birey, aile ve toplum ölçeğinde direnme zorunluluğumuz vardır. Bunu sağlamanın yolu, öncelikle tüketim toplumu ve popüler kültür etki alanından çıkmak ve sürekliliğini muhafaza şartıyla içinde şüphenin olmadığı hakikatin ta kendisi olan Kur'an'dan beslenmektir.

"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!" (Kur'an 22: 78).

İsimlerin en güzelini inananlara veren Allah, Müslüman olmanın neyi gerektirdiğine cevap olarak da Kur'an'ı göndermiştir. Tarih boyunca onun emir ve yasaklarından kaçma arayışı içinde olanlar dünyevîleşerek sapmışlardır. Bu hastalıktan kurtulmanın yolu yeniden Kur'an ile tanışmak ve hayatı bütün boyutlarıyla ona teslim etmekten geçmektedir. Sekülarizm, dünyevîleşmeyle gelinen tarihsel bir süreç, laiklik ise siyasal zeminde dayatılan bir fenomendir. Profan modern talebin neticeleri olan bu sapmalara mukabil Kur'an, dünya ve ahiret dengesi içerisinde bir bilinç ve yaşam önermektedir. Bu yaşam tarzının temel kaynağı Kur'an, hayata aktarılması yani yürüyen Kur'an'ın sosyalleşmesi ise Peygamberimizin (s) Sünnetidir.

İnanmayanların sorunu Kur'an iledir. Biz de inanıyoruz ki çözüm ondadır. Dünyevîleşme kıskacında ızdırap çeken günümüz insanı için tek çare öze dönüştür. Zira köpük gider öz kalır. Öz, kozmik âlemin ve dolayısıyla siyasalın tek hâkimi olan Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak denge üzerinde olmaktır. Dünyevîleşmenin derin sapkınlığından Kur'an'ın aydınlığına dönüş duasıyla.

 

 

 

Ramazan Yazçiçek  

Iktibas Dergisi Sayı 335 | Kasım  2006

 

-Dünyevîleşme Tehlikesi Çerçevesinde İslâmî Kimlik ve İlkeler Alanında Yaşanan Savrulmalar-

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Aydın, Mehmet (1989), "Ahlâk", İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: TDV.

Aydın, Mehmet S. (2001), "Dünyevîleşme", İslâmîyat, Ankara: IV, s: 3, s. 13-17.

Cevizci, Ahmet (2005), Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları.

Demirci, Kürşat (2000), Yahudilik ve Dini Çoğulculuk, İstanbul: Ayışığıkitapları.

Eryarsoy, M. Beşir (1993), "Güç Odakları" Değişim Dergisi, İstanbul: s: 5, s. 39-44.

Güler, İlhami (2001), "Dünyanın Başına Gelen Derin Sapkınlık: Dünyevîleşme", İslâmîyat, Ankara: IV, s: 3, s. 35-58.

Hatiboğlu, Mehmed S. (2001), "İslâm'ın Dünyevîleşmesimi Dünyevî Hayatımızın İslâmîleşmesimi?" İslâmîyat, Ankara: IV, s: 3, s. 7-11.

Şentürk, Recep-Canatan, Kadir (1999), "Irkçılık" Mad., İslâm Ansiklopedisi. İstanbul: TDV.

Türkçe Sözlük (1998), Heyet, Ankara: Tdk

Ünal, Ali (1990), Kur'an'da Temel Kavramlar, İstanbul: Beyan Yayınları.

İbn Teymiye (1990), Sırat-ı Müstakîm, Terc.: Salih Uçan, İstanbul: Pınar Yayınları.

İslâmî Kimlik (1996), Toplu Çalışma, İstanbul: Ekin Yayınları.

İslâmoğlu, Mustafa (1995), Yahudileşme Temayülü, İstanbul: Denge Yay.

Kaplan, Yusuf (2002), "İslâm'ın Özne Olarak Yeniden Tarih Sahnesine Çıkışı ve İslâm'ı Protestanlaştırma Projesi", Umran, İstanbul: s: 96, s. 26-36.

Kerimoğlu, Yusuf (1990, 1992), Kelimeler ve Kavramlar I-II, İstanbul: İnkılâb Yayınları.

Kitabı Mukaddes (1995), İstanbul: Ohan Matbaacılık.

Mevdudî (1985), Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, Türkçesi: Ahmed Asrar, İstanbul: Pınar Yayınları.

M. Hamidullah (1988), Siyar, İbn. İshak, Çev.: Sezai Özel, İstanbul: Akabe Yayınlar.

Mukâtil b. Süleyman (2004), Kur'an Terimleri Sözlüğü, Tercüme: M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: İşaret Yayınları.

Yazçiçek, Ramazan (2003), "Değişim Sürecinde 'Millî Din' 'Millî İktidâr'-Dinsel Irkçılık Bağlamında; Ümeyyecilik, Şu'ûbiyye ve Türk Müslümanlığı-" Tezkire, s: 34, s. 93-110.

Yazçiçek, Ramazan (2004), "İslâm'a Bütüncü Yaklaşım", İktibas, Ankara: s: 305, s. 30-37.

Yazçiçek, Ramazan (2003a) "Tüketim ve Bilinç Üzerine Mülahazalar" Haksöz, İstanbul: s: 150-151, s. 63-67.

Yazçiçek, Ramazan (2004a) "İstihlâkta İktisât İmkânı -Tüketimde Denge-" Haksöz, İstanbul: s: 165, s. 62-68.

 

 

 

Dipnotlar

(1) Bu yazı, 1 Ekim 2006 tarihinde, yazarın Ramazan ve Kur'an Paneli’nde sunduğu bildirinin kısaltılmış şeklidir. Kocatepe Kültür Merkezi, Ankara: İLKAV.

(2) Dünyevîleşme (Sekülarizm) [İng. Secularisation; Fr. Sécularisation, laicisation]. İsim, felsefe: Dünyacılık. Dini inançlarla uygulamaları, yalnız kişisel değil, fakat toplumsal karar alma ve eylemde yol göstericiler olarak değerlendirmeme tavrı ya da süreci; dini düşünce uygulama, inanç ve kuralların toplumsal anlam ve önemini yitirmesi süreci (Cevizci, 2005: "Dünyevîleşme" mad.; http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozara.htm).

(3) Anglosakson özel, isim (anglôsakson) Fransızca yazılışı anglo-saxon; 1 . V. ve VI. yüzyılda Büyük Britanya'yı ele geçiren Cermen ırkından oymaklar, 2 . Ana dili İngilizce olan kimse (http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul).

(4) Determinizm [İng. Determinism; Fr. Déterminisme; Alm. Determinismus]. Evrende olup biten her şeyin bir nedensellik bağlantısı içinde gerçekleştiğini, fiziksel evrendeki ve dolayısıyla da insanın tarihindeki tüm olgu ve olayların mutlak olarak nedenlerine bağlı olduğunu ve nedenleri tarafından koşullandırıldığını savunan anlayış (Cevizci, 2005: "Determinizm mad.").

(5) Anomi [İng. Anomy; Fr. Anomie] Bir gurup ya da toplum üyelerinin nasıl nerede ve ne şekilde davranacaklarını belirleyen normların veya toplumsal kuralların güç, prestij ve etkinliklerinin zayıflaması; bu değer ve normlara olan bağlılığın güçsüzleşmesi sonucu bireylerin bir tür başıboşluk, belirsizlik ve karamsarlık içine düşmelerini ifade eden bir kavramdır (Cavizci, 2005: "Anomi" mad.).

(6) Rahmân, 55/7; Bkz.: Enbiya, 21/47; A'raf, 7/8-9.

 

  

 

 

 
 
  Bugün 8 ziyaretçi (9 klik) buradaydı  



   

Selam Dünya !..gurup vakti bir aile sitesidir. çorbada tuzu olsun isteyenler, tenkit ve tavsiyeleri için (alt1946@windowslive.com) veya ( mim.sait@hotmail.com ) adreslerine e posta gönderebilirler !.. gurup vakti -Ailenizin Sitesi








Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden