gurup vakti
  Sunnet ve Hadis Anlayisi
 

Sünnet ve Hadis Anlayışı 


Bilinen genel ve klasik tanıma göre sünnet,
Hz, Muhammed (sav)'in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü ifade eden terimdir. 

 

Sözcük olarak da alışılmış yol, tutulan yol, izlenen örnek, adet gibi anlamlara gelmektedir. Bu genel çerçevenin içinde Peygamber'in Kur'an ı pratîze etme şekline sünnet, söyledikleri sözlere de hadîs diye tanımlama yapabiliriz.

Yukarıdaki tanımlan geçerli ve doğru olduğunu kabullenirsek o zaman
sünneti de hadisi de yok saymak, inkar veya reddetmek demek Peygamberi devre dışı bırakmak demektir. Ki buda dinin bir kısmım yok saymayla eş değer bir cürümdür. Zira, Peygambe sav'in fonksiyonel gerçekliği Kur'an'la sabittir. Kur'an varsa Peygamber(sav) de vardır; Peygambe(sav) varsa yaptıkları ve söyledikleri de vardır. Bu imanı bir hakikattir.

 

Sünnet ve hadis konusu, 1400 yıldır Müslümanlarca üzerinde en çok tartışılan ve konuşulan bir konudur. Ne yazık ki yapılan bütün çalışmalar, konunun açıklığa kavuşmasına bir katkı sağlamamış, daha da tartışılır hale getirmiştir, Herkes kendi yanındakini doğru, diğerlerininkini yanlış ve islam dışı olarak nitelemektedir. 

Aslında bu fazla yadırganacak birşey de değildir. Çünkü
kaynak olarak sıralamada birinci, fakat başvuruda sıralamaya bile alınmayan Kur'an, doğru anlaşılmadıkça ve sıralamada olduğu gibi kaynak alınmada da birinci sıraya konmadıkça doğru bir sonuç elde etmek mümkün olamaz. Ne zaman ki, Kur'an ölçü olarak alınır; doğru ve yanlış O'na göre belirlenmeye başlanırsa, ancak o zaman sünnet ve hadis de gerçek anlamını bulur ve dindeki gerçek işlevine kavuşur.

Sünnet ve hadis, islamın ilk yıllarında, daha doğrusu Peygamber(sav) hayatta iken,
kavram olarak tanımları yapılmış ve kayda geçirilmiş şeyler değildi. Kur'andan sonra İslam'a referans olarak alınan sünnet ve hadisin kavram olarak tanımlarına, dileyen dilediğince anlam vermiş ve verdiği anlama göre de bir inanç şekli ortaya koymuştur. Sözlük tanımları üzerinde hemen hemen aynı şeyler söylenirken, kavramsal tanımlarda aynı birliktelik sağlanamamıştır,

Günümüzde ise yeniden Kur'an'a dönüş hareketi ile beraber, zaman içinde İslamî anlamları ya tamamen kaybolmuş veya kısmeti İslamî olan inançlar, Kur'an'a göre sorgulanmaya başlanmış; Kur'ana uygunluk esası çerçevesinde herşey gerçek anlamına göre anlaşılmaya ve değerlendirilmeye başlanmıştır.

Tarihî süreç içinde, Müslümanlar belki de üç kez ve bu oranda ciddi bir şekilde Kur'an'a dönüşü yaşamaya başladılar denilebilir.

Ölçü Kur'an alınınca, islam adına İslam'a sokulan ne kadar hurafe varsa, onların îslamî olmadıkları anlaşılmaya başlanmış ve Müslümanlar, Kuran'ın öngördüğü bir bakış açısına kavuşmuşlardır.

 

İsminden başka islam'la hiçbir ilgisi olmayan, sözde İslamî olan anlayış ve düşünce sahipleri Mekkeli Müşriklerin benzeri bir tutumla, yeniden Kur'an'a dönen Müslümanları suçlamakta ve islam adına gerçek islam'a ve taraftarlarına acımasızca saldırmaktadırlar.

 

Öyle anlaşılıyor ki, Sünnet ve Hadis konusu doğru anlaşılmadıkça, îslamî anlayışın Kur'anla bütünleşmesi mümkün olamayacaktır.

Ve Kur'an İslamî ile sünnet ve hadis adına uydurulmuş İslam olmak üzere, birbirinden farklı
iki ayrı islam varlığını sürdürmeye devam edecektir. Sünnet ve hadisi Kuran açısından tanımlayıp gerçek anlamlarına göre değerlendirmeden sahih bir inanca sahip olmak mümkün değildir.

.

S  ü  n  n  e  t


Sünnet;  Peygamber (sav)in insan olma sıfatıyla şahsına ait yaptıkları şeyler değil; Peygamber olarak Allah'ın hükümlerini, yani Kuranı pratize etmesi ile din adına yaptığı uyguladığı ve yaşanarak bize ulaşan hal ve hareketlerdir. Peygamber (sav) in kişisel olarak yaptıkları şeyler bu tanımın kapsamı dışındadır.  Peygamber(sav), Allah'ın hükümlerim pratiğe geçirmede bizim için örneklik teşkil etmektedir.

Ve Peygamber,
elçi Hz.Muhammed olarak yaptıkları ile bizim için bağlayıcıdır, insan hz.Muhammed olarak yaptıklarım yapmak gibi bir sorumluluğumuz yoktur.

 

Sünneti, Kur'an'ın pratize edilmesi olarak görüyor ve bu pratiğin de yaşanarak bize ulaştığını kabul ediyoruz. Bu anlamı ile hadis de sünnetin kapsamı dışındadır.

Sünnetin tanımını şimdiye değin yapılan tanımlardan ayırıyor ve İslami anlayışımıza uygun olarak sünnete:

'Peygamberin Kar'an hükümleri ve bu hükümler çerçevesinde dine dair kuralların uygulanış biçimidir' diyoruz. Yani, hükmü Allah' ait olup ta uygulaması Peygamberce yapılan davranışa sünnet diyoruz.

Namazın rekat sayısı ve kılınma biçiminde olduğu gibi. Bu yönü ile Peygamber(sav) ve sünneti bizim için bağlayıcı olup, onsuz İslam'ı yaşamamız mümkün değildir.

 

 Ayrıca peygamber (sav)'ın kendi içtihadı ile hayata geçirdiği ve yaşanarak sürdürülen fiilleri de sünnet kapsamındadır.

Bu fiiller sözle (hadisle) bize intikal etmiş de olsa pratiğe geçirildiği için sünnet sayılmaktadır. Bu tanımın dışında kalan fiil ve sözleri sünnetin kapsamı içinde görmüyoruz.

H   a   d   i   s


Hadis;Pratiği olmayan ve yaşama geçirilmemiş, rivayet olarak bize intikal etmiş "Peygamberin söylediği söylenen sözlerdir"

 

Söz (hadis), sünnet gibi değildir. Zira, söz bir konu ile ilgili bir kez söylenmiştir. Sünnet ise, sürekli ve defalarca tekrar edilerek (yaşanarak) bize kesin bir bilgi (mütevatir) olarak ulaşmış ve sabitleşmiştir.

Söylenen sözü dinleyen veya duyan onu bir başkasına aktarırken sözün orjinalini değil, sözden ne anlamışsa, aklında ne kalmışsa onu aktarır. Çünkü, insanın yaratılışı gereği bir şeyi olduğu gibi (tamamiyle) aklına yerleştirmesi ve bir başkasına da orjinal biçimi ile aktarması mümkün değildir. Kişi, ancak kendisine söylenenden veya duyduğundan ne anlamışsa onu aktarır. Onun için ''hadisleri, Peygamberin sözleri olarak değil,
peygamberin söylediği söylenen sözler olarak görüyoruz. Bu konumu île hadislere, içinde Peygamber (sav)in sözleri olabilir ihtimali ile bakmaktayız.

 

Zira, Kıır'an'dan sonra İslam'ın ikinci derecede kaynağı kabul edilen Kütûb-i sitte diye anılan hadis kitaplarına baktığımızda bu kitapların ortalama hicri 200. yılda yazıldığını ve derlendiğini görmekteyiz. Ayrıca, bu kitaplardaki dokuz/onbin civarındaki hadisin yüz binlerce (yedi yüzbin/sekiz yüzbin) hadisin içinden seçildiği eser sahiplerince ifade edilmektedir.

Şimdi, Peygamberimizden yaklaşık
ikiyüz yıl sonra ve bir milyona yakın hadis içinden dokuz/on bin hadisin seçilmiş olması bu konudaki haklılığımızı pekiştirmektedir.

 

Öyle ya, bir milyona yakın uydurulmuş hadisin içinden doğru olabilir diyerek tekrarları da saymazsak- dört bin, beş bin civarında hadis seçilerek kayda geçirilmiştir. Bu oran bile hadisler konusunda nasıl bir çıkmazla karşı karşıya bulunduğumuzu açıkça ortaya koymaktadır.

 

Işin diğer bir boyutu da sahih diye kitaplarda yer etmiş hadislere baktığımızda bir çoğunun Kur'an'a açıkça ters olduğu görünmektedir.


Peygamberimizin Kur'ana ters birşey söylemesinin mümkün olmadığı gerçeği göz öynünde bulundurulursa, bu kitablarda yer etmiş bir çok hadisinde uydurma olduklarınıda rahatlıkla söyleyebiliriz. 

 

Mesela en ufak bir araştırma yaparsaniz göreceksinizki; bırakalım Peygamberimizden 200 yıl sonra hazırlanan hadis kitablarınıda, daha Peygamberimizden hemen sonra, Hz.Ebu Bekir Hz.Ömer Hz.Osman.Hz Ali dönemlerinde hadisler ile nasıl hüküm verildiğine bir göz atın.

Bu konu ile ilğili (hadislerin anlaşılması adlı bölüme mutlaka bakın)

Hadisleri değerlendirirken şu gerçeği göz önünde bulundurmakta yarar var.

Hadisleri gerçeğe yakınlığına göre üç bölüme ayırmak gerekir: 

1- Sahabenin kendisinin de Peygamberle beraber yaptığı bir işe dair rivayetler.

2- Yapıldığına şahid olunan bir hareketi anlatan rivayetler.

3- Herhangi bir konu ile ilgili duyulan veya anlatılan sözler. Kişi yaptığı bir hareketi bir başkasına aktarırken daha az yanılır. Bu gerçekten yola çıkarak diyoruz ki, Peygamber(sav)le birlikte yaptığı bir işi başkasına aktarmada daha az yanılma olduğundan, bir hareketi anlatan hadis, sadece duyduğunu aktaran hadis gibi değildir. Keza, insan gördüğü bir şeyi de, duyduğu şeyden daha az yanılma payı ile ifade eder.

O bakımdan hadis, yapılan veya görülen bir işi aktarıyorsa; bu hadis, sadece duyulan bir sözün rivayeti olan hadisten daha güçlüdür. Şu da bir gerçektir ki hiçbir hadisin Peygamber(sav)e ait olduğu konusunda kesinlik yoktur.Bütün sözler rivayete dayanmaktadır.

 

 Rivayete dayanan bir şeyde de zann (sanı) vardır.  Bu bakımdan gerek sünnet ve gerekse hadis, inançta itikad'da esas alınmaz. Amelde ise bizim tanımladığımız biçimiyle sünnet bağlayıcı özelliğe sahiptir.

Hadis ise, değerlendirme amacıyla kendisine gidilmesi gereken bir kaynaktır. Zira iman etmek, kuşkusuz olmayı; yüzde yüz emin olmayı gerektirir. Bu eminlik özelliğine ise yalnızca Kuran sahiptir. Çünkü, Kur'an Allah tarafından korunmuştur. Hadis ise, ne Kur'an gibi korunmuş, ne de zamanında kayda geçirilmiştir.

Peygamber(sav)in hadis yazımını yasaklamasından dolayı Kur'anın pratize edilişi olarak tanımladığımız sünnet ise, Kur'an gibi olmasa da yaşanarak bize kadar ulaşmıştır
. En azından yapılan işin hükmü Kur'an'da olduğundan doğruluğu sabittir. Ancak zamanla bazı değişikliklere uğramış olabilir.

Yine de hükmü Kur'an'da olduğundan uyulması şarttır. Şu gerçek çok iyi kavranmalıdır; Eğer hadis îslam'ın olmazsa olmaz şartı olsaydı tıpkı Kur'an gibi koruma altına alınırdı. Oysa mevcut kaynaklara göre hadis yüz- yüzelli yıl sonra derlenmeye ve yazılı metinlere geçmeye başlanmıştır.

Bu işi yapanların ifadelerine göre bize sunulan hadisler yüzbinlerce hadisin içinden seçilmiştir. O bakımdan hiçbir hadise kesinlikle Peygamberi s a v)in sözüdür denilemez. Ancak Peygamber(sav)in sözü olduğu ihtimali vardır denilebilir. İhtimaller de inanca esas teşkil etmeyeceğine göre, hadislere yararlanma amacıyla gidilmelidir.

Bu anlayış sünneti ve hadisi dışlayıcı bir anlayış değil, tersine onlara gerçek anlamlarım (işlevlerini) kazandıran bir anlayıştır.

 

Değil sünnet ve hadisi dışlamak, Müslüman, Kur'an'ca belirlenen alanın dışında kalan konularda bir şey yaparken bu iş daha önce nasıl yapıldığının bilgisine ulaşmak ister. Ve öncelikle o konuda Peygamber(sav)in, ashabının, kendisinden önce yaşamış İslam alimlerinin yaptıklarına ve düşüncelerine bakar, onlardan da yararlanarak karar verir. Değil Peygamber(sav) ve sahabesi, en sıradan birisinin bile ne düşündüğünden, nasıl yaptığından yararlanmak Müslüman için kaçınılmaz bir zorunluluktur,

Burada dikkat edilmesi gereken bu yararlanmada
Kur'an'ın ölçü alınmasıdır. Doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü, yapılması ve kaçınılması gerekenleri belirlerken, geçmişin bilgisine ihtiyaç vardır. O bakımdan Peygamberin elçilik ve insanî boyutundan da, hadisten de, ashabının söyledikleri ve yaptıklarından da, islam alimlerinden de yararlanırız.

Ancak,
Kur'an'a uyanı alır; Kur'an'a rağmen olanı ve Kur'an'na' uymayanı da atarız.

 

Tarihi tesbit'lerle bize ulaşan Peygamberimizin tercihleri, tavırları, kararları bizim için davranışlarımıza kaynak ve referans teşkil eder. Söz gelimi, müşriklerle bir sözleşme yapacaksak ve bunun daha önce Peygamberce bir uygulaması varsa, Peygamberce yapılmış bu uygulama bizim için örneklik teşkil eder. Bu boyutu ile Peygamberin Kur'an'ın kapsamı dışındaki uygulamaları da mü'minleri bağlayıcı bir esastır.

 

Peygamber ve Peygamberliği Yanlış Anlamak

Peygamberi ve peygamberliği doğru anlamadan, İslamı doğru anlamanın mümkün olamayacağı bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği, Kurana götürerek, mevcut anlayışımızı yeniden gözden geçirmek ve Kur'an'ın şaşmaz doğrularına uymayan yanını atmak zorundayız. Biliyoruz ki:

Peygamber, Allah'ın vahyini kullarına sunmak için, kullan içinden seçtiği elçidir, Onu diğer insanlardan ayıran, farklı ve üstün kılan, elçilik boyutudur.
İnsan Muhammed ile Peygamber Muhanımed(sav) ayrı ayrı değerlendirilmeden, peygamberliği doğru tanımlamak mümkün değildir, insan olma boyutu ile Hz. Muhammed (sav), fiziki anlamda bizden farklı olmayan, bizim gibi acıkan, susayan, yorulan, üzülen, sevinen, öfkelenen, unutan". bir insandır.

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110)

 

"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım, ancak bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahy  ediliyor.  Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve kulluğunda Rabbine hiç kimseyi ortak koşmasın" (18 Kehf-110).

 

Gerek ''sünnetle', gerek "hadisle' ilgili değerlendirme yaparken, peygamberin bu yönünü dikkate almak zorundayız. Peygamberin kendi şahsı ile ilgili yaptıkları, bizim için yapılması ve uyulması şart olan şeyler değildir, Diyelim ki, Peygamber(sav) renklerden beyazı seviyor diye, bizim de beyazı sevmemiz; yemeklerden kabağı seviyor diye, bizim de kabak yemeğini sevmemiz gerekmez.

Bizi bağlayıcı olan ve asıl uyulması gereken O'nun peygamberlik boyutudur. Ne var ki peygamberlik boyutu, bağlılarınca doğru değerlendirilmediğinden sünnet de yanlış anlaşılmaktadır. Öncelikle ifade edelim ki, Peygamber ( sav), ne Allah'a, ne de O'nun gönderdiği dine ortak olmadığı gibi, kendiliğinden din adına hüküm koyan da değildir.

O, sadece konulmuş olan hükümleri açıklayan, bildiren ve uygulayandır, insanları kendine değil, Allah'a çağırandır. Hüküm koyucu yalnız Allah'tır.

 

Kimi ayetlerde, Peygambere itaat etmemizi isteyen Allah bu itaat emri ile peygamlerlerin şahsen söyledikleri sözlere değil, vahye ait hükümleri açıklayan sözlerine itaat etmemizi kastetmektedir:

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ وَلَا تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا (105

" Şüphesiz, Biz, Kitab'ı sana, insanlar arasında, Allah'ın sana gönderdiği şekilde hükmetmen için hak ile gönderdik. Hainlerden taraf olma“ (4 Nisa-105).

 

Peygambere tabi olmak demek, o'nun kendisine değil, O'nun şahsında (O'nun Kuran'a uyduğu gibi) Kur ana uymak demektir, Çünkü, O bir elçiydi ve insanları Allah'a çağırıyordu:

 

قُلْ لَا أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ (50)

"De ki: "Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" '' (6 En'am-50).

 

 Peygamberliğin doğru anlaşılması için, Peygamberliği, Kur'anın bir bütün olarak ifade ettiği anlam içinde ele alarak ve bütün ayetleri göz önünde bulundurarak değerlendirme yapmak gerekir. Ve bunun için de önce 'Peygamberlik nedir?' sorusuna doğru cevap verilmelidir.

Peygamberlik Nedir? 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (28)

"Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. (34 Sebe-28).

 فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنْتَ مُذَكِّرٌ (21)  لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُسَيْطِرٍ (22)

"Onlara öğüt ver; zira sen ancak bir öğütçüsün. Yoksa sen onlara musallat olmuş bir zorlayıcı değilsin" (88 Gaşiye-21,22).

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (48)

"Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Kim iman edip kendini düzeltirse bilsin ki onlar ne korkar ne de üzülürler" (6 En'am-48).

 

Bu ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, "," însanlara, kendilerine indirileni açıklamak için,,." (Nahl-44) seçilen Peygamberimizi adeta açıklama yerine kendiliğinden "din" koyma gibi bir konuma getirmek ve buna da sünnet demek, Allah'ın dini yanında başka bir din icat etmektir.

Oysa sünnet başka bir din değil, Kur'an'ın pratize edilişidir. "Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmayan.,." (En'am-38) ve ''dininizi tamamladım" (Maîde-3) diyen Allah, elçisine de bunu açıklama görevini vermiştir. Kur'anın pratize edilişi olan sünnet, İslam'ın "olmazsa olmaz' şartıdır.

Ancak, Kur' an'ın özünü kavrayamayanlar aşağıda yazılı ayetleri delil göstererek sünneti Kur'an'ın açıklaması olarak değil, Peygamberin din adına koyduğu kurallar ve bu kurallara uymayı da Allah'ın emri olarak nitelendirmektedirler. Bu anlayış ile Tevhid inancı bozulmuş, bid'at ve hurafe sünnet ve hadis adı altında dîne sokulmuştur.

Boylece Kur'ana güç yetirmeyen şirk, sünnet/hadis postuna bürünerek İslamı can evinden vurmayı başarmıştır. Sürekli olarak Kendisi ile birlikte Rasulüne itaat etmemizi; Rasulü bize neyi uygun görmüşse, ona uymamızı, sakındırdıklarından sakınmamızı, aramızdaki ihtilafları Rasule götürmemizi, O'nun vereceği kararlara içtenlikle uymamızı isteyen Allah'ın, bu hükümleri sanki Rasulüne dinde kural koyma yetkisi vermiş gibi anlaşılmaktadır.

Oysa ki Allah kendisinden başka hiç bir varlığa, dinde hüküm koyma hakkı/yetkisi vermediğini, Kitab'ında çok açık birşekilde ortaya koymaktadır. Peygambere hüküm koymada yetkisi verme gibi görülen bu ayetler Kur'an bütünlüğü içinde değerlendirildiklerinde, peygamberin hüküm koyma hakkına sahip olduğunu belirten ayetler değil, peygamberlik konumunu ifade etmektedirler.

Zira, Kitap ve Peygamberlik vahy bütünlüğünü oluşturan iki ayrı parçadır. Yoksa, hiçbirimize Allah'tan, doğrudan peygamberin Hz.Muhammed (sav) olduğunu, Kur'an'nın Allah tarafından Hz,Muhammed (sav)'e gönderildiğini bildiren özel bir haber/ayet gelmedi, Biz Allah'ı da, Kitab'ı da Peygamberin aracılığı ile biliyoruz.

Böyle olunca da elçilik, vahyin bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu özelliğinden dolayı da elçiye itaat etmek, vahyi onaylamanın bir gereğidir. Bu konumundan dolayı peygambere itaat etmek peygamberin kendisine değil, O'nun şahsında vahye uymaktır. Peygamberi onaylamadan getirdiklerini onaylamak mümkün değildir. Kur'an'ın bütünlüğü içinde peygamberliğin/sünnetin konumu bu olmasına karşılık, günümüz anlayışında peygamber Allah'a dinde ortak edilmiş bir konumdadır.
Bu genel değerlendirmeden sonra söz konusu ayetlerden anlaşılması gereken anlam üzerinde biraz durmakta yarar var:

مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا (80)

"Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilesin kir biz seni onlara bekçi göndermedik" (4 Nisa-80).

 Bizce bu ayetten anlaşılması gereken gerçek şudur: Yüce Allah demektedir ki,

 

Peygamberin size bildirdiği hükümler var ya, onlar Benim tarafımdan ona bildirilen hükümlerdir (Kur'an'ın ayetleri dir). Siz o hükümlere uymakla, o'na değil Bana itaat etmiş olursunuz.
Onun açıkladıklarına / söylediklerine itaat etmezseniz, aslında Bana itaat etmemiş olursunuz. Çünkü, o hükümler Bana aittir. Onun için, siz, o'na uymakla Bana uymuş olursunuz, Ve o, yaptığı çağrıda sizi kendisine değil, sizin de, O'nun da Rabb'i olan Bana çağırmaktadır.

Gerçek bu iken, bu ayetten yola çıkarak peygamberi dinde hüküm sahibi olarak görmekse Kur'an'ı ve Peygamberi yanlış değerlendirmenin sonucudur.

Tevhidin bozulması, hurafe ve bid'atların dini kirletmesi, şirkin inancımızda ve hayatımızda yer etmesi konusunda, peygamberlik ve sünnet anlayışımızdaki yanlışlığın, büyük payı var.

İslam adına işlenen bu cinayetlere kim ki ortak olmak istemiyorsa, bu konudaki yanlış inancını Kur'an'a göre sorgulamalı ve dini Allah'a halis kılan Müslümanları da Sünneti inkar edenler olarak suçlamayı bir kenara bırakıp, sünneti doğru anlamaya çalışmalıdır.

Aslında sünnetin yanlış anlaşılmasından dolayı geldiğimiz noktayı anlamak için, günümüz Müslümanların yaşadığı İslam'a bakmamız yeterlidir. Küfür, İslam'ın üstünü öylesine örtmüş ki, hayatın temel dinamiklerinin, küfrün oluşturduğu anlayışa göre belirlenmesi bile önemsenmez olmuştur. Daha da kötüsü dinin, mevcut anlayışa uyan kısmı kabul edilmiş, uymayan kısmı ise ya reddedilmiş, ya da gerektiği gibi önemsenmeyerek hayattan dışlanmıştır.

Başka bîr ayette:

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru sözü söyleyin ki Allah'ta amellerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve rasulüne itaat ederse işte o büyük bir kazanç elde etmiş olur" (Ahzap -70,71)

buyurulınaktadır. Bu ayet, iman edenlere kurtuluşun yolunu göstermektedir.

Nedir o yol? Allah'a ve Rasulüne itaat etmek ve bu yolun dışında kurtuluşa götürdüğünü iddia eden bütün yolları reddetmektir.Diğer bir ifade ile Allah'a ve Peygamberine uymadıkça, kurtuluşa ermek mümkün değildir. Allah'a ve peygamberine tabi olmayı ise Allah'ın koyduğu hükümler ve Peygamberin koyduğu hükümler olarak ikiye ayırıp, her birine ayrı ayrı uymak olarak anlaşılmamalıdır.

Geleneksel kültürümüzde yer etmiş ve islam'a mal olmuş anlayışla bu ayete anlam verdiğimiz zaman kurtuluşa götüren iki yol vardır: Kurallarını Allah'ın koyduğu yol ile, kurallarını peygamberin koyduğu yol. îki ayrı hüküm koyucu !!

Bu, Allah'a eş koşmak değil midir?
Denilebilinir ki, Peygamber kendi adına koyduğu kurallarda tamamen vahye dayanmaktaydı. Böyle olunca da bu kurallara uymak demek, Kur'an'a uymak demektir. İşte bir çoğumuzun yanıldığı ve çelişkiye düştüğü nokta burasıdır. Bu görüşü doğru sayarsak, Peygamberi Allah'ın dinine ortak kabul etmiş sayılacağımızdan,Tevhidi İnancı bozmuş oluruz. Ayrıca dinin bir bölümü olduğuna inanılan ve Peygamberce konulduğu iddia edilen kurallar, Kur'an gibi korunmaya alınmadığından, dinin bir kısmı (Peygambere ait olanı) zamanla tahrif olduğundan, bir kısmı tahrif olmuş bir dine nasıl hak din denilebilir? Çünkü Allah yalnızca kendi Kitabını korumuştur.

Şayet peygamberin  kendi adına ayrıca koyduğu iddia edilen kurallar dinîn bir parçası olsaydı, Kur'an gibi koruma altına alınması gerekmez miydi? Kaldı ki Peygamber ashabına (arkadaşlarına) kendisine ait olan sözlerin yazılmasını, vahy ile karıştırılmasın diye yasaklamıştır, bu konu ile ilgili hadisler bölümünü mutlaka okuyun.

Zaten Peygamberimizin'de en korktugu olaylardan biride diğer ümmet'lerin peygamberlerini uçurdukları gibi kendisinide bu ummetin sevme adına onu uçurmasından korkuyordu.

Önceki ümmetlerin dinlerinden sapmalarının nedenlerinden olarak, onların
Peygamberlerinin sözlerini vahye karıştırmış olmalarını göstermiştir. Peygambere itaat etmekten de" O'nun verdiğini almaktan da, yasakladıklarından sakınmaktan da maksat, O'nun kendisine değil. O'nun tarafından açıklanan ayetlere uymaktır.

Çünkü, o bize ayetleri/ vahyi getiriyordu. Getirdiği ayetler, bizim uymamız ve sakınmamız gereken şeyleri bildiriyordu. Peygambere itaat etmek demek, bu ayetlerin hükmüne uymak demektir. Nasıl kî Müslümanların dinine uyun dediğimiz zaman, Allah'ın dinine uyun demiş oluyorsak, Resule itaat edin emri de vahye uyun demektir, Allah'ın dini de desek, peygamberin dini de desek, Müslümanların dini de desek netice de aynı şeyi üç değişik şekilde ifade etmiş oluruz. İşte, "
Allah'a ve peygambere itaat etmek“ sözü de bu anlamda kullanılmıştır.  Peygambere itaat edin sözünden Peygamberin şahsına ait olan değil, Allah'a ait olan anlaşılmalıdır.

Tekrarlarsak,
Peygamber din adına kural koyucu değil, dinin kurallarını pratize edendir. 'Peygamberi sünnet' te Kur'an'ı yaşayış biçimidir. Bu boyutu ile peygambere uymadan islam yaşanamaz. Çünkü, sünnet Kuran'in hayata aktarılış biçimidir.
Peygamber din adına kural koysun diye değil, insanlara Allah'ın dinini açıklasın ve onlara örnek olsun diye seçilmiştir.

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ (44)    لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ (45)

ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ (46)    فَمَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ (47)

"Eğer (Muhammed) bizim hakkımızda sözler uydurmuş olsaydı( Eğer o kendi sözlerini vahiymiş gibi sunmaya kalkışsaydı), onu kıskıvrak yakalar, sonra da şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu kurtaramazdınız!" (69 Hakka 44,45,46,47).

 

قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنْ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِي السُّوءُ إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (188)

 "De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim. " ( 7Araf - 188)

 

وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِآيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي هَذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (203)

 "Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ''kendin bir tane uydursaydın ya" derler. De ki: "Ben ancak, Rabbimden bana vahy olunana uymaktayım. Bu iman eden kimseler için Rabbinizden gelen basiretler, bir  hidayet ve rahmettir" (7 Araf- 203).

 


Kaynak: http://www.tevhidnesli.de/


 

 
  Bugün 21 ziyaretçi (32 klik) buradaydı  



   

Selam Dünya !..gurup vakti bir aile sitesidir. çorbada tuzu olsun isteyenler, tenkit ve tavsiyeleri için (alt1946@windowslive.com) veya ( mim.sait@hotmail.com ) adreslerine e posta gönderebilirler !.. gurup vakti -Ailenizin Sitesi








Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden