gurup vakti
  006-A-011-Yahudi Turkler, Donmeler ve Sabataycilar
 

Yahudi Türkler, Dönmeler ve Sabataycılar


İ
SRAİL'i ve bazı Yahudileri tenkit ettiğim için beni antisemit olmakla suçlayanların akıllarına şaşarım. Antisemit değilim, antisiyonistim. Tarihte ve halen dünyada nice Yahudi bile antisiyonist olabilmiş, olabiliyor da ben niçin olamayacakmışım? İsrail'in bugünkü politikası, dünya siyonizminin stratejisi bütün insanlığı büyük bir felâkete doğru sürüklemektedir. Bunu, içlerinde hahamlar, son derece dindar Yahudiler, büyük fikir adamları, filozoflar bulunan binlerce seçkin Yahudi de görüyor ve tenkit ediyor.

Bir kısım Yahudiler kendilerini diğer insanlardan üstün görüyor; "daha eşit" olduklarına inanıyor, asıl yanlışlık buradadır. Siyonizmin en büyük zararı Yahudiliğe ve Yahudilere olmuştur, olacaktır. Bugüne kadar olanlar bir şey değildir, asıl bundan sonra olacaklardan korkmalıyız. Dünya büyük bir felâkete doğru gidiyor. BaşkanBush çok güçlü emperyalist bir devletin başkanıdır ama vazifesinde başarılı olmak için gerekli ve yeterli kültüre, hikmete, vicdana, akla sahip değildir.

Geçenlerde yazmıştım; İsrail'i ve siyonizmi tenkit eden Yahudilerin yazılarından, uyarmalarından parçalar alınsa kocaman bir kitap olur. Keşke biri çıksa da bu işi yapsa. Vaktiyle İslâmî kesimde bir "Bilgi Bankası" kurulması için teklifler yapmış, çağrılarda bulunmuştum. Müslümanlarda "hizmet ve dâvâ" için milyarlarca dolar toplayan kodamanlar bu gibi tekliflere ve çağrılara kulak asmazlar. Böyle bir bilgi bankası kurulmuş ve gerekli çalışmaları yapmış olsaydı, hazırlanıp yayınlanmasını teklif ettiğim kitap çoktan ortaya çıkmış olurdu. Lakin Müslüman kesim böyle zekâ, kültür, araştırma işleriyle uğraşmıyor. Hizmet ve dâvâ için toplanan paralar ne oluyor bilmem.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece, yeni Müslüman olmuş, Amerikalı (İtalyan asıllı) bir Müslümanla tanıştım. Katolik kilisesinden ve katolik rahiplerinden çok şikayetçi idi. Ailesi zenginmiş, kiliseye ve papazlara şimdiye kadar yüzbinlerce dolar yardım etmiş. Bu paralar fakirlere, hayır işlerine harcanmamış; büyük binalar yapımında kullanılmış. İtalyanın ailesi de kiliseyi mahkemeye vermiş... Bizde de, her yıl din ve iman için toplanan paraların hesabı sorulmalıdır.

Sırası gelmişken şu hususu da ilgililerden sormak istiyorum: Türkiye Başhahamı öleli epey zaman oldu, Musevî cemaati onun yerine yeni bir ruhanî reis seçmedi. Bu iş niçin bu kadar uzadı? Kapalı kutu oldukları için dışarıya bilgi de vermiyorlar. Bizdeki Yahudiler büyük çoğunluk itibariyla kendi dinlerinden son derece uzaklaşmışlardır. Koşer kurallarına dikkat etmezler. Onların Musevî dinine bağlılıkları sosyolojiktir, bir kimlikten ibarettir. Sanırım cemaat çok dindar, çok kuralcı bir başhaham istemiyor. İstakoz ve yengeç yenmesine fetva verecek geniş meşrebli bir din adamı istiyor.

Türkiye'nin önemli meselelerinden biri de İsrail'in, Türk vatandaşı Yahudilerden ağır vergiler toplamasıdır. Yabancı bir devlet nasıl olur da bizim vatandaşlarımızdan vergi toplayabilir? Bu konunun hükümet, Meclis ve diğer sorumlu kurumlar tarafından mutlaka incelenmesi, aydınlığa kavuşturulması; önüne geçmek için tedbirler alınması gerekmez mi? Futbolcu HakanŞükür, Fethullah Hoca'ya saygı besliyor diye birtakım çevreler ayağa kalktılar, kızılca kıyamet koparttılar, sporcuyu Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne sürüklediler. Peki, İsrail'in Türk Yahudilerinden vergi toplaması önemli bir mesele değil midir? Bu konuyu niçin gündeme getirmiyorlar?

Yine mutlaka aydınlatılması gereken diğer önemli ve hayatî bir konu İsrail'in ülkemizde on milyar dolar parayı tefecilik işlerinde çalıştırmasıdır. Bugünkü şartlar altında bu on milyar dolar kısa zamanda on milyar daha kazandırmakta, Türkiye'nin kanı iliği bu şekilde emilmektedir. Bu on milyar doların iki milyarının MOSSAD'a ait olduğu da rivayet ediliyor. Bu rivayetler boş dedikodulardan ibaret midir, yoksa gerçek midir? Bu soruları kim, hangi müessese cevaplandıracaktır?

İsrail'in on milyar dolarını çalıştıran tefeciler kralı Malki, Bursa'da nasıl öldürüldü? Kiralık katillerin ardında hangi kara para zenginleri vardı? Malki öldürülünce İsrail'den yıldırım hızıyla gelen bir istihbaratçı ve komando ekibi Bursa'da nasıl karargâh kurdu, katil kiralayanlardan bir kodamanın oğlu nasıl derdest edilip bir helikoptere bindirildi ve bacaklarından ipe bağlanarak helikopterden nasıl sallandırıldı. O gece sabaha kadar nasıl iki buçuk milyar dolar toplanıp İsrail ekibine verildi? Bu konularda fısıltı gazetesi çalışıyor, bir sürü dehşet ve hayret verici haber yayılıyor. Peki büyük medya bu konuyu niçin gündeme getirmiyor? Yabancı bir devletin istihbaratçıları, komandoları bizim büyük bir şehrimizde böyle işleri nasıl yapabiliyor? Bu cesareti nereden alıyorlar? Malki'yi öldürtenler nasıl hapse atılmıştır? Bu konuda ne gibi işler dönmüştür?
----------------------------------------------------------------------


Türkiye'de üç çeşit Yahudi bulunmaktadır
Birinci grup kimlikleri açık şekilde bilinen Musevî-Yahudi vatandaşlarımızdır.
İkinci grup Sabataycılar, Dönmeler'dir. Onların sayısını, belli başlı önemli kişilerini kimse doğru dürüst bilmiyor.Bundan iki sene kadar önce devletin büyük ve hayatî bir kurumu kendi bünyesi içindeki Sabataycıları araştırmak için bir ekip kurmuş, başına bir zatı getirmiş. O zat da Sabataycı değil miymiş!.. Gitmiş, Amerikalı, nüfuzlu Yahudilere haber vermiş.
Üçüncü grup crypto-Yahudilerdir. Onların Yahudi olduğu bilinmez. Müslüman Türk olarak sahnelerde arz-ı endam ederler. Ülkemizde Kürt Yahudileri de bulunmaktadır. Kuzey Irak'taki Barzanî'nin karısı Yahudidir. Kürt Yahudileri kendilerini Müslüman olarak gösterirler. Ne yaparlar, ne gibi işler görürler, kimsenin bilgisi ve haberi yoktur.

Başörtüsü konusunda, birtakım İslâmî cemaatler, Hoca'lar, Hocaefendiler, şeyhler, tarikatlar hakkında ince eleyip sık dokuyanlar; Cumhuriyetimiz için en büyük tehlike ve tehdit irticadır, aşırı dinciliktir diyenler benim yukarıda bahsettiğim konularla niçin ilgilenmiyorlar? Bunlar önemsiz şeyler midir? Büyük medya bu gibi konuları niçin gündeme getirmiyor? Birtakım mankenlerin hangi erkeklerle yattıkları büyük haber oluyor da yukarıda anlattıklarım niçin küçük haber bile olmuyor?

Bu memlekette şu anda en serbest ve hür saha medyadır. Yazık ki, Müslümanlar bu sektörde de birinci ligde oynayamıyor, varlık gösteremiyor. Tirajı yüksek bazı İslâmî gazetelere buna benzer bir makale göndersem basılmaz, Hazret'lerin siyasetlerine uygun düşmez!..
----------------------------------------------------------------------

Van Yahudileri
VITAL CUINET'nin "Asya Türkiyesi, İdarî Coğrafya" (La Turquie d'Asie, Géographie Administrative, Paris) adlı kitabının ikinci cildi 1891'de yayınlanmış olup eski Adana, Halep, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Musul vilayetlerimizi anlatmaktadır. Bu cildin Van vilayeti ile ilgili bölümünü okurken birtakım bilgiler dikkatimi çekti. Bunları meraklı okuyucularımla paylaşmak isterim.

(1) O tarihte Van vilayetinde beş bin Yahudi yaşıyormuş (s. 936). Sanırım şu anda Van'da, nüfus kağıdında Musevi yazan vatandaş yoktur. Peki bu beş bin Yahudi ne oldu? Hepsi oradan göç mü etti, yoksa bazıları Müslüman kimliğine mi büründü? Bu hususun araştırılması gerekir...

(2) "Van vilayetindeki Ermenilerin haylisi Yahudi asıllıdır. Büyük lakaplı Üçüncü Tigran'ın Filistin'den getirdiği esirlerden türemişlerdir. Onlarda bugün hâlâ eski İbranilerin ırk ve tipine ait özellikler görülmektedir." (s. 646).

Bu bilgiler de çok dikkat çekicidir. Ermeni kralı Büyük Tigran Filistin'e yaptığı seferlerde Yahudi esirler almış, onları Van taraflarına getirmiş ve bunlar Ermenileşmiş... Acaba samimî şekilde Ermeni olmuşlar mıydı? Yahudiler varlıklarını koruyabilmek için iğreti kimliklere bürünmeyi tarih boyunca denemiş bir kavimdir. Zahirde Müslüman, Türk, Kürt, Ermeni, Gregoryen, Elen, Ortodoks, Katolik, İspanyol gibi görünürler ama asıl iç kimlikleri Yahudiliktir, dinleri Museviliktir. Bizdeki Sabataycılar gibi.

Cuinet'nin coğrafya kitabında 19'uncu asırdaki Osmanlı vilayetlerinde yaşayan Yahudilerle ilgili istatistikî bilgiler verilmektedir. Bugün Yahudi izine rastlanmayan nice yerlerde Yahudi cemaatleri yaşıyormuş, bunların sinagogları, okulları, hahamları varmış. Bu Yahudiler ne olmuştur? Hepsi birden İstanbul'a, İzmir'e, İsrail'e veya yabancı ülkelere mi göç etmişlerdir, yoksa kimlik mi değiştirmişlerdir. Ezbere konuşmak doğru olmaz. Araştırıcıların, tarihçilerin bu konuyu incelemesi gerekir. Ben şu ihtimal üzerinde durmak istiyorum: Bu Yahudilerin bir kısmı yakın tarihin fırtınaları, hercümerci, girdabları içinde Müslümanlaşmış, Türkleşmiş veya Kürtleşmiş olabilir. Zamanla çocuklarını en yüksek okul ve üniversitelerde okutmuş olabilirler. Bu eski Yahudiler, yeni Türkler, Kürtler ve Müslümanlar önemli makam ve mevkilere geçmiş olabilir...

Sabatay Sevi zuhur ettiği zaman Kürdistan'daki Yahudilerin de büyük heyecana kapıldığını Scholem yazıyor. Kaç kişi Mesih Sabatay'a iman etmiştir? O, mecburen ve yalancıktan Müslüman olduktan sonra kaç kişi imanında sebat ederek Müslüman kılığına girmiştir? Bu Doğu Sabataycıları içinden kaç büyük devlet adamı, bürokrat, fikir ve sanat şahsiyeti çıkmıştır? Neler yapmışlardır? Bu soruların cevaplarının araştırılması gerekmez mi?

Yurt dışındaki bazı müellifler, bazı kaynaklar Ziya Gökalp'in Yahudi asıllı olduğunu iddia ediyor. Elimde fazla bilgi ve veri yok ama olan kadarını ileride yazacağım. Gökalp önce Kürt ve Kürtçü olarak ortaya çıkmış sonra Türkçülük ve milliyetçilik konusunda birinci isim olmuştur. Onun dostu, talebesi, yakını Moiz Kohen de, Tekin Alp takma adıyla Türkçülük ve milliyetçilik konusunda bir çığır açmış, hatta kitaplarından birine "Kahr olsun Şeriat" başlıklı bir bölüm koymuştur. Moiz Kohen adlı bu Yahudi niçin Türkçülük ve milliyetçilik konusunda Müslüman Türkleri İslâm dışı, İslâm'a zıt bir mecraya ve vadiye çekmek istemiştir? Bu konunun da ilmî olarak incelenip araştırılması gerekir.

İki kimlikli Yahudiler hakkında binlerce kitap ve kaynakta bilgi kırıntıları bulunmaktadır. Bütün bu bilgilerin aranıp taranıp bulunması ve yekun olarak binlerce referansın bir araya getirilmesi gerekir. Bu parçaların her biri, büyük bir mozayik tablonun parçaları durumundadır. Parçalar bulunup birleştirilince tablonun bütünü meydana çıkacak ve nice sırlar çözülecektir.

Bazı bilgilere ulaşmak çok zordur. İsrail'de bulunan Sabataycı arşivi herkese, her araştırıcıya açık değildir. Yine, yakın tarihte İsrail'e gönderilmiş olan Türkiye Hahambaşılığı arşivine girmek de pek kolay değildir. Lakin araştırılması çok kolay, ortada ve açıkta olan kaynaklar ve bilgiler vardır.Öncelikle bunların toplanması, dosyalanması gerekir.

Yahudilerin tarihimizde önemli şahsiyetli, tesirleri, hareketleri bulunmaktadır. Onbeşinci asırda isyanlar çıkartmış olan Torlak Kemal bir Yahudidir. Torlak Kemal'in şahsiyeti, kişiliği, kimliği, yaptıkları, yapmak istedikleri hakkında dört başı mamur bir inceleme ve araştırma kitabı henüz yazılmamış bulunuyor.

Kanunî Sultan Süleyman ve İkinci Selim zamanında Yahudi nüfuzu ve tesiri Osmanlı imparatorluğunda doruk noktasına ulaşmıştır. Bu konuda da yeterli araştırma yapılmamış, doyurucu kitaplar yazılmamıştır. Yasef Nassi hakkında yabancı dillerde bir yığın kitap var, bizde bir tek kitap bile yoktur.

Tanzimat'tan beri büyük değişiklikler, inkılaplar, ihtilallar, iğtişaşlar olmuştur. Bunlarda Yahudilerin, Sabataycıların, dönmemiş Dönmelerin rolü nedir?

Türkiye'de İslâm dinine ve dindar Müslümanlara açılmış savaş dinsiz Türklerin, dinden dönmüş Müslümanların işi midir, yoksa Yahudilerin, Sabataycıların işi midir?

Son günlerde büyük bir bürokratın annesi vefat etti. Bu kişinin nüfus kimlik kartında din hanesinde Musevi olduğu yazılıydı. Lakin cenaze İstanbul'daki Teşvikiye camiinden kaldırıldı. Normal olarak sinagog'ta yapılacak bir ayinden sonra Yahudi mezarlığında toprağa verilmesi gerekirken niçin camiye getirilmiş, bilahare İslâm kabristanına gömülmüştür? Kamuoyunun bu gibi anti-konvansiyonel durumları bilmesi gerekmez mi?

İslâm dininin zuhurundan bu yana bazı Yahudilerin birtakım hareket ve manevraları olmuştur. Yemenli Bir Yahudi hahamı, Abdullah ibn Sebe' ismini almış, Hazret-i Ömer'den dinî bir vazife istemiş, ilgi görmemiş, Hazret-i Osman'ın hilafeti zamanında ortaya çıkan fitneler bu zat tarafından körüklenmiş ve planlanmıştır. O gün bu gündür bazı Yahudiler İslâm dünyasında böyle çalışmaktadır.

On büyük cilt mi olur, yirmi cilt mi olur, bir heyet tarafından İslâm Dünyasında Yahudiler ismiyle ilmî bir eser hazırlanmalı ve yayınlanmalıdır. On dokuzuncu asrın sonlarında Yahudi seçkinleri ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı siyonist ideolojiyi destekliyor, bir kısmı da şiddetle aleyhinde bulunuyordu. Biz Müslümanlar bu konuda da fazla bir bilgi sahibi değiliz.

Osmanlı imparatorluğunun yıkılışında Osmanlı Yahudilerinin ve diğer Yahudilerin rolleri nedir?
Yakın tarihimizdeki gizli Yahudiler kimlerdir?Bunlar ne yapmak istemişler, neler yapmışlardır?
Lozan andlaşmasının asıl mimarı Başhaham Hayim Nahum'dur. Hayim Nahum'un gayesi neydi?

Yurda sokulması Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmış binlerce kitap, dergi, gazete, makale ve broşürde ne gibi bilgiler, iddialar yer almaktadır? Bunlar niçin yasaklanmıştır? Yazılanlar iftira ve yalan ise tarihçilerin bunları reddedebilmesi için onları okuması ve incelemesi gerekmez mi?

Ankara'daki Tarih Kurumu, üniversitelerimiz, Kültür Bakanlığı'mız birtakım iddialar ve isnadlar karşısında niçin susmaktadır? İslâm dinini bozmak, asıl İslâm'ın yerine kul yapısı, reforme edilmiş, yenilenmiş, işe gelmeyen tarafları çıkartılmış, beşerî bir ideoloji ve hümanizma haline getirilmiş, sulandırılmış, ılımlı İslâm yapılmış yeni bir din çıkartılmak istenmektedir. Bu reform ve yenilikçilik hareketinde birtakım crypto-Yahudiler bulunmakta mıdır?

Normal olarak milletini, milliyetini seven, Türkiye'nin ve Türklerin yücelmesini, güçlenmesini, üstün olmasını isteyen bir Türk, kendisi dindar olmasa bile İslâm'a saygılıdır. Peki, din düşmanı, Şeriat düşmanı bir Türkçülüğün ve milliyetçiliğin arkasında kimler bulunmaktadır?

Samimî bir Türkçü ve milliyetçi olan Dr. Rıza Nur, Hatıratında "Gençliğimde dindardım, namaz kılardım, o günleri heyecanla hatırlıyorum" mealinde satırlar yazmıştır. Daha sonra dindarlığını, inançlarını kaybetmiş olmasına rağmen İslâm dinine karşı asla saygısızlık etmemiştir. Rıza Nur'un zıt kutbunda Moiz Kohen Tekin Alp bulunuyor. O Yahudi ise "Kahr Olsun Şeriat" diye yazacak kadar İslâm düşmanıdır. Acaba hangisinin Türkçülüğü ve milliyetçiliği doğrudur, hakikîdir?

Bundan birkaç yıl önce, sayın Ecevit'in başbakanlığı sırasında Kültür Bakanlığı Tekin Alp'in bir kitabını yayınladı. Ancak, Tekin Alp takma adının yanına parantez içinde "Moiz Kohen" diye yazmayı unuttu. Bu unutma gerçekten unutma mıdır, yoksa pekâlâ bilindiği halde es mi geçilmiştir?
----------------------------------------------------------------------

İki Kimlikli İran Yahudileri

İNTERNETTE İran Yahudileriyle ilgili çok önemli ve çok meraklı bir bilgiye rastladım. Kısa bir metin ama bizler için çok manalar ifade ediyor. Metni Fransızcadan tercüme ediyorum:

"İsrail'de akademisyen olan profesör Ammoun NANTSAR'ın, Yahudilerin tarihiyle ilgili ve içinde çeşitli araştırıcıların yazıları bulunan Los Angeles'te yayınlanmış bir kitapta, bir makalesi bulunuyor. Yahudiler İran'da yaşadıkları zaman kendi Yahudi kimliklerini gizlemek zorundaymışlar, çünkü üzerlerinde baskılar varmış, (dışlanıyorlarmış). Bu Yahudiler, kimsenin gerçek kökenlerinden şüphelenmemesi için toplum içinde Müslüman olduklarını, Müslüman isimleri taşıdıklarını, camilere gittiklerini ve Kur'ân öğrendiklerini beyan ediyorlar.

Fakat evlerinde Yahudi isimleri varmış ve kendi inançları olan Museviliği gizlice yaşıyorlarmış. Bu tür beyanlar, Kuzey Afrika, Irak, Suriye, Basra Körfezi ve bilhassa Pakistan gibi İslâm ülkelerinde yaşamakta olan nice başka Yahudi tarafından radio Ici yayınlarında da tekrarlanmıştır. Hatta M. Abbasî, İsrail'in Fransa'daki büyükelçisi Elie Barnavi ile mülakat yaparken şu soruyu yöneltmiştir:

– Bu kişilerin kimliklerini ve inançlarını gizlemek zorunda kalmaları durumu daha ne zamana kadar sürecektir?"

İnternetteki, Yahudiler ile ilgili milyonlarca veri içinde kim bilir bizim için ne kadar ibretli, göz açıcı, ders verici olanları vardır.Sabırlı ve azimli araştırıcıların bunları taramaları, içlerinden en önemli birkaç binini derleyip, tasnif edip kitap haline getirmeleri gerekir.

Ben bir Müslüman olarak sahte bir Yahudi kimliğiyle İsrail'e gitsem, oraya yerleşsem, Musevîliğin gereklerine inanmadan, yalancıktan yerine getirsem, cumartesi günleri sinagoga gitsem, böyle bir şey ahlâkî olur mu? Bu, büyük bir sahtekarlık ve faziletsizliktir. Zaten bir Müslüman veya başka bir goi böyle yaptığı taktirde, cin gibi zeki ve kurnaz İsrail istihbaratı kısa zamanda onu deşifre eder ve casus diye zindana atar.

Maalesef ülkemizde birtakım Yahudiler, Türkiye'yi ele geçirmek için iki kimlikli olarak çalışmaktadır. Zahirde Müslüman, gerçekte Musevî. Türkiye'deki kripto-Yahudilerin miktarı belli midir? Bu konuda kesin bir şey söylenemez. Eskiden bunların birkaç on bin kişi olduklarını tahmin ediyordum. Şimdi Harry Ojalvo (Aksiyon Dergisi'nde yapılan röportaj) gibi Türkiye'de bir buçuk milyon Gizli Yahudi bulunduğuna inanıyorum.

Onların hepsi Sabataycı değildir. Bazıları Bektaşî, bazıları Alevî postuna bürünmüştür. Mevlevîliğe, Melamîliğe girenleri de vardır Hattâ şu anda, sanırım, çatlak sesler çıkartan bazı Reformcu ve Yenilikçi ilahiyatçıların da, bunlarla alakası vardır. Kesin konuşmuyorum ama mutlaka incelenmesi gereken bir konudur bu.

Bizdeki Gizli Yahudiler milliyetçilik ve Türkçülük cereyanı ile de, çok yakından ilgilenmişlerdir. Onlar milliyetçiliği ve Türkçülüğü İslâm'a rakip bir duruma sokmak istiyorlar, bunda da hayli başarılı olmuşlardır. Aslında bir Türk milliyetçisinin, aklı başında bir Türkçünün, kendisi dindar olmasa bile Müslümanlığa ve Müslümanlara karşı son derece saygılı olması gerekir.

Bazen akılları durduracak, havsalanın almayacağı iddialarla karşılaşıyoruz. Bunların hepsinin, peşinen doğru olduklarını kabul etmemiz gerekmez. Dikkatli, ölçülü, ihtiyatlı hareket edilmelidir. istanbul'da bazı vatandaşlarımız "debarkader" ismini taşıyan bir internet sitesinde Ilgaz Zorlu'nun, bu fakirin aleyhinde yazılar yayınlıyor, bizi anti-semitizmle suçluyorlarmış. Doğru değildir. Anti-Siyonist olduğumu saklamaya lüzum görmem, bugün dünyada nice özbeöz Yahudi anti-Siyonist olabiliyor, İsrail devletini Yahudilik için zararlı görebiliyor da, benim bu kadar hakkım yok mu?

Yahudilere, Musevilere en fazla zarar verecek olan iki şey Siyonizm ile İsrail devletidir. Çoğu gitti azı kaldı, yakında dünya çapında korkunç ve dehşetli hadiseler olacaktır. Bekleyiniz. Türkiye Hahambaşılığı'na bağlı olan, iki standartlı ve iki kimlikli olmayan Yahudi vatandaşlarımızla fazla bir ihtilafımız yoktur.

Ancak birtakım Yahudilerin, Türkiye'nin büyük bir siyasi partisini içten fethetme stratejileri de, gözümüzden kaçmamaktadır. Bu büyük partinin istanbul teşkilatı üzerinde Bay Pinto'nun büyük nüfuz ve tesiri olduğunu biliyoruz. Yine aynı zat bakanlarımızdan birinin oğlu ile pek samimi ve pek sıkı fıkıdır.

Bedevî, şifahî, marjinal toplumların hafızası olmazmış. Medenî bir toplumun mazisi, tarihi, hafızası vardır. Bedeviler ise sadece şimdiki zamanda yaşarlar, mazilerinden habersizdirler, istikballerini de düşünmezler. Hal-i hazırda yaşarlar, ama durumlarından bîhaberdardırlar. İsrail'de, birtakım Yahudiler Türkiye ile, tarihimizle, birtakım önemli kişilerimizle ilgili önemli bilgiler ihtiva eden kitaplar, makaleler yazmışlardır. Bunların çoğu ibranicedir. Peki biz Türkiyeliler, bu yayınları incelemiş, taramış, tahlilini yapmış, gereken yerlerini Türkçe'ye çevirip kültürümüze kazandırmış mıyızdır? Maalesef... Yatakta uyuyoruz, ayakta uyuyoruz...

Türkiye'de İslâmiyet'i, Şeriatı, dindarlığı öcü gibi gösterenler; bunları devletimiz ve Cumhuriyetimiz için büyük tehlike ve tehdit olarak gösterenler kimlerdir? Laikliği çığırından çıkartanlar kimlerdir? Yakın tarihimizde bu ülke, sistemli şekilde soyulmuş, talan edilmiştir. Yekunu trilyonlarca doları bulan bu soygun ve talanı kimler yapmıştır? Ülkemizde dehşetli bir kimlik erozyonu olmuştur. Bu erozyon kimlerin eseridir? "Siyon Protokolları"nın sahte ve düzmece olduğu iddia ediliyor. Ancak şu husus da göz ardı edilmemelidir. Bazı kişilerin ve zümrelerin Türkiye'de yaptıkları, harfi harfine bu Siyon Protokollarına uygun düşüyor. Bu tatbikat kimlerin eseridir? Türkiye toplumunun millî kimliğinin ana faktörü İslâm idi. Ülkede Müslümanlık sarsılınca, İslâmî değerler terk edilince büyük bir çözülme, çöküntü, dejenerasyon meydana gelmiştir, bunu kimler yapmıştır?

İçimizden bazıları İsrail'e karşı büyük bir hayranlık, bağlılık, sevgi, dostluk besliyor. Oradaki sistem Türkiye'dekinin taban tabana zıddıdır. İsrail bir din devletidir, bir ırk devletidir, Musevî şeriatı üzerine müesses bir devlettir. Orada din ve devlet aynı şeydir. Peki, bizdeki birtakım laikler nasıl oluyor da, böyle bir devlete hayran oluyorlar?
Okumak, incelemek, düşünmek, müzakere etmek gerek...
----------------------------------------------------------------------

Dönmelerin inanç Esasları
Dönmelik, “Osmanlı tebasından olup dini ve siyasi ideallerine daha rahat ulaşabilmek için İslâmı kabul etmiş görünen Yahudi cemaati şeklinde tanımlanmaktadır.

Dönmeliğin tarihçesine baktığımızda Dördüncü Sultan Murad döneminde Sabatay Sevi’nin sahte ihtidasıyla başlar. Bu yüzden onlara dönme dendiği gibi liderlerinden hareketle “Sabatayistler” de denir.

XII. yüzyıldan beri süregelen bu batıl itikat hareketi, Selânik’in Osmanlı’dan Yanunistan’a ilhakından sonra Yunanistan’da siyasi ve dini anlamda Yahudiliğe rücu etmek için bazı teşebbüslerde bulunurlar. Bunlar şöylece sıralanmaktadır:

1- Selânik’in Yunanistan’a ilhakından sonra orada Yunanlı olarak kalan bazı dönmeler Yahudiliğe rücu için Yunan hükümetine müracaat ederler. Bu iş için görüşlerine başvurulan Selânik Yahudileri çeşitli manialar ileri sürerek olumsuz kanaat serdederler.

2- Atina’da Yunan Meclis-i Mebusanı azasından olanMustafa Efendi adında bir dönme tarafından Gonatas’a müracaat ederek, mübadele hükümlerinin Türk ve Rumlara münhasır kalmasını ister. Ayrıca kendilerinin Türk ve Müslüman olmadıklarını ileri sürerek mübadeleden azade bırakılmaları lazım geldiğini talep eder. Kendi harslarının/kültürlerinin Yahudi olduğunu iddia eder. Gonatas ise Meclis-i Vükelâda bu meseleyi müzakere ederek red cevabı verir.

3- Yine Meşrutiyet’in ilânından sonra kendi aralarında akdettikleri bir kongrede asıllarına (Yahudiliğe) dönmek meselesi uzun uzadıya münakaşa edilir. Meşhur dönme Cavit Bey vakit gelmediğini beyanla buna mani olur.Türkiye’de ise Cumhuriyetin kurulmasıyla dönmeliğin tarihe kavuştuğu savunulmuştur.
----------------------------------------------------------------------

İtikadlarına gelince, onların hurafelerle dolu inanç esasları şöyle hülasa edilir
“1- Gerçek tanrı olan İsrali’in Tanrısı’na inanırım.
“2- Sabatay Sevi’nin gerçek mesih olduğuna inanırım.
“3- Tevrat’ın gerçek Tevrat olduğuna inanırım.
“4- Tevrat’ın değiştirilmediğini ve yürürlükte olduğuna inanırım.
“5- Sabatay Sevi’nin dünyanın dört trafına dağılmış olan İsrailoğulları’nı bir araya toplayacağına inanarım.
“6- Ölülerin dirileceğine inanırım.
“7- İsrail’in Tanrısı’nın, Süleyman Mabedini yukarıdan aşağıya bina edilmiş olarak göndereceğine inanırım.
“8- İsrail’in Tanrısı’nın bu dünyada cemalini göstereceğine inanırım.

“Dönme âmentüsünün son maddesi “gerçek mesih” Sabatay Sevi’nin gönderilmesini isteyen dua cümlelerini ihtiva eder(*).”

Bunların dışında yine inanç nokta-i nazarında bazı özellikleri de şöyledir:
1- Gizli Yahudi adı kullanırlar.
2- Reislerini mukaddes sayarlar.
3- Osman babayı ilah sayarlar.
4- Gizli Yahudi nikahı yaparlar.
5- Türklerle evlenmezler.
6- Ölülerini Müslüman mezarlığına gömmezler.
7- Dönmeliklerini gizlerler.
8- Dönmeliğin gündeme gelmemesi için çabalarlar.
9- Günah çıkarırlar.
10- Gizli mabedleri vardır.
11- Ölü kadınları erkek gasaller yıkarlar. Dönmeler kendi aralarında
Karakaşlar, Kaplancılar, Yakubiler diye de üç guruba ayrılırlar.

Ayrıca günümüz Türkiye’sinde dönmelerle ilgili verilen şu bilgiler çok dikkat çekicidir:
“... Dönmeler Türkiye genelinde 30-40.000 kişi civarında tahmin edilmektedir. Bunlar daha çok Edirne, İstanbul, İzmir, Ankara ve Bursa’da yaşamaktadırlar. Yoğun olarak bulundukları yer Selânik olduğu için dönmelere “Selanik dönmesi” de denilmektedir. Bundan dolayı mübadele sonrasında Türkiye’nin çeşitli şehirlerine gelip yerleşen dönmelerden doğum yerleri Selânik olanlar Selânik ismini değiştirmişlerdir. Kapalı bir cemaat hayatı yaşadıkları için dönmeler sır vermemeye özen göstermişler, eskiden olduğu gibi bugün de Türklerin yanında Türk isimlerini, kendi aralarında ise Yahudi isimlerini kullanagelmişlerdir.

“Dışişleri, maliye, eğitim, basın-yayın ve üniversiteler başta olmak üzere çeşitli alanlarda görev yapanların yanında, özellikle ticaret ve sanayide önemli başarılar elde eden dönmeler de vardır. Bugün Türkiye’nin en etkili aydınları, gazete sahipleri ve köşe yazarları arasında dönmelerin de bulunduğu iddia edilmektedir. (**)”

Siyonist kongrelerde önemli mevkilerde yer alan dönmelerin bazan sinsi, bazan ise açıktan açığa fakat muttariden İslâm’a ve Müsülanlara saldırmaktan, karalamaktan geri durmadıkları bir gerçektir. Gayız ve husumetleri hiç bitmeyen dönmelerin, intikam hislerini tatmin için Türk milletinin mukaddes hislerini hançerlemek başlıca görevleridir. Müslümanlığa avdeti irtica telakki ederken, Yahudiliğe avdeti ilerleme olarak kabul ederler...
----------------------------------------------------------------------

Tarihsizlik
TARİHİMİZİ tahrif ede ede, milletimizi hafızasız aliene bir toplum haline getirdiler. Ortaya sun'î (yapay), düzmece, uyduruk bir tarih çıkarttılar. Halide Edip Adıvar "Türkiye'de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri" adlı kitabında; bizde lisan ve tarihe yapılan devlet müdahalesinin, Hitler Almanya'sındakinden ve Stalin Rusya'sındakinden daha fazla ve daha şiddetli olduğunu yazıyor.

Okullarda, üniversitelerde okutulan resmî tarihte birçok gerçek ya tersyüz edilmiştir,
yahut hiç okutulmamaktadır

Tanzimat'tan bu yana vaki olan ihtilal, darbe, büyük değişim hareketlerinde
• Masonların,
• Sabataycıların,
• Dönmüş veya dönmemiş öteki Yahudilerin,
• Tekin Alp takma adıyla sözde Türkçülük ve milliyetçilik yapan kişinin ve benzerlerinin,
• "Boğaziçi aşireti"nin,
• Misyonerlerin,
• İngiliz, Amerikan ve diğer emperyalist ülkelerin ajanlarının... isimlerinden,
rollerinden, tesirlerinden bahs edilmemektedir.

Düşünebiliyor musunuz? Yüzlerce, binlerce yakın tarihimiz kitabı yazılıyor, okutuluyor ve bir kere bile Sabataycılardan bahs edilmiyor. O Sabataycılar ki, yakın tarihimize damgalarını vurmuşlardır. O Sabataycılar ki, şişirme ünlülerinden birinin New York'ta "Biz, yirminci asırda iki devlet kurduk. Biri İsrail, ötekisi......" dediği iddia ve rivayet edilmektedir. Son seksen-doksan yıl içinde Türkiye'de birtakım marksist faaliyetler yapıldı; birtakım Türkiyeliler bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti Marks'ın ve Lenin'in ideoloji ve sisteminin kurtaracağını iddia etti. Bu konuda binlerce araştırma yayınlandı. Soruyorum:

Türkiye'deki bütün marksist fikir adamlarının, aksiyoncuların, önde gelen şahsiyetlerin Sabataycı olduğunu bir tek satırla yazan tarih kitabı var mıdır? Maalesef yoktur. Farmasonlar da yakın tarihimize damgalarını bastılar. Peki okul ve üniversite kitaplarında onlardan niçin bahsedilmiyor? Bir liseli Türkiye çocuğunun Sultan Beşinci Murad'ın Farmason olduğunu bilmeye hakkı yok mudur?

Müslüman Türkiyelilerin, bir kitabına "Kahr olsun Şeriat!" fasıl başlığını koyan Tekin Alp'i, nâm-ı diğer Moiz Kohen'i tanımaya hakları yok mudur?

Tarihçi Nihal Adsız'ın "Gök Sultan" diye övdüğü Sultan İkinci Abdülhamid Han'ı okul ve üniversite kitaplarında yerin dibine batırıyorlar; onu tahtından indiren İttihad'çıları, Jön Türkleri, cryptoları baş tacı ediyorlar. Otuz üç yıllık saltanatı boyunca devletin, ülkenin bütünlüğünü korumuş, memlekete nice faydalı müessese kazandırmış Türk asıllı ve imanlı bir devlet başkanına olan bu kin nereden geliyor? Onu beğenmeyenlerin, onu alaşağı edenlerin bu halka, bu devlete, bu ülkeye verdikleri zararı biliyoruz. 1909'da Abdülhamid Han'ı tahttan indirdiler, 1911'de Trablusgarb'ı (Libya) ve Oniki adaları İtalya'ya; 1912'de koskoca Rumeli'yi Balkan devletlerine kaptırdılar; 1918'de Mondros'ta teslim bayrağını çektiler ve Alman denizaltıları ile Türkiye'den kaçtılar.

1909 ile 1918 arasında sahte hürriyet kahramanları Osmanlı ülkesini, devletini, halkını batırdılar, bitirdiler, mahv ettiler. Vatan sathını darağaçları ile doldurdular, gazetecileri sokak ortasında katl ettiler, savaş yıllarında halkı açlıktan öldürdüler, Sarıkamış'ta yüz bin askerimizi soğuktan dondurdular, vagon ve bulgur ticaretleriyle efsanevî haram ve kara servetler elde ettiler, on yıl boyunca "Hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet" bağırtıları ve böğürtüleri içinde korkunç bir devlet ve parti terörü icra ettiler. Onlar kahraman oldu, zavallı Sultan Abdülhamid kızıl sultan ve hain oldu. En büyük suçu neydi? Filistin'i siyonistlere peşkeş çekmemek mi?

 

Yorum (5) ::Yorum yaz! :: Bağlantı

28/3/2008

 

 

 

 

 

NEREYE DOĞRU?

 

 

 

 


ABD, 2020 yılında İslam dünyasının başına bir halife oturtmak istiyor.

Bu hususta CIA'nın Ocak 2006'da yayınladığı rapor ilginç.

Halifenin "Türk bilinmesi" önemli, ancak bu halife Sabatayist olacak.

Hilafetin Türkiye'de yeniden kurulması sadece bazı tarikat ve dini cemaatlerin değil, "yeni dünya düzeni" kurmak isteyen Evanjelist-Yahudi-Kabalist Ezoterik dış güçlerin de rüyalarını süslüyor. Halifelik hiçbir dönemde dini kurum olmamıştır. Siyasi bir kurumdur.

Aytunç Altındal, Türkiye Cumhuriyeti'nde Sabataycıların da içinde bulunduğu grupların hilafet planının 50 yıllık bir düş olduğunu belirtiyor. Altındal'a göre, 40'lı, 50'li yıllardan beri Sabatayistler hilafeti düşünüyorlar. Yüksek dereceli masonlar, Gül ve Haç Teşkilatı üyeleri ve Sabataycıların kurduğu Manevi Cihazlanma Derneği üç dinin merkezi olarak İstanbul'u göstermişti. (Tempo dergisi, 3 Haziran 2004)

Osmanlı Türkiyesi'nde Sabatayist ve mason şeyhülislamların İslam'ı nasıl "israiliyat" illeti ile doldurduklarını artık bilmeyenimiz var mı?

Ya matbaa meselesinde, ilk emri "oku" olan İslam ümmeti Türklere reva görülenlerin arkasında kimler vardı?

Mehmet Şevket Eygi, Sabataycı grupların Müslüman Türklerin eğitimsiz kalmasında son derece etkili olduğunu söylüyor. Ve "Sabataycıların diyanet işleri başkanı ve halife adayları bile var" diyor. (Tempo dergisi, 3 Haziran 2004)

Gelelim Manevi Cihazlanma Derneği'ne.

Bu dernek 1929 yılında ABD'de Evanjelist rahip Dr. Frank Buchman tarafından kurulmuştu. İngilizce adı; "Moral ReArmement-Mr"dir.

"Oxford Grup" adı verilen bu örgüt İsviçre Caux'daki bir şatoyu kendilerine merkez seçmişlerdi.

Burada her yıl dünyadaki çeşitli dinlerden temsilcilerin katıldığı toplantılar yapmaktalar.

Annesi bir Fransız olan Arusi şeyhi Ömer Fevzi Mardin ve Evanjelist rahip Buchman Türkiye'nin Kore'ye asker göndermesinin "manevi" tarafını inşa etmişlerdi.

Şeyh Mardin'in kitabının adı: "Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret."

Evanjelist rahip Buchman, Ahmet Emin Yalman ve Fener Rum Patriği Atenagoras birlikte Eyüpsultan Camisi'ne gidip dua bile etmişlerdi. (Soner Yalçın, Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, s.45)

Atenagoras Kuzey ve Güney Amerika başpiskoposu iken bir gecede Türk vatandaşı yapılarak ABD Başkanı Truman'ın özel uçağı ile İstanbul'a getirilip Fener Rum Patrikhanesi'nin başına oturtulmuştu.

Başbakan Adnan Menderes Atenagoras'ın elini öpmüştü.

"Manevi Cihazlanma Derneği" Türkiye'de Ankara valiliğinin 11 Kasım 1966 tarih ve 6/7285 sayılı izniyle kamu yararına çalışan dernek statüsünde kuruldu.

Derneğin başkanı dönemin İstanbul valisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay'dı.

Gökay, "İslami hassasiyetleri" ön planda olan, 11 Ekim 1951'de kurulan İlim Yayma Cemiyeti'nin de kurucuları arasındaydı. Derneğin diğer kurucularından biri Said Nursi'nin avukatı Seniyüddin Başak'ın olması herhalde tesadüftü.

Bir başka tesadüf de, derneğe en büyük desteğin masonlar tarafından yapılmasıydı.

Tekrar günümüze dönelim.

Ilgaz Zorlu, Tempo dergisinde yayınlanan mülakatında şunları söylüyor:

"Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tamamlandığında Türkiye'de adı demokrasi olan Sabataycı oligarşik yönetim hâkim olacaktır… Türkiye Sabataycıları ABD Musevi lobisinde önemli bir konumdadırlar. Türkiye Yahudilerinden daha güçlüdürler. Ayrıca devlet içindeki konumları ve örgütlenmeleri Yahudilerden daha kuvvetlidir… Sabataycıları bir arada tutan dini bir argüman değil, ortak çıkarlarıdır. Cemaat mensupları birbirlerini tanıdıklarında birbirlerine yardım ederler. Sabataycı olmayan birinin Sabataycı cemaatine girmesi mümkün değildir."

Ve bir dansöz. İşinin gereğini yapıyor. Adı Tanyeli.

Tanyeli'nin tuttuğu ibret aynasına öncelikle siyasal İslamcıların, dini cemaatlerin ve topyekûn RTE'nin "kafatası milliyetçisi" saymadığı herkesin bakması gerekir.

Gazete haberi şu:

"Doların yeşili bu sefer sökmedi. Uluslar arası şöhret oryantal Tanyeli, Irak'taki Amerikan askerlerinin yeni yıla kendisiyle girme isteğini 50 bin dolardan olma pahasına gözünü kırpmadan geri çevirdi;

"İnsanlar kan ağlarken, Amerikan askerlerinin önünde dans etmem mümkün değil. Orada kendi Müslüman kardeşlerimiz ağır eziyet altındayken ben şahsi olarak böyle bir şey yapmam mümkün değil. Yani kendime olan saygımı yitiririm, o yüzden gitmedim."

"Dünya için İslam'ı satanların" Müslüman Türk milletini Mehdi'yi bekleyen "Avanak Avni"ler durumuna getirmek isteyenlerin dansözleştiği bir zamanda dansöz Tanyeli'nin ibret verici sözleri.

MİT Müsteşarı Emre Taner: "Ulus devlet tehdit altında. Türkiye bekle gör ve sadece savunma politikalarıyla ayakta kalamaz." diyor. (Hürriyet gazetesi, 6 Ocak 2007)

 

 

 

Yorum (1) ::Yorum yaz! :: Bağlantı

28/3/2008

 

 

 

 

 

YAHUDİLİK, DÜNYA, TARİH VE BİZ

 

 

 

 

 

 

Dr. Hakkı Açıkalın

Genelde, bir makâleye "Mâlesef" diye başlamamak lâzım, zira bu “esef”li kelime, içinde, bir boyun eğmişliği, nâçarlığı (bizim yeni Türkçeci entellektüellerimizin deyişiyle umarsızlığı), hattâ zavallılığı ve düşkünlüğü barındırıyor. Bazı şeyleri izah etmek için insanların kendilerini zorlamaları belli bir noktadan sonra imkânsızlaşır, yok illâ direnirlerse bu sefer komik duruma düşerler. İBDA Mimarına karşı 1999 yılından itibâren başlatılan akılalmaz tasfiye harekâtının altından da, burada şahsıma karşı yürütülen kapsamlı saldırı kampanyasının arkasından da “onlar” tutuyorlar.

Ne sosyalizm, ne faşizm, ne modernite, ne post-modernizm, ne liberalizm, ne bolşevizm, ne menşevizm, ne narodnizm, ne bilim, ne film, ne san’at, ne ekonomi, ne finans-kapital, ne psikiyatri, ne basın-yayın ne de başka bir etkinlik alanı “onların hâkimiyeti”nin dışında. Dikkat edilirse, “onlar da bu işin içinde” demiyorum, “onların hâkimiyeti altında” diyorum. Kuşkusuz, bu konuda herşeyi bu makâlenin içine sığdıramayız, bunun için hacimli bir kitaba gerek var ki, onu da yaptık zâten...

Bazı iktibaslarla başlayalım:

08. 02. 1920 tarihli, Sunday Herald gazetesinde bir değerlendirme:

"Abartıldığı düşünülmesin ki, Bolşevizm’in teorize edilmesinde, pratiğe dökülmesinde ve kurumlaşmasında uluslararası ve Rus yahudi gücünün öncülüğü tartışılmazdır. Sovyet kurumlarındaki Yahudi kadrolaşma dikkat çekicidir. İlginç olan bir şey de, karşı-devrim hareketlerinin başını çeken de Yahudiler’dir". Winston Churchill.

Anne tarafından Ukrayna yahudisi olan Vladimir İlyiç (Ulyanoviç) Lenin şöyle der:

"En iyi devrimciler yahudiler’dir. En zekî Ruslar, ya yahudiler’dir yahut yahudi kanı taşıyanlardır". Dimitri Volkogonov; Lenin: A New Biography, s. 112

Harward Üniversitesi’nden, araştırmacı Wayne Mc. Guire şöyle diyor:

"Lenin, İsrail Dönüş Yasası’nın standartlarına uygun bir yahudi’ydi yani yahudi bir “généalogie”si (şeceresi) vardı. Lenin, yalnızca İsrail Dönüş Yasası’nın standartlarına uygun olmakla kalmıyordu, o aynı zamanda değerlerine oldukça bağlı bir yahudi’ydi de. Bu nedenle, Marksizm’in, Universalizm (Evrenselcilik) kabulüyle, radikal bir çelişki yaşıyordu. Bu bağlamda (Yahudiciliğinden dolayı), en entellektüel görevleri kasdî olarak yahudiler’e veriyordu. Lenin’in emri altında bulunan, güney ve batı Rusya avangard komünistlerinin % 50’si yahudi’ydi".

Bir diğer yahudi, Leon Bronstein Trotsky, 1937 yılında, Newyork Yahudi gazetesi, Daily Forward’a verdiği demeçte, yahudilik’le ilgili ipucunu şöyle belirler:

"Çürümüş burjuva toplum hayatı ne kadar uzun sürerse, anti-semitizm (yahudi karşıtlığı) her yerde aynı oranda artar".

Yahudilik ideolojisinin tarihi aslında bir “günahlar tarihi"dir. Uygulanan politikalar kan çanaklarında kotarılagelmiştir. Hele son 100 yıllık tarih âdeta ölümcül bir pandemi’ye (tüm dünyayı saran salgın) dönüşmüştür. “Siyâsî” nitelemesiyle tanımlanan Siyonizm’in kurucusu Theodore Herzl, 11 Haziran 1902 tarihinde, dünyanın en vahşî sömürge baronlarından Cecil Rhodes’a (Rodezya ismi bu namussuzun isminden mülhemdir) yazdığı mektubta şöyle der:

"Rica ederim efendim, programımı okuduğunuzu ve benimsediğinizi ifâde eden bir mektubu tarafıma gönderiniz. Kendinize, niçin size başvurduğum konusunda sorular sorabilirsiniz. Bunun sebebi, benim programımın sömürgeci bir program olmasıdır!".

Judaizm’in (Yahudicilik) hedefleri hem siyâsî, hem millî hem de dinî’dir. Bu durum hep Allah’a bağlanmış, İsrailoğulları’nın Allah tarafından ayrıcalıklı bir kavim olark taltif edildiği ve bu sebeble yahudilik için herşeyin mubah olduğu işlenmiş ve propaganda edilmiştir. Bu mefkûre, bütün dünya yahudilik ideolojisinin tamamen denetimi altına girmeden doymayacaktır. Bütün Grekler (Grek: Yahudi olmayanlar anlamında da kullanılmaktadır) tasfiye edilinceye dek bu hezeyanlı mücâdele sürecektir.

Judaizm bir, "kollektif bencillik" kurumudur. Bu, putlaştırılmış milliyetçiliği bağrında yeşertmiştir. Böylece, yahudiliğin sesi, kanlı silahların ve katliamların sesi olmuş, bu durum sanki Torah hükmü (mukaddes kitab hükmü) gibi olmuştur. Sanıldığı ve iddia edildiği gibi bir “payen” (ilkel dinsiz) judaizm falan yoktur ortada, bilâkis tamamen dinî ve an’anevî metinlere sonuna kadar bağlı bir ideoloji apaçık ortadadır. Sion’da egemen olan, “Hukuk”un adâleti değil ve fakat “hukuksuzluk”un adâletidir. Bu, bir “evrim” de değildir, tam aksine geleneğin olanca yoğunluğuyla dünyanın üzerine bir kâbus gibi tekrar tekrar çökmesidir. Atrofi’ye (gerileme, büzüşme) uğrayan judaizm değil, onunla mücâdele etme iddiasındaki güç odaklarıdır. Bu Makkabizm’in (Makkabiler: savaşkan bir yahudi klanı) geleneğinden hiç de farklı değildir. O yüzden, İsrail ordu birlikleri, Lübnan’a, Filistin’e, Suriye’ye, Mısır’a girerken, “Bizler İbrahim’in askerleriyiz" diye slogan atmaktadırlar (Bazı muhteremler de İbrahimî dinler arası diyalogdan bahsediyorlar). Süreç dünya toplumlarının, özellikle Müslüman toplumların “nihaî sıvılaştırılma-tüketilme” sürecidir. Bu söylediklerimizi Yahudi profesör, André Nehar şöyle doğruluyor:

"İsrail, dünyadaki ilâhî tarihin mükemmel bir işâretidir. İsrail dünyanın mihrakıdır, onun sinir sistemi, yüreği yani merkezidir".

Bu, megalomanik hezeyanlarla dolu ideolojinin temsilcisi olan yahudilikle insanî (barışçıl!) bir diyalog geliştirilebilir mi? Bilen varsa teklif etsin. Bu durum, basit aşiret milliyetçiliğinin ve yumuşak modernist milliyetçiliğin çok çok ötesinde, arkasına yüzlerce yahudi (olduğu varsayılan) peygamberini de alan devâsa bir ideolojik kavimciliktir. İşte bu yüzden, Kemalizm kolay kolay yıkılamıyor. Çünkü Judaizm’in bağrında kuluçkaya yatırılmış ve mükemmel tıpkı-basım olarak yumurtadan çıkmıştır. Eğer Kemalizm, faşizm olsaydı şimdiye kadar kapitalizm tarafından 1000 kere tasfiye edilirdi. Bu denenmiş ama becerilememiştir. Aynı şeyi sosyalizm (daha doğrusu Türkiye sosyalizmi) denemiş o da başaramamıştır, nihâyet Kürtler bunun için uğraşmışlar ama Kemalizm karşısında paramparça olmuşlardır. Apo, bunun farkına vardığında çok geçti. İllâki adlandırmak gerekirse, bunun adı “Kemalist Judaizm” olabilir. Hitler faşizmi denen şey en nihâyetinde Germen Aryanizm’inden başka birşey değildir, Judaizm’e göre, fakirin fakiri bir ideolojidir. Arkaplanı yoktur, kültürü, basit Teutone kültürüdür, grotesktir (kaba), inceliksizdir, san’atsızdır, felsefesizdir, yani ağaç diplerinden fışkıran bir ‘piç’ misâli. Demek ki, Hitlerizm’in arkasında onu kucaklayan bir ‘baba’ ideoloji olmalıdır! TC, millî burjuvazisi olmadan, işçi sınıfı olmadan, fabrikaları, üniversiteleri olmadan, kısaca kurumları olmadan ortaya çıktı. Hiçbir ilim adamı (Kemalistler dahil) bu durumu doğru dürüst izah edemezler ve ‘Bandırma Vapuru’na sığınırlar. Pozitivizm’in en yoğun yönlerini benimsemiş olan ‘bilimsel’ adamlar, iş TC’nin ihdasına gelince, ‘vapur’, ‘Kuvva-i Millîye’, Mustafa Kemal’in dehâsı vs. gibi ‘soyut’ ve ‘bilimsel’ olmaktan çok uzak kavramların arkasına gizleniyorlar. ‘Paradigma Ante’nin en büyük savunucularından biri olan Prof. Dr. Emre Kongar bunu itiraf ediyor ve TC’nin gelişiminin tersten olduğunu ve bunun ‘bilimsel’ açıklamasının olmadığını belirtiyor. Ama hiç kimse, sorulması gereken en yakıcı soruları sormuyor nedense; meselâ herkes, PKK’nin ve diğer tüm ‘yasadışı’ örgütlerin kasasındaki paranın nereden geldiği konusunda binbir yorum yapıyor: Kara para, uyuşturucu parası, haraç, vurgun, kaçakçılık, dış mihrakların yardımı vs. Kimse, bu paraların ‘hayırlı!’ yollardan elde edilmiş olabileceğine ihtimal vermiyor. Ama aynı soruyu, TC’nin kuruluş dönemi için sorduğumuzda, cevab yok, daha doğrusu afâkî cevablar, yastıkaltı paraları falan, filan. Yeniden sormalı: Türkiye Kurtuluş Savaşını kim yahut kimler finanse etmiştir? Hiç bekletmeden cevablayalım: Galata bankerleri, Manastır bankerleri, Selânik bankerleri, Paris bankerleri, Filistin yahudileri, Girit yahudileri, Rus yahudileri, Ukrayna yahudileri, Polonya yahudileri, İran yahudileri, Prusya hanedanı, Irak yahudileri, Yemen yahudileri, Fas kralı ve Fas yahudileri, Serez yahudileri! Kimse hoplayıp zıplamasın, bunun böyle olduğunu dünya âlem biliyor, en çok da yahudiler biliyor, İsrail biliyor.

Judaizm kendini bütün uluslararası normların, kanunların üzerinde görür ve bunu ikrâr eder. O, mitolojik verilerle beslenir, onlara dayanır. Onun için, filanca yahudi klanının, aşiretinin yasaları ve ölçüleri, âlemşümûl (“evrensel”) yasa maddelerinden çok daha önemli ve belirleyicidir.

Avrupa finansının (bankacılığının) doğuşu Rotschild ailesiyle olmuştur. Saatchi&Saatchi ailesi, Goldsmith’ler, Goldstein’lar, ABN’ler ve daha birçok aile, Avrupa ve dünya bankacılığının kurucuları ve hâl-i hazırda yürütücüleridir. Yine dünya bilimi, Sigmund Freud, Albert Einstein, Dimitri Velikowsky, Erich Fromm, İsaac Newton, Darwin vd., dünya edebiyatı, Leon Tolstoy, Franz Kafka, Marcel Proust, Bertold Brecht, Rosa Luxembourg, Samuel Beckett, James Joyce vd. de onların yönlendirmesiyle yürütülmüştür.

Almanya siyonistlerinin Nasyonal Sosyalistler’le içiçeliği çoğu insana anlaşılmaz gelmektedir ancak mekanizmayı kavramış olanlar için bundan daha alelâde bir şey yoktur. Bunun en önemli gayesi Filistin’de bir İsrail devleti kurmaktır. Bu güce angaje olmadan, kendi halkını harekete geçiremezsin, göçe zorlayamazsın. Onları huzursuz etmenin, oradaki hayat şartlarını ortadan kaldırmanın yolunu bulmalısın. Bunu sadece siyâsî propaganda metodlarıyla yürütemezsin, akîm kalır. Dolayısıyla, mahallî (“bölgesel”) güçle entegre olman gerekir hattâ o gücü kuşatıp ona perspektif vermen gerekir. Judaizm bunu yapmış ve son tahlilde başarılı olmuştur. Nazilere, yahudileri amme (“kamu”) fonksiyonu içeren işlerden atma objektifini sunmakla başlar işe, Siyonistler. Yani önce bir sürü işsiz, aç yahudi üretilir. Ondan sonra dönüp, onların arasından göze batanları tasfiye eder ve arkalarından da, oyunun kuralı gereği ‘Anti-Nazi’ propaganda yapar, tek yolun mukaddes topraklara dönmek olduğunu empoze eder. Bu meyanda, Naziler’den fazla Anti-İngiliz’dir.

Almanya Siyonist Federasyonu, 21 Haziran 1933 tarihinde Nazi Partisi’ne bir mektup gönderir:

"... Irk ilkesini ilân eden yeni devletin kuruluşunda, (yahudi) topluluğumuzu bu yeni yapıya adapte etmeyi temenni ediyoruz. Yahudi uyruğunu kabul etmemiz bizlere, Alman halkıyla ve onun ırkî ve millî gerçekleriyle daha açık ve daha samimî ilişkiler tesis etme izni verecektir. Bizler de, yahudi safkanlığını destekleme bağlamında karışık evliliklere karşıyız. Kimliklerinin bilincinde olan yahudiler olarak sadakat temelinde ilişkilerin yürüme ihtimalinin mevcudiyetine inanıyoruz. Pratik objektiflere ulaşılması için, Siyonizm, yahudilere tamamen düşman olan köktenci bir iktidarla işbirliği yapma konusunda yetenekli olabileceğini umar. Siyonizm’in gerçekleşmesi, mevcud Alman yönlendiriciliğine karşı ancak dışarıdaki yahudileri rahatsız edebilir. Aktüel anlamda, Almanya’ya karşı yürütülecek olan bir boykot, özünde Siyonist olamaz..." Herşey çok açık, hiçbir yoruma gerek yok.

Nazi teorisyeni Alfred Rosenberg (traji-komik ama o da bir yahudidir) şöyle der:

"Belli bir Alman yahudisi grubunun Filistin’e nakli bâbında, yıllık bir kontenjan belirlenmesi amacıyla Siyonizm’in etkin bir biçimde desteklenmesi gerekir".

SS’in resmî organı Das Schwarze Korps’un şeflerinden Reinhardt Heidrich, “Görünür Düşman” adlı makâlesinde şunları yazıyor:

"Yahudileri iki kategoriye ayırmak zorundayız: Siyonistler ve Asimilasyon partizanları. Siyonistler kesinlikle ırkçı bir anlayışı benimsiyorlar ve Filistin’e göç etmek ve orada kendi Yahudi devletlerini kurmak istiyorlar. En iyi temennilerimiz ve resmî irâdemiz onlardan yanadır".

Düşünün bakalım, örneğin tamamen ırkçı-şovenlerin yönetimi altında bulunan bir ülkede, karşı (düşman) ırktan bir örgütün bu denli kolay ve rahat hareket etmesi olacak şey midir? Daha müşahhas bir “kurgu” oluşturalım: Örneğin tamamen MHP’nin yönetimi altında bulunan bir Türkiye’de PKK’nin böyle bir mevkîde olması düşünülebilir mi? Hattâ yine örneğin MHP’nin, ‘bağımsız Kürdistan’ın kurulması için Türkiye alanındaki Kürtler’i Kürdistan’a taşımak için gönüllü olabileceğine akıl erdirebilir misiniz? Olmaz, velev ki, her iki taraf da böyle bir şeyi kabul etti, bunu organize edemezler, o denli güçlü bir kültür ve ideolojiden çok çok uzaktadırlar. İşte yahudiliğin farkı buradadır, o yapabiliyor, tereyağdan kıl çeker gibi...

Bulow Schwante, Reich’ın bütün diplomatik misyonlarına gönderdiği sirkülerde şöyle der:

"İdârî ölçüler bakımından, Almanya’daki Siyonist eylemliliğe karşı yönelmenin hiçbir mantığı yoktur zira Siyonizm, Nasyonal Sosyalizm’in, Almanya yahudilerini göç ettirmek konusundaki programıyla zıtlık içinde değildir"

Burada bir saptama yapmak gerekir. Siyonizm, bazılarının iddia ettiği gibi yahudiliğe uymayan bir ideoloji değildir. Benzetmek gerekirse, Yunan mitolojisinin baştanrısı Zeus ise, Siyonizm de savaş tanrısı Aris (Ares)tir. aralarında küçük anlayış farklarından bahsedilse bile, ikisi de aynı irâdenin temsilcileri ve Olympos meclisinin karar vericileridir. aralarındaki fark stratejik değil taktik anlayıştadır.

28 Ocak 1935 tarihinde, Bavyera Gestaposu polise şöyle bir sirküler geçer:

"Siyonist örgütün mensubları, eylemliliklerinde Filistin’e göçü özendirdiklerinden, asimilasyonist yahudi örgütlerinin mensublarına yapılan muameleye tâbî tutulmasınlar”

Siyonizm-Nazizm eşdeyişle “Siyonazizm”le ilgili söyleyecek daha çok şey var ancak yukarıdaki misaller bile olayın içyüzünü göstermesi bakımından kâfîdir.

Rusya’daki komünist iktidarın içindeki yahudi rolü çok kritiktir. Ekim Devrimi’nden 1 ay kadar önce, Lenin St. Petersbourg’da (Petrograd) gizli bir toplantı yaptı. Burada devrimci şiddetin süreç içinde nasıl uygulanacağı konuşuldu. Bu toplantıya katılanların 4’ü Rus, biri Gürcü, biri Leh, 6’sı ise yahudiydi.

Politik Büro (Politbüro) 7 kişiden oluşturuldu. Biri Rus (Bubnov), 6’sı ise yahudiydi (Lenin, Stalin, Trotsky, Sokolnikov, Zinoviev, Kamenev).

Petersbourg Sovyeti’nin -ki başkanı Trotsky’dir- Askerî Devrim Komitesi’nin 18 mensubu vardı. Bu komitenin, 8 mensubu Rus, biri Ukraynalı, biri Leh, biri Çerkes, 7’si ise yahudiydi.

Bolşevik MK’si 5 kişilik Devrim Askerî Merkezi oluşturdu. Mensublardan biri Rus (Bubnov), biri Leh, üçü yahudiydi (Stalin, Sverdlov, Uritsky).

Bolşevik Devrim’de, bütün lider figürler yahudi’ydiler. Tchitcherin iyi bir yardımcıydı, Litvinoff ve Lunacharsky’nin rolleri de önemliydi mutlaka ama Trotsky’nin, Zinoviev’in, Krassin’in veya Radek’in güçleriyle kıyaslanmaları mümkün değildi. Yine karşı-devrime karşı mücâdele rolünü üstlenen ÇEKA’nın yönetimi de yahudilerin elindeydi.

Aynı tarihlerde ABD’nin Rusya büyükelçisinin de bir yahudi olması ilginçtir: David R. Francis.

Yeni rejim, dünyada anti-yahudi duyguları en ağır cezalandıran rejim oldu. Uzun süre Sovyetler’de kalan ve bir Amerikan yahudisi olan yazar Frank Golder 1925 yılında şunları söylüyordu:

"Sovyet devriminin önderlerinin büyük bir çoğunluğu yahudi olduğu için kısa süre içinde Sovyet ordusunda, Rus halkı ve entellektüeller arasında ciddi bir anti-semitizm (yahudi karşıtlığı) başgösterdi"

Durumu, İsrailli tarihçi Louis Rapaport şöyle izah ediyor:

"Bolşevik Devrim’den hemen sonra birçok yahudi, yönetimdeki üst seviye rollerinden dolayı zafer sarhoşluğu içindeydiler. Lenin’in ilk Politbüro’su yahudilerin hâkimiyeti altındaydı".

Lenin’in yoldaşları, devrimin bütün yansımalarında önemli roller üstlendiler, bunlar arasında en kirli işler de vardı.

Yahudi tarihçi Salo Baron, sayısız yahudinin Sovyet gizli polisi ÇEKA’nın içinde bulunduğunu ve bunların birçok yasadışı infaz ve tasfiye operasyonuna katıldığını belirtiyor.

Bir diğer yahudi tarihçi, Leonard Shapiro şöyle diyor:

"Ukrayna’da gizli polisin % 80’i yahudilerden oluşuyordu"

Ünlü Rus matematikçi İgor Shafarevich (yahudi kökenlidir), yahudi icracıların ve infazcıların ‘Rusofobi’sinden bahsediyor:

"Onlar, Çar 2. Nikola’yı tasfiye ederken bunu bir âyin hâline getirmişlerdi. Bu âyin, yüzyıllarca süren Rus tarihinin sonunu sembolize ediyordu. İngiltere kralı I. Charles (1649) veya Fransa kralı 16. Louis’nin infazı (1793) buna benzetilebilir. Bu, aynı zamanda kompleksli bir etnik azınlığın sancılı bir eylemi olarak da kabul edilebilir"

Bu âyini en üst seviyede bizzat Lenin yönetmiştir. Çarın infazını gerçekleştiren Yakov Yurovsky’dir. Yerel Sovyet’in başkanı Beloborodov (Vaisbart)dur, Ekaterinburg’daki genel idârenin başındaki isim ise Shaya Goloshchekin’dir. Planlayıcı Sverdlov’dur. Sverdlov’u Almanya’dan Rusya’ya getiren yahudiler, Goloshchekin, Syromolotov, Safarov (Seferov), Voikov ve Yurovsky’dir. Ekibin tamamı yahudidir.

I. Charles ve 16. Louis örneklerinin verilmesinin sebebi, Devrim Mahkemesi’nin kendine yüklediği ‘Halk Mahkemesi’ rolünü vurgulamak içindir. Ancak, 2. Nikola ne yargılandı ne de savunmasına başvururldu. Bir gece, ailesi ve maiyetiyle birlikte gizlice ortadan kaldırıldı. Bu, normal bir infazdan ziyâde gangster tarzı bir infazdı. Beli ki, birşeylerden korkulmuş ve yargılamadan vazgeçilmişti.

Lenin ve Sverdlov niçin ‘Devrim Mahkemesi’ şovundan kaçınmıştılar? Çünkü, Nikola ve ailesi Rus halkının üzerinde hâlâ ciddi bir etkiye sahibti ve onun infazına izin vermeyecekti. Trotsky de -her ne kadar bu infazın karşısındaymış gibi görünüyorsa da- aslında yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyordu:

"Kraliyet ailesinin infazı gerekliydi. Bu cezalandırmanın şiddeti herkese, acımaksızın savaşmaya devam edebileceğimizi gösterdi. Bu infaz düşmanın umutsuzluk hissini arttırdığı gibi bizim saflarımızı da güçlendirdi ve dönüşün olmadığını bir kez daha ortaya koydu. Ya tam zafer ya tam çöküş olacaktı. Lenin bunu çok iyi hissetti".

Rus yahudisi yazar Sonya Margolina, yahudilerin Bolşevik rejimi aşırı derecede destekleme rollerini, “Yahudiler’in tarihî bir günahı” olarak niteliyor. Yahudi komutanların, özellikle Goulag konsantrasyon kamplarında üst seviye rollerini ve yahudi komünistlerin Rus kiliselerinin sistematik imhâsında üstlendikleri vazifeyi vurgular. Daha da ileri giderek şöyle der:

"Bütün dünya yahudileri Sovyet iktidarını desteklediler ve her eleştiri ve muhalefet karşısında sessizliklerini korudular. Böylelikle, Bolşevizm’e karşı gelişen her hareket aynı zamanda bir yahudi karşıtlığını da beraberinde getirdi".

Eğer “Geçmiş” bir tâyin edici olarak kabul edilirse, birçok Rus, Margolina’nın dile getirdiği biçimde bir intikam duygusunun içindedir. Her hâl ve kârda, nasıl ki, ABD’deki Siyahlar’ın ve Yerliler’in Beyazlar tarafından kırıma uğratılması lânetleniyorsa, Yahudiler’in Rus halkına karşı ‘Sosyalizm’ maskesi altında yürüttüğü kıyım da lânetlenmiştir. ancak, daha da çarpıcı olan dünyanın bir ikinci Yahudi kıyımına (bu kez Ruslar tarafından) gebe olmasıdır.

Ekaterinburg katliamıyla ilgili olarak Kızılordu gazetesi şöyle yazar:

"Kollama ve acıma olmaksızın, ayırımsızca, yüzlerce yahut binlerce olan düşmanlarımızı öldüreceğiz, onları kanlarında boğacağız. Lenin ve Yuritsky’nin haysiyeti için burjuvazinin kanı oluk oluk aksın. Mümkün olduğunca daha çok kan"

Evet, aslında akması gereken kan Ruslar’ın kanı, akıtması gerekenler ise yahudiler. Yazının meâli bu! Tabiîdir ki, başkaları da, ‘yahudi kanı’ isteyecektir. Diyalektiğin A ve B tarafları gereği bıçak her iki tarafı da acımasızca kesmeye devam edecektir.

Alman araştırmacı Herman Fehst’e göre, 1918 yılı itibârıyla Bolşevik Parti MK’nin 15 mensubu vardır ve bunlardan 6’sı Yahudi’dir. Fehst bu bilgiyi yayınlanmış Sovyet kayıdlarına dayandırmaktadır. Bu 6 yahudi; Uritsky, Trotsky, Kamenev, Zinoviev, Sverdlov ve Sokolnikov’dur. (Herman Fehst, Bolschewismus und Judentum: Das Judische Element in der Fuhrerschaft des Bolschewismus-Berlin 1934, s. 68-72)

ABD’li Robert Wilton ise 1918 yılı itibârıyla Bolşevik Parti MK’nin 12 mensubu olduğunu ve bunlardan 9’unun yahudi olduğunu belirtiyor (R. Wilton, The Last Days of the Romanovs-IHR, 1993, s. 185)

1907 yılı itibârıyla Bolşevik Parti’nin % 10’u, Menşevik Parti’nin % 20’si yahudilerden oluşuyordu. (R. Pipes, The Russian Revolution-1990, s. 185-186)

Moskova Olağanüstü Komisyonu (ÇEKA veya VİÇEKA) toplam 36 âzadan oluşuyordu. 1’i Alman, 1’i Leh, 1’i Ermeni, 2’si Rus, 8’i Leton ve 23’ü yahudiydi.

Halk Komiserleri Konseyi (Sovyet Yönetimi) ise iki Ermeni, 3 Rus ve 17 yahudiden oluşuyordu.

Bolşevik devletin en önemli 556 şahsiyetinden 17’si Rus, ikisi Ukraynalı, 11’i Ermeni, 35’i Leton, 15’i Alman, biri Macar, 10’u Gürcü, üçü Leh, üçü Finli, biri Çek geri kalan 457’si ise yahudidir.

Bolşevik Parti MK’nin 12 mensubundan 10’u yahudidir: Lenin, Trotsky, Apfelbaum (Zinoviev), Lurie (Larine), Uritsky, Volodarsky, Rosenfeld (Kamenev), Smidovich, Sverdlov (Yankel) ve Nakhamkes (Steklov). İkisi ise Rus’tur: Krylenko ve Lunacharsky.

Diğer Rus sosyalist partilerinin kompozisyonu da farklı değildi.

Menşevikler (Sosyal Demokratlar): MK’nin 12 mensubundan 11’i yahudi.Halkın Komünistleri: MK 7 kişi. 6 yahudi, 1 Rus.Sosyal Devrimciler (Sağ Kanat): MK 15 kişi. 13’ü yahudi, 2’si Rus.Sosyal Devrimciler (Sol Kanat): MK 12 kişi. 10 yahudi, 2 Rus.Moskova Anarşistler Komitesi: MK 5 kişi. 4 yahudi, 1 Rus.Polonya Komünist Partisi: MK 12 kişi. Hepsi yahudi.Toplam 63 kişiden 56’sı yahudi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Alıntı Kaynak:
http://cihanhakimiyeti.blogcu.com/Siyonculuk
 
 
  Bugün 45 ziyaretçi (67 klik) buradaydı  



   

Selam Dünya !..gurup vakti bir aile sitesidir. çorbada tuzu olsun isteyenler, tenkit ve tavsiyeleri için (alt1946@windowslive.com) veya ( mim.sait@hotmail.com ) adreslerine e posta gönderebilirler !.. gurup vakti -Ailenizin Sitesi








Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden