gurup vakti
  Hurafeler
 

HURAFELER

 

 

Hurafe ; Din ile hiç bir ilgisi bulunmayan, ama buna rağmen bazı sözde deliller gösterilerek dinin bir parçasıymış gibi tanıtılan, aslı esası olmayan, uydurulmuş, saf ve doğru inançlar arasına katılmış, abartılmış hikayelerdir.
      Batıl inanışlar ise; bu asılsız söylentilere inanmak ve gereğine göre hareket etmek demektir.
     Hurafe ve batıl inanışların insanlığın başına dert olmasında ifrat, tefrit, cahillik, alışkanlık, görenek, propaganda, çıkar hesapları ve kişisel zaaflar etkili olmuşlardır. Hurafe ve batıl inanışların en büyük zararı önce onlara kapılanlara dokunur. Çünkü hurafe ve batıl inanışlar ; kişileri farkına vardırmadan doğru yoldan ayırır. Onlar iyi bir şey yapıyoruz diye avunurlarken bir de bakarlar ki gerek inanç olarak, gerek amel ve davranış olarak; inandıklarını söyledikleri dinin gerçeklerinden uzaklaşıvermişlerdir. Sevgili Peygamberimizin bir şerefli hadislerinde buyurdukları gibi ; her bidat ve hurafe sapıklık sebebidir. "O" şöyle buyurmuştur ; “Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabı ;yolların en doğrusu Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötü ve zararlısı; dinden olmadığı halde, sonradan uydurulup dine sokuşturulanlardır. Böyle uydurulmuş her şey bid’attır , hurafedir .Her bid’at da sapıklık sebebidir.”
     Hurafe ve batıl inanışlara kapılmış kişilerin büyük bir kısmı bu durumlarına dindarlık, bunlara karşı çıkılmasına da itikatsızlık ve inançsızlık damgasını vururlar. Oysa iyi bilinmesi gerekli olan bir gerçek vardır ; Dinin kabul etmediği anlayış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Dindarlık ancak dini olanı, dinden olanı, dince kabul ve emredileni, emredildiği şekil ve şartlarda yerine getirmekle mümkündür. Bu yüzden dindarlık sanarak hurafe ve batıl inanışlara kapılmak ; halkımızın deyimiyle “yanlış kapı çalmaktır” aldanmaktır. Genel bir tanıtım ve değerlendirmesini yapmaya çalıştığımız hurafe ve batıl inanışlar toplumda dinimizce asla tasvip edilmeyen, asılsız üzüntülere, karamsarlıklara, sebepsiz çılgınlıklara yol açmakta, sadeliği, kolaylığı ve akla uygunluğu ile tanınmış gerçek dini yaşayışta -ifade uygunsa- bir çeşit anarşi doğurmaktadırlar. İş bu kadarla da kalmamakta bazı gözü açıklara haksız kazanç imkanları bile sağlamaktadırlar. 
     Hurafe ve batıl inanışların ülkemizde en yaygın olanlarını açıklamayı hedef aldık.Bunlardan bazılarını sıralayacak olursak :

1.)GAYB'DEN HABER VERMEYE BAĞLI HURAFELER

a.)Gaybı bilmek mümkün mü?

b.)Falcılık ve fala baktırmak

c.)Ruh çağırma

d.)Uğursuzluk var mıdır?

2.)GÜNLERLE İLGİLİ HURAFELER

a.)İki bayram arası nikah olmaz mı?

b.)Salı günü yola çıkılmaz -Cuma günü iş yapılmaz mı?

c.)İkindi vaktinden sonra uyuyanın rızkı kesilir mi?

3.)ÖLÜLER VE KABİRLERLE İLGİLİ HURAFELER

a.)Türbelere adak adamak

b.)Mum yakmak çaput bağlamak

4.)YANLIŞ KABULLER

a.)Dünya mü’mine zindan mıdır?

b.)Sorumluluktan kurtulmak mümkün mü?

c.)Kul kusursuz olur mu?

d.)Nazarlık takmak doğru mu?

5.)BİD’ATLARA KARŞI KORUNMA ÇARELERİ

 

 

Uğursuzluk Diye Birşey Var mıdır?


     Hurafe ve batıl inanışların, yanlış kabullerin,doğrudan kaçışların cirit attığı bir toplumda bazı şeylerin uğuruna , bir çok şeyin de uğursuzluğuna hükmedileceği ve değer kargaşasına düşüleceği pek tabiidir.Toplumumuzda da bu aynen böyledir. Ne uğursuzluk vehimleri yok ki?..
     Evden çıkınca kedi yada köpek görmek,köpek uluması, baykuş ötmesi,13 rakamı,elden sabun ve makas almanın ayrılık getireceği..vs. Uğursuz yerler, zamanlar,kişiler ve eşya...Kuş uçurup veya ürkütüp gittikleri yöne göre yorumlara girmek ve daha neler neler...
     Hatırladıkça,saydıkça insana bunaltı veren bu yanlışların,bu asılsızlıkların günümüzde de aynen , hatta daha da etkisini artırarak yaşaması , toplumun her kesimini tesiri altına alması karşısında her konuda olduğu gibi sığınılacak yer “alemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan Hz.Muhammed’in gerçeği ortaya koyan hadisleri,sünnetidir."O" (S.A.V.) meseleyi temelinden halleden bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Uğursuzluk diye bir şey yoktur!” (1)
     Hiç bir şey doğuştan uğursuz değildir.Uğursuzluk-varsa şayet- herkesin kendisinde kendi yorumunda ve anlayışındadır. Halk arasında günlük konuşmalarda sık sık duyduğumuz “uğurlu geldi” , “uğursuz geldi” gibi sözler ve hükümler , birer kişisel zan ve vehimdir.O şeyin veya olayın aslında uğurlu ve uğursuz olduğunu göstermez.
     Uğursuzluk anlayışı , birçokları gibi İslam’a başka inanç sistemlerinden girmiştir. Bu durumda müslümanların ; İslami hiç bir esasa dayanmayan ve peygamberimiz tarafından “yoktur” diye beyan buyurulan uğursuzluk hurafesine iltifat etmemeleri , aydınlık ufuklarını karartmamaları gerekmektedir.
     Hurafe ve batıl inanışlarla sıkıntı ve evhamdan başka bir yere varılamaz...

(1)          - Buhari/Tıb : 19,25,43,45 - Müslim/Selam : 102 vd.

 

 

Bid'at ve hurafeler farkına vardırmadan doğru yoldan uzaklaştırıcılıkları sebebiyle müslümanlar için çok büyük bir tehlike arz ederler.Bir müslümanın yanlışta ve hatada ısrar etmemesi gerekir. Bu aynı zamanda biz müslümanların görevidir. Bu kutlu görevi hatırlatmak için, özellikle dinden uzaklaşma yanılgısı içinde kıvranan toplumumuza hizmet amacıyla bu yazıyı kaleme almış bulunuyoruz.
     Sağlıklı bir dini yaşayış için önce sağlam inanç esaslarına ve bunlara bağlı bir ibadet hayatına sahip olmalıyız. Bunun için kendimizi yetiştirmeli , dinimizin emir ve yasaklarını öğrenmeli , hurafe ve batıl inanışlara kendimizi kaptırmamalıyız.İslami noktadan iyi bir eğitim almamış kişiler bazı yanlış inançlara sahip olabilmektedir.
     Kur'an-ı Kerim ve Hadisi Şeriflerin haricinde biz de oluşan bu inançların hiç bir kıymet ve değeri yoktur. Hatta bazı inançlar vardır ki kişilerin İmanını dahi zedelemektedir. İman biz Müslümanların bu dünyada sahip olduğu en kıymetli hazinesidir. Eğer onu kaybedersek bizden daha zavallı ve acınacak kimse yok demektir. İman en kolay şekilde, sadece kelimeyi şehadeti kabul edip söylemekle elde edildiği gibi yine aynı şekilde tek bir yanlış inanç ve sözle de kaybedilebilir. Bu sebeple inanan bir insan hem kullandığı sözlere çok dikkat etmeli, hem de örf ve ananeden kaynaklanan inançlarını islami açıdan değerlendirmelidir.
    
Bu kadar önemli bir mesele olan yanlış inanç ve hurafelerden kendimizi koruyabilmemiz elbette bilgiye dayanacaktır. İlerleyen sayfalarda yöremizden derlediğimiz bazı yanlış inançları bulacaksınız. Ancak burada belirtilecek olan inançlar hurafelerin hepsini kapsamamaktadır. Mümkün olduğu kadar yanlış inançları tespit edip bu sayfalardan yayınlamaya çalışacağız. Sizin de bildiğiniz veya şüphe ettiğiniz hurafeler varsa lütfen maille bize ulaştırın dini yönden değerlendirip gerekirse bu sayfalara ilave edelim.


     Tespit edebildiğimiz hurafelerin bazısı şu şekildedir ;

§              Baykuşun ötmesi, bacaya konma ve uçmasından, tavşanın kaçmasından horozun vaktinden evvel ötmesinden, köpeğin ulumasından çeşitli manaların çıkartılması.

§              Bacanın dumanının eğri veya doğru çıkmasından, kuşa kağıt çektirmekten, fala baktırmaktan çeşitli manaların çıkartılması.

§              Evden misafir giderse, o evi 3 gün süpürmemek

§              Haftanın günlerinden bazısını uğursuz saymak

§              İki bayram arasında nikah yapmamak, (Halbuki Peygamberimiz, Hz. Ayşe ile iki bayram arasında evlenmiştir.) 

§              Sıcak su içerisinden çakıl veya taş alınırsa çocuk olur inancı

§              Dörtyol kavşağında ulunursa uyuzluk gidermiş inancı

§              Falan ağaca çaput bağlanırsa dert ve tasalar gider inancı 

§              Hıdrellez , Nevruz (bahar) bayramı ve Yılbaşı kutlama inancı 

§              Ağaçlara çaput bağlamak, dilekte bulunmak, çocuk istemek ve fayda göreceği inancı 

§              Cumartesi günü yorgan kaplanırsa, sahibinin ölüsü o yorganın üstünden kalkarmış inancı

§              İğde çekirdeklerinin kutsal bilinmesi ve ondan fayda beklenmesi inancı.

§              Çeşitli beklentilerinden dolayı duvarlara Ayakkabı ve Kelle asma inancı

§              Cenaze merasimlerinde müzikli aletler çalma ve çelenk gönderme adeti (Hıristiyanlık adetidir.)

§              Katafalk adıyla tabuta konan cenazeye önünde saygı duruşunda bulunma inancı (Hıristiyanlık adetidir.) 

§              Kızın kısmeti açılsın diye, türbeleri dolaştırıp mum yaktırma inancı.

§              Cenazeleri götürürken yüksek sesle zikirler, tekbirler, ağıtlar yapma inancı

§              Yeni doğan çocukların bahtının güzel olması için çocuğu tekkeleri ve türbeleri gezdirip, tuz, şeker, helva yedirme adeti. 

§              Çocuğu olmayanların sahtekar hoca veya cincilere gidip okutma veya vücuduna yazı yazdırma adeti (Hastalığın tedavisi için Kur'an veya Hadisler okunması caizdir. Bunların dışındaki tüm tılsım ve fevkler caiz değildir.)

§              Gelin, kocasının evine girerken kapı girişinde kocasının bacakları arasından eğilerek geçmesi adeti

§              Doğan çocuğun, doğumunun 7. gününde mum yakıp, tuz ıslatıp, eşyaları süslemek, iğdeyi delip çocuğun sırtına asma adeti. 

§              Evlere, büfelere, süs olsun diye heykel ve canlı resim koyma adeti

§              Salı günü yola, çıkılmaz, çamaşır yıkanmaz inancı 

§              Misafir gidince veya yolculuğa çıkan olduğunda arkasından su dökme inancı

§              Sabunu elden ele vermeme inancı 

§              Baba, evlada, evlat babaya selam vermezmiş inancı 

§              At nalının uğurlu sayılıp, kapılara asılması inancı 

§              Ölünün kırkıncı ve elli ikinci gecesinde helva dağıtılması inancı

§              Kabristanda definden sonra şeker dağıtılma inancı 

§              Ay ve güneş tutulduğunda teneke çalınması inancı 

§              Karı-koca arasını bulmak için muhabbet muskaları yaptırma inancı.

§              Kaybolmuş malı bulmak için sahtekar hoca ve cindarlara gitme inancı.

§              Türbelerdeki ölülerden yardım isteme medet umma inancı.

§              Gelecek hakkında gaibi bildiklerini söyleyen kişilere inanma

§              Ölülere kurban kesme ve yardım bekleme inancı 

§              Büyükleri karşılamak için, seyahat için v.s, kurban kesip kanını akıtma

§              Nişan ve düğünlerde gelinle damadın beraber, kadın erkek karışık bulunması ve oynaması 

§              Kötü bir haber duyduğu veya söylediği vakit eliyle bir yere tıklama inancı 

§              Kabe’den başka, falan yeri ziyaret eden, yarı hacı olur sözü 

§              Ölü evinin, gelenlere yemek yedirme inancı

§              Mezar taşlarına resim yaptırma inancı 

§              Kadınların, hoca veya şeyhin elini öpmeleri 

§              Kadınların yabancı bir evde taziye veya tebrik için toplanıp, açıktan (sesli) tevhit, ilahi söylemeleri ve mevlidi şerifi erkeklerin işiteceği bir şekilde yüksek sesle okumaları 

§              Nazar değmesin diye çocuklara mavi bocuk, göz v.b şeyler takılması inancı 

Gaybı bilmek mümkün mü ?
     İnsanın kendi akıl ve duyularıyla hakkında bilgi edinemeyeceği ‘Allah -Cennet -Cehennem -yarın başına neyin geleceği...’ gibi konulara, insanoğlunun bakış açısıyla:“Gayb Alemi”denir.
     İnsanoğlu eskiden beri gayb alemini merak etmiş ve bu alem hakkında bilgi edinmek istemiştir. Tabii bu merak ve istek gaibden haber verdiğini söyleyen kahinler ,falcılar , medyumlar ve ruh çağıranlar tarafından istismar edilmiştir.
    Dinimize göre gayb’ı sadece Allah bilir. “De ki ; göklerde ve yerde gaybı Allah’dan başka bilen yoktur.” (1) Allah Teala'nın emir ve yasaklarını insanlara duyurmak için içlerinden seçtiği peygamberler bile gaybı bilemezler.Ancak Allah Teala'nın bildirmesi sayesinde gaybden bilgilere vakıf olurlar.
     Cin Suresinin 26. Ve 27. Ayetlerinde Allah Teala'nın ancak peygamberleri gayb bilgisine muttali kıldığı belirtilmektedir. O halde Allah Teala bu bilgiyi sadece Peygamberlerine bildirdiğine , ve Hz Muhammed’den sonra da peygamber gelmeyeceğine göre , ortalıkta gaybden haber verdiğini söyleyip gezenlerin açık birer yalancı oldukları anlaşılmış olmaktadır. Her akıllı kişi kabul eder ki, hakikat yalancıdan öğrenilmez .Ve gerçekler hiçbir zaman bu zavallıların heva ve heveslerine tabi olmaz.Onlar dedi diye ilahi takdir değişmez.
     “Eğer gerçek onların heveslerine uysaydı gökler yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi.” (2)
     Sevgili Peygamberimiz , hidayet rehberimiz , Hz.Muhammed (S.A.V.) ; bir hadislerinde gaybdan haber vermeye kalkışan kişilere inanmanın tehlikesine şöyle işaret buyurmaktadır: “Gayb habercisi (kahin-falcı-medyum..) ne gidip onun dediğini doğrulayan kişi Muhammed’e gönderilen(Kur’an)ı inkar etmiş olur.”(3)
     Bu hadisten de anlaşılmaktadır ki : gaybden haber verdiklerini söyleyen kimselerin dinlenmemesi bir vecibe, dinlenilmesi ise büyük bir vebal ve yasaktır
.

                                                                
(1)  - Neml Suresi : 65
(2)  - Müminun Suresi : 7
(3)  - Tirmizi - İbn Mace

 

Falcılık ve Fala Baktırmak

 Fal ve falcılık ; gaybden haber verme , gelecek hakkında önceden fikir beyan etmek temeline dayanmaktadır. Tarihin her devrinde ; çesitli milletlerde rastlanmaktadır. Bu milletlerin istikbali öğrenme teşebbüsleri de çok çeşitli ve değişik vasıtalarla olmuştur.
     Çağımızda falcılık; gazete vasıtasıyla modern insanın günlük hayatına da girmiş bulunmaktadır. Günlük fallar yanında gazetelerin yılbaşlarında senelik fallar yayınlamaları faldaki yalanın boyutlarını oldukça genişletmiştir.
     Falcılık çeşitlerine örnek olarak : Kuranı Kerim’de “ezlam” fal oklarından ve bunlardan istikbali öğrenme çabalarından bahsedilmiştir. Hurafe ve batıl inanışların hepsine birden savaş açmış bulunan dinimiz bütün çeşitleriyle falcılığı yasaklamıştır. “Fal oklarının Şeytanın pis işlerinden olduğunu, kötülükte ; şarap içmeye, kumar oynamaya ve putlara tapmaya denk bir suç sayıldığını, kurtuluş için bunlardan uzak durulması gerektiğini Maide Suresinin 90.ayeti çok açık bir şekilde bildirmektedir.
    Bir başka ayette de: “ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı” (1) buyurulmuştur.
     "Her kim arrafe(bilgiçlik taslayan) sihirbaza veya falcıya gidip birşey sorar ve onun dediğini tasdik ederse Muhammed'e (S.A.V.) indirileni inkar etmiş olur" (Bezzar)  Hadisinde Peygamber (S.A.V.) ; sadece falcılığı yasaklamakla kalmamış, aynı zamanda gayb ile ilgili bazı sırları öğrenmek için falcılara soru sorup, sapık fikirlerini tasdik edenleri, mühim bir müşkülün veya hastalığın giderilmesi için onlara başvuranları da günahta ortak olarak ilan etmiştir.
     Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde falcılıktan elde edilecek kazançtan mü’minleri nehyetmiş bulunmaktadır.(2)
     O halde fala bakmak, falcılık yapmak, fala inanmak, faldan kazanç temin etmek hiç bir surette müslümana yakışmayan hareketlerdir. Falcılar bir şey biliyorlarsa, önce kendilerini kötülükten korusunlar...Unutmayalım ki aldatmak hainlik ise aldanmak da ahmaklıktır...Bir sürü yalan ve tahminin içinde bir kaç tanesinin mevcut hal'e ya da ileride olacaklara uygun düşmesi ; falcıların gaybı bilmesi anlamına gelmediği gibi , onlara inanıp İslam’ın temiz inanç esaslarından vazgeçmeye , ayet ve hadislere ters düşmeye de değmez...
     Kim böyle bir değişmeye rıza gösterirse dünyanın ve ahiretin en büyük zararına uğramış demektir.

(1) )  - Maide:3

(2)  - Buhari/büyü 25 -113 : Müslim-müsakat 40

 

Ruh Çağırma

 Son zamanlarda özellikle sosyete arasında yaygınlaşmış olan kahinlik veya “asri cincilik” diyebileceğimiz bir uygulama vardır. Ruh Çağırma (!) Ruh Çağırma seanslarında madde ötesi bir varlıkla ilgi kurulduğu bilinmektedir.Ancak bu madde ötesi varlığın ruh olup olmadığı, söylediklerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı ;çok ciddi şekilde üzerinde durulması gerekli bir konudur. Bunun içinde önce akaid esaslarımıza göre ölümden sonra ruhun durumunun ne olduğunun bilinmesine ihtiyaç vardır. Önce bu noktayı ele alalım ;  "Nihayet onlardan her birine ölüm geldiği vakit der ki ; 'Rabbim ! Beni dünyaya geri döndür. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve yararlı işler işlerim.'
    
Hayır, bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah, bir perde vardır." (1). Beden kafesinden ayrılan ruhlar BERZAH aleminde toplanırlar.
     Berzah Alemi ; dünya ile ahiret arasında bulunan bir intikal alemidir. Ölümle cesetten alakasını kesen ruh, orada ameline göre ya rahat eder veya azap çeker. Orada dünyadakine benzer bir takım faaliyetlerde bulunma imkanları yoktur. Artık amel defteri kapanmış , hesaplaşma günü için bekleme dönemi başlamıştır. Çünkü her türlü ibadet ve amel sahnesi dünyadır. Dünyadan ayrılanların mükellefiyetleri biter.
     Nitekim bu konuya ışık tutan bir hadisi şerif şu mealdedir: “İnsan öldüğü zaman ameli kesilir amel defteri kapanır.Ancak yaptığı üç şeyden ötürü (sadece)sevabı devam eder:Topluma yönelik sadaka, faydalı ilim, kendisine dua eden çocuk..” (2)
     Ayrıca Peygamber Efendimiz öldükten sonra insanların şu iki durum içinde bulunacaklarını belirtmiştir: “Kabir ; ya Cennet bahçelerinden bir bahçe , veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (3)
     Şimdi düşünmek gerekir ; Cennet hayatı lezzeti içindeki bir ruh dünya ile dünyadakilerle o güzel hayatı terk ederek niçin meşgul olsun? Yine Cehennem azapları içinde kıvranan bir ruh da dünyadakilerin davetine nasıl katılabilir? Ona bu izni kim verecektir? Bu durumda ruhların insanlarla ve dünyadakilerle haşir-neşir oldukları iddiasına dayanan ruh çağırma girişimleri , ruhların durumuyla ilgili bu hadislere ters düşmektedir.Onların bu yöndeki iddiaları geçersiz ve tutarsızdır.Delilden yoksundur.
     Eğer ruhların dünyaya dönüp,dünyadakiler gibi bir takım faaliyetlere katılma imkan ve şansları olsaydı ;herhalde ruh çağırma seanslarıyla meşgul olmaktan çok daha önemli işleri olurdu... Nitekim bir ayeti kerimede bir kısım ruhların ne yapmayı arzu edeceklerine dair bilgi bulmaktayız. Şöyle buyuruluyor: “Onlar ,(günahkarlar)orada ;“Rabbimiz bizi çıkar ,yaptığımız amelden başkasını (daha iyisini) yapalım” diye bağrışırlar.” Bu arzuya verilen cevap da ayette açıklanmakta, şöyle denmektedir: “Öğüt alacak insanın ,öğüt alabileceği kadar bir zaman ,sizi yaşatmadık mı?Size uyarıcı da gelmişti.Öyle ise tadın (o azabı).Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.”(4)
     Medyumlara cevap verdiği söylenen ruhlar ; bu engeli aşmayı beceren bir takım gözü açıklar mı dersiniz?İlahi sınırları -Allah’ın beyanını-beşeri sınırlar ve insanın sözlerine benzetebilen cahiller ancak, bunun böyle olabileceğini düşünebilirler ve tabii aldanırlar..
     Diyeceksiniz ki iyi ama ruh çağırma seanslarına gelen bazı hareketler gösteren, sorulara cevap veren, hatta “ içecek, sigara vb. ”bile isteyen varlıklar var..Peki bunlar kim? Geçmişe dair birtakım bilgiler veriyorlar. Bunlara ne diyeceğiz?  
     Bu hareketleri yapan veya yaptıran, sorulara cevap veren cin, seansa katılanlar tarafından görülemediği için çağrılan ruh zannedilir. Onlarda kendilerini çağrılan ruh olarak tanıtırlar ve oradakilerle alay ederler."Gerçekten bir takım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da o cinlerin kibir ve azgınlıklarını artırırlardı." (5)
     Ruh çağırma seanslarına mesajlar getiren “madde ötesi”varlıkların ; gerçekten çağrılan ruhlar olmadığı , olamayacağı , yukarda bir kısmını verdiğimiz deliller ışığında anlaşılmış bulunmaktadır. Öte yandan cin çağırma faaliyetleri ve bu esnada edinilen bilgiler ve bunların açıkça cinler yoluyla elde edildiği, eskiden beri bilinir. İlgili çevrelerin buna “ruh çağırma” ismini vermesi gerçeği değiştirmez.  
     "Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (6)"İnsanlar gibi Allah'a ibadet etmek için yaratılan, dünyada yaşayan , insanlar gibi mü’mini ve kafiri bulunan cinlerin varlığı kesindir. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler de buna değinilmiştir. Cinler vardır ve kimse bunun aksini iddia edemez. Ayrıca Kur’an-ı Kerim ; cinlerin Hz.Süleyman’ın emrinde çok çeşitli işlerde çalıştırıldıklarını haber vermektedir. Gaybı bilmediklerini de kesinlikle ortaya koymaktadır. (7)
     Cinlerin gaybı bilmemelerine rağmen bazı bilgiler edinebilmek gayesiyle göklere yükselip kulak hırsızlığı yapmaya çalıştıklarından ve başlarına indirilen yıldızlarla bundan men edildiklerinden de Kur’an-ı Kerim’de bahsedilmektedir.(8)
     Evet cinlerin ömürlerinin uzun , niteliklerinin bizden çok farklı olması , kısa zamanda uzun mesafeleri dolaşabilmeleri ve çok hızlı haberleşebilmeleri sebebiyle ; insanlardan farklı bilgileri bulunmaktadır. Onların bizim bilmediğimiz konularda bazı şeyler söylemeleri gaybı bilebilecekleri manasına gelemez. Onların bilgileri de çoğu kez noksan, sınırlı ve kasıtlı olarak yanlışlarla karıştırılmış, insanları yanıltmaya ve kendilerince kullanılmaya yöneliktir.
     Bize düşen görev ; Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de emredilen insan ve cin vesvesecilerin şerrinden , Allah’a sığınmaktır.Biz de Allah’a sığınıyor ve ruh çağırıyoruz diye cin çağıranları ve bunlara inananları ;gerçekle uyarıyoruz. “De ki; Sığınırım ben insanların Rabb'ine ,insanların padişahına, insanların tanrısına, insanlara kötü şeyler fısıldayan o sinsi vesvesecinin şerrinden!.. O ki ; insanların göğüslerine (kötü şeyler) fısıldar , gerek cinlerden , gerek insanlardan...”(9)  

(1)  - Müminun :99-100
(2)  - Müslim/Vasiyye : 14 - Ebu Davud/Vesaya : 14 -Tirmizi/Ahkam : 36
(3)  - Tirmizi/Kıyame 26
(4)  - Fatır Suresi : 37
(5)  - Cin Suresi : 6
(6)  - Zariyat : 56
(7)  - Sebe Suresi : 12,13,14 - Sad Suresi : 36,38
(8)  - Mülk Suresi : 5
(9)  - Nas Suresi :1-6

GÜNLERLE İLGİLİ HURAFELER


     a.)İki Bayram Arası Nikah Yapılmaz mı ?
     Birçok yöremizde hala yaşamakta olan bir yanlış anlayış da “iki bayram arasında nikah kıyılmaz” görüşüdür.
     Dinimize göre nikahın hem ibadet hem de muamele yönü vardır.Nikahın sıhhat şartları arasında “iki bayram arasında olmaması” diye bir şey yoktur.Dinimizde herhangi bir hüküm koyabilmek için bunun ya Kitab’dan ya Sünnet’ten, ya İcma’dan ya da Kıyas’dan bir delilinin olması gerekmektedir.Bu dört kaynakta delili bulunamayan bir konu hakkında söylenecek sözler asılsız ve uydurmadır.Bir şeyin “helal yani yapılabilir” olduğunun kabul edilmesi için yukarıda sözünü ettiğimiz delillere ihtiyacı olduğu gibi “yasak,haram” olduğunun tespiti için de aynı delillere ihtiyaç vardır.
     “İki bayram arası nikah kıyılmaz”uydurması delilsiz bir söz olmanın ötesinde bizzat Hz.Peygamber’in hareketiyle reddedilmiştir. Çünkü Hz.Peygamber’in Hz.Aişe ile evlenmesi Ramazan ayını takip eden Şevval ayı içinde gerçekleşmiştir.Yani iki bayram arasında cereyan etmiştir.
     Fıkıh kitaplarımızda nikahın ibadet niteliği dolayısıyla mescidlerde ve Cuma günü kıyılmasının güzel görüldüğü yani “müstehab” olduğu kaydedilmiştir.Bunun dışında zaman açısından herhangi bir kayda rastlamak mümkün değildir.O halde halkımız bu tür asılsız söylentilere kulak asmamalı , nikahın ne zaman kıyıldığına değil , hangi şartlarda kıyıldığına ve kurulan yeni yuvanın dini noktadan aranılan şartlara sahip olup olmadığına dikkat etmelidirler.
     b.)Salı Yola Çıkılmaz , Cuma İş Yapılmaz mı ?
     Özellikle hanımlar arasında çok yaygın olan iki yanlıştan biri “Salı günü bir işe başlanmaz , çamaşır yıkanmaz , yola çıkılmaz” anlayışı ; ötekisi ise kadınların Cuma günü iş yapmalarının doğru olmadığı inanışıdır.
     Tabii her iki yanlışın da dini ve mantıksal bir gerekçesi yoktur. Batılın batıl olmaktan başka gerekçesi olur mu ?
     Hemen belirtelim ki, dinimizde haftanın günleri ile ilgili olarak , “şu yapılmaz”, “bu yapılır”
şeklinde bir ayırım bulunmamaktadır.Zaman sahne olduğu eylemlere göre kıymet kazanır veya tehlike arzeder.
     c.)İkindiden Sonra Uyuyanın Rızkı Kesilir mi?
     Bazı yörelerimizde “İkindiden sonra uyunmaz.İkindiden sonra uyuyanın rızkı kesilir.”anlayışı vardır.
     Dinimize göre gündüz geçim temini için çalışma , gece istirahat zamanıdır.Genelde bu böyle olmakla beraber , gerektiği zaman gece çalışılır ve gündüz istirahat edilebilir.Bu da yasak ve haram değildir.
     İkindiden sonra uyumak deyince bunun iş ve ticaret hayatı ile ilgisi akla gelmektedir.Şöyle ki ; Özellikle Arabistan v.s. gibi sıcak iklim bölgelerindeki ülkelerde ; çarşı-pazar günün ilk ve son saatlerinde canlıdır.O halde alış verişin canlılık kazandığı bu saatlerde uyuyan kimse;o günün ticaret ve kazancından mahrum kalır.Böylece de rızkı(kazancı) azalmış (kesilmiş) olur. Memleketimizde ise durum oldukça farklıdır.Birçok bölgelerimizin kent ve kasabalarında günün her saatinde alış veriş yapılabilir.Durum bu olunca,sıcak iklim bölgeleri için kazanç noktasından doğru olan “ikindiden sonra uyuyanın rızkı kesileceği” hükmü ;bizim memleketimize göre “iş zamanı tembel tembel dolaşanın,ticaret zamanı uyuyanın kazancı olmaz.”şeklinde anlaşılacaktır.Yani gerçek sebep yalnızca ikindiden sonra uyumak değil ; çalışmamak , kazanmak için gayret göstermemek , fırsatı kaçırmaktır.
     Zaten “insana çalışmasının karşılığından başka bir şey yoktur” (1)
     Bir kez daha tekrar edelim ki ; rızkın azalması ikindiden sonra uyumaya değil ; iş zamanı çalışmamaya tembel tembel dolaşmaya bağlıdır. İkindiden sonra uyumamasına rağmen tembel tembel duran kişinin rızkı kendiliğinden artacak değildir. Önemli olan fırsatı kaçırmamak ve çalışmaktır.

(1)  - Necm Suresi : 39



ÖLÜLER VE KABİRLERLE İLGİLİ HURAFELER :


     a.)Türbelere Adak Adamak :
     Adak yada dini ifadesiyle nezir ; Allah rızası için , insanın kendi kendini herhangi bir şarta bağlı olarak yada herhangi bir şarta bağlı olmaksızın mübah olan bir konuda borçlandırmasıdır. Adak yerine getirilmediği sürece adayan borçlu kalır.
     Bu durumda adak (nezir veya nezire) ; Allah’tan başkası adına adanamaz. Adanırsa adak olmaz. Adayan da şirk koşmuş olur.
     Hiç kimse yapacağı vaadlerle -haşa- Allah Teala’nın ezeli takdirini değiştirebileceğini sanmamalıdır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır; “Nezir (adak) hiç birşeyi (şerri ve zararı) defetmez. Ancak nezir sebebiyle cimriden mal çıkarılmış olur.” (1)
     Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuşlardır : “Kim Allah’a itaatı gerektiren bir hayır ve ibadet adarsa , adağını yerine getirsin. Kim de Allah’a karşı günah işlemeyi gerektiren şer bir iş nezrederse , Allah’a asi olmasın , adağını yerine getirmesin.” (2) Allah’a karşi isyan olan bir adağın yerine getirilmesi adanmasından daha büyük bir vebaldir. Allah’tan başkaları için adanan adaklar da yerine getirilmemesi gereken adaklardandır. O halde “falan türbeye bir koç adadım,” diye söylenip gezenler ne yapmak istediklerini anlamalıdırlar. Bu sözden maksatları “adağımı falan türbe civarında keseceğim” demek midir? Yoksa, o türbede yatana mı adadım demek istemektedirler?  İkincisi ise , bu şirk koşmadır ,terk edilmesi lazımdır. Birincisi ise ; cahilleri yanıltmamak için ve yer kaydı da adakta önemli olmadığından dolayı , türbe çevresinde değilde istediği bir yerde kesmelidir.
     b.)Mum Yakmak - Çaput Bağlamak :

Bu hurafeler mecusi ve hristiyanların yapageldiği batıl inançlardandır.
     Allah ile kul arasına herhangi bir vasıta koymak tevhid inancına ters düşmektedir. Bu bakımdan hiç bir müslüman mum yakmayı, çaput bağlamayı , ölülere adaklar adamayı , dikili taşlardan uğur veya uğursuzluk beklemeyi inancıyla bağdaştıramaz. Bu hurafelere inanarak muradına nail olacağını zannedenler ve bahtının açılacağını düşünenler bilakis bedbaht olurlar.
     Her gün beş vakit namazda (Fatiha Suresindeki) “Yalnız sana ibadet eder, ve ancak senden yardım dileriz.”diyen bir müslümanın ;sapıkların peşinde gitmesi , hurafelere kapılması ; akıl ve mantıkla ve bilhassa vahye dayanan Yüce Dinimizle asla bağdaşmaz.

                                                                
(1)  - Buhari/ Kader : 6
(2)  - Buhari/ Eyman : 28

YANLIŞ KABULLER

 
     a.)Dünya mü’mine zindanmıdır ?


     “Dünya mümine zindandır” sözü çok yanlıştır. Saf ve cahil kimselerin tembelliğe mazeret olarak “dünya kafirin ahiret müminin” demeleri ; İslam ve müslümanlar aleyhinde konuşulmasına vesile olmaktadır ve çok yanlış bir yorumdur.
     Neden yanlıştır? Açıklayalım : Güvenilir hadis kitaplarımızda “dünya müminin zindanı , kafirin cennetidir”anlamında bir hadisi şerif vardır. Bu hadis de iman ile küfrün öteki dünyada sebep olacağı neticeye göre dünya hayatının değerlendirmesi yapılmaktadır.Yani, “Ahiretteki durumlarına göre dünya müminin zindanı , kafirin cenneti yerindedir.”anlamında kullanılmıştır.Zira müminin ve kafirin ahiretteki durumunu belirten ayetlerden de aynı mana anlaşılmaktadır:
     “Kitap ehlinden ve puta tapanlardan , inkar edenler ; şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar yaratıkların en kötüsüdürler. Fakat inanıp yararlı iş işleyenler,işte onlar da yaratıkların en iyisidirler.Onların Rabbleri katında mükafatı , içinde temelli ve sonsuz kalacakları , altlarından ırmaklar akan And cennetleridir. Allah onlardan razıdır. Onlarda Allah’tan razı... Bu, Rabbından korkan kimseyedir....” (1)
     Kur’an-ı Kerimde ; mümine vaadedilen Cennet’in ve kafirler için hazırlanan cehennemin vasıfları bir çok ayeti kerimede anlatılmaktadır. Gerçekten de ; müminler için ahirette bahşedilecek nimetler göz önüne alınınca dünya sanki bir zindan gibidir ; kafirler için de cehennemdeki azabı göz önüne getirirsek dünya onlar için cennet gibidir.
     Şu tarihi hikaye konumuzu çok güzel açıklamaktadır :
     Kadılardan biri Bağdat’ta yanında hizmetçisi olduğu halde gösterişli bir biçimde atıyla külhan sokağından geçer. Külhancı Yahudi , üstü başı simsiyah , cehennemi bir görünümle Kadı’nın önüne çıkar , atının gemine yapışır ve :    “Allah , Kadı’ya kuvvet versin. Peygamberinizin , “dünya mü’mine zindan , kafire cennettir” sözünün manası nedir?  Görüyorsunuz ya , dünya -mümin ve muhammedi olduğun halde- sana cennet ;   -kafir yahudi olduğum halde- bana zindandır. Hadisin manası aksiyle ortadadır.” der.  Üstün kavrayış ve fazilet sahibi kadı şöyle cevap verir: “Şu üzerimde gördüğün dünyanın süsü ve heybetine rağmen dünya ; Allah’ın cennette hazırladıklarına nisbeten benim için zindandır. Cehennemde seni bekleyen azaba nispetle dünya (bu haliyle de olsa ) senin için cennettir.” (2)
     Artık açıkça ne demek olduğunu anladığımız bu hadis gerekçe gösterilerek “dünya kafirin , ahiret müminin” yargısıyla müslümanları dünyayı terke ve tembelliğe zorlamak , önce hadisin gerçek manasına sonra da İslam’ın özüne aykırı bir tutum olur.
     Unutulmamalıdır ki: “temiz ve hoş rızıklar dünya hayatında iman edenler içindir. Kıyamet günü ise , yalnızca müminlere aittir.” (3)

     b.)Sorumluluktan Kurtulmak Mümkün mü ?
     Bazı cahillerin “bizim namazımız kılınmış , abdestimiz alınmıştır. Önemli olan kalp temizliği değil mi? O da bizde var. İbadete ihtiyacımız yok” gibi sözleri ya da “biz şeriatı aştık , hakikata ulaştık, artık mükellefiyet kalmadı.” gibi söylemleri -az da olsa - görülmektedir. “Dar’ı teklif = mükellefiyet sahnesi” olan dünyada , Allah’ın verdiği ömrü yaşarken ilahi emir ve yasakların dışında kalmak ya da mükellefiyet sınırını aşmak mümkün değildir.
     O halde mükellefiyet nedir ? diyeceksiniz . Açıklayalım ; Mükellefiyet: İlahi emir ve yasaklardan sorumlu olmak demektir. Bu da müslüman olmak , akıllı olmak ve ergenlik çağına ulaşmış olmak şartlarına bağlıdır. Bu şartları taşıyan herkes mükelleftir .Ve hiçbir sebeple , hiçbir görevle , hiçbir makamda bulunmakla Allah’a kulluk görevinden kurtulamaz.Eğer manevi mertebeler,mükellefiyetten yani sorumlu olmaktan kişiyi kurtaracak olsaydı , herkesten önce peygamberler bundan kurtulurdu. Halbuki onlar ümmetlerinin sorumlu tutuldukları şeyden aynen sorumlu olmuşlardır. Hatta onların sorumlulukları ümmetlerinden daha da ağır olmuştur. Çünkü bazı hususlar sadece onlardan istenmiştir. Teheccüd  namazının (4) Hz.Peygambere vacib olması gibi...
     Sorumsuzluk iddia etmek “namazımız kılınmış” , “biz şeriatı aştık” demek , dünya şartlarında insan ve müslüman olarak mümkün değildir. Bu iddia “yaptığından sorumlu tutulmayan Allah’a” ortaklık iddia etmek gibi bir hezeyandır , saçmadır. Bu iddianın asıl amacı ise ; “haram helal sınırını” yıkarak her şeyin mubahlığı (ibahiyye) görüşünü yaymaktır.
     Hz. Mevlana’nın sözüyle bağlayalım yazımızı : “Rabbim , her köle azad edildiği gün sevinir ; ben ise gerçekten kul-köle olduğum gün sevineceğim”

     c.)Kul Kusursuz Olur mu?
     “Kusursuz kul olmaz” , “beşer şaşar” , “şaşmaz-düşmez bir Allah” gibi cümleleri günlük hayatımızda hep söyleriz. Gerçeğinde bu olmasına rağmen bazı cahillerin , saygı duydukları kişileri “kusursuz” ilan ettiklerine seyrek de olsa rastlanmaktadır.
     Hemen belirtelim ki , “kusursuz kul” tasavvuru , Şii'lerin “imamların masumiyeti” akidesiyle büyük bir paralellik içindedir. Tabiatıyla İslam’ın ve ehl-i sünnet’in akidesine de ters düşmektedir. Peygamberlerin bile “zelle” denen küçük hatalarının olduğunu düşünürsek “şeyh efendinin” veya “üstad”in hatasızlığını iddia etmek “hatayı sevap görmek” gibi bir sapıklığı sergilemek demektir.
     Kullara yaptıklarını güzel göstermek şeytanın bir taktiğidir. Kimse hatasına sevap süsü vermeye ve hatalıları hatasız göstermeye kalkmamalıdır. Bilmelidir ki , bu tür bir eğilim  açıkça şeytanın tuzağına düşmek ve tam anlamıyla büyük bir hata işlemektir. Halk deyimiyle “dost için post okumak”tır.
     Şairin şu sözü konumuzu çok güzel özetler: “Her günahın içki gibi bir sarhoşluğu olsaydı ; sen o zaman görürdün , kaç kişinin ayık kaldığını ..”

     d.)Nazarlık Takmak Doğru mu ?
     Resulullah Efendimiz Hz.Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte : “Göz değmesi gerçektir”  buyurmuşlardır. (5)
     Hatta Peygamber Efendimiz “dokunan her kötü gözden ” Allah’a sığınmayı , Hz. İbrahim’in bir duası ile ümmetine ta’lim etmiştir. (6)
    
Hz. Aişe validemiz de Hz. Peygamberin göz değmesine karşı okumayı emrettiğini haber vermiştir.(7)  Nazar değmesine karşı okuma suretiyle uygulanan tedbir ve tedavinin  Hz. Peygamber ve Ashabı tarafından yapıldığı ve olumlu sonuçlar alındığı örnekleriyle sabittir. Bu konuda daha çok Fatiha, İhlas, Felak ve Nas sureleri ve Ayetü’l-kürsi’nin okunduğu da hadislerde yer alan bilgiler arasındadır.
     Bu açıklamalardan sonra , göz değmesine karşı güya tedbirmiş gibi , halk arasında dolaşan bir takım hurafelerin anlamsızlığı ortaya çıktı sanırım. Çocukların elbiselerine mavi boncuklar , nazarlıklar , iğde çekirdekleri , kaplumbağa kabuğu vs. takmak ; evlere , binaların girişine , arabalara at nalı , at kafası , çeşitli muskalar asmak , kurşun dökmek , tütsü yapmak , ceplere sarımsak koymak , arabalara göz resimleri yapıştırmak , acayip heykeller monte etmek ve benzeri şeylerin hepsi bu batıl inanışın zavallı aletleridir. Bunların tıp açısından en küçük bir faydası düşünülemeyeceği gibi batıl inanışları yaygınlaştırması ve sürdürmesi noktasından büyük sakıncaları vardır. Bu yüzden de bunları bu niyetle kullanmak haramdır.
     O halde anlaşılmıştır ki , müslümana yakışan , basit birer madde olan nazarlıkların koruyuculuğu zannına kapılmak değil , her şeyini borçlu olduğu Rabbine sığınmaktır. Şifayı verecek olanın öncelikle ne ilaç, ne doktor , ne okuma, ne hoca değil , bizzat Allah Teala olduğunu hiç unutmamaktır.Tabii ki makul ve emredilen yoldan ve vesilelerden hastalıklara çare aramak müslüman için bir görevdir. Ancak ; şifayı yalnız ve yalnız Allah’tan bilmek ve beklemek de aynı şekilde bir görevdir.
     Ma’nevi hastalıkların tedbiri de manevidir. Kur’an ayetlerinin ve me’sur duaların okunması ve Allah’a sığınılması bu tedbirin en üst seviyede alınması demektir. Ötesi avunma , aldanma , gerçeği bırakıp batıla kapılmadır.
     “Allah’ım her şeytan (tabiatlının şerrin)den , zehirli haşerattan ve dokunan her kötü gözden şifa veren kelimelerinle sana sığınırım”(8)

 

1)            - Beyyine Suresi : 6-8
(2)  - İ.H. Bursevi/Ruhu’l-beyan : 3/23
(3)  - Araf Suresi : 32
(4)  - Yatsı ve Sabah Namazı arasında kılınan nafile namaz
(5)  - Buhari/Tıb : 36 , Libas : 86 ; Tirmizi/Tıb : 19, Muvatta/ ayn : 1
(6)  - Buhari/Enbiya : 10 ; Ebu Davud/Sünneh : 20 ; İbn Mace/Tıb : 36
(7)  - Buhari/Tıb : 35
(8)  - Hadisi Şerif

 

BİD’ATLARA VE HURAFELERE KARŞI KORUNMA ÇARELERİ


     Beyhaki’nin İbn Abbas’dan rivayet ettiği bir hadise göre : “Allah’ın en çok buğz ettiği iş , bid’attır.”
     Bu hadis gereğince bid’atlardan korunmak bir anlamda da ilahi buğzdan kurtulmaya çalışmak olacaktır. Bid’atlarla mücadele edebilmek , bid’atçının tuzağına düşmemek için İslam ve Sünnet konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olmamız gerekmektedir. Bid’atlar ve fitnelerden korunabilmek için Kur’an ve sünnet’e sığınmak ve sarılmak , fert ve toplum planında yapılması şart olan görevdir.
     Rasulullah (S.A.V) tarafından tavsiye edilen yol da budur: “Sıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum size : Allah’ın kitabı ve Peygamberin sünneti...” (1)
     “Benden sonra yaşayacaklarınız pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Size sünnetime ve hidayete erdirilmiş halifelerimin sünnetine sımsıkı sarılmanızı tavsiye ederim.” (2)
     “Dine muhalefetten sakının. Dine sonradan sokulan herşey bid’at ve her bid’at da dalalet (sebebi)dir.”(3)
     Sevgili okurlarımız ; buraya kadar , günlük hayatımızda yaşadığımız yanlışlar dizisi içinden en yaygınlarını , en belirgin yönleriyle ve korunma çareleriyle birlikte dikkatinize sunmaya çalıştık.
     Bildiğiniz gibi Hurafeler ve Batıl inanışlar çoğunlukla sıhhat , ihtiyaç ve gelecek hakkında önceden bilgi sahibi olmak isteyen kimselerde yoğunlaşmaktadır. Hayat şartlarının düzeltilmesi , sağlık hizmetlerinin yeterince yerine getirilmesi gibi tedbirler alınırsa bu hurafe ve batıl inanışların ortadan kalkabileceği görüşü vardır. Ama modern ve ileri toplumlara baktığımızda onlarda da aynı yada benzeri hurafe ve batıl inanışlara rastlamaktayız. Demek ki hurafeler ve batıl inanışlar toplumların ortak ve onulmaz kültürel dertleridir.
     Hurafe ve batıl inanışlara kapılmış kişiler bu durumlarını dindarlık , tevekkül olarak isimlendirmekte ve buna karşı çıkmaya da “itikadsızlık” damgasını vurmaktadırlar.Oysa bilinmesi ve hiç unutulmaması gereken bir gerçek vardır : Din’in kabul etmediği anlayış ve uygulamalarla dindarlık olmaz.Dindarlık ancak dini olanı , dince kabul ve emredileni emredildiği şekilde yerine getirmektir.Hurafe ve batıl inanışlara kapılmak yanlış kapı çalmaktır, aldanmaktır, aldatmaktır. Cehalete kurban gitmektir. Dinin asli safiyetine gölge düşürmek , din düşmanlarına söz hakkı tanımak , onların dince kabul edilmiş bir çok hususu “hurafe” diye ilan etmelerine -bilmeden de olsa- çanak tutmaktır. Gerçeğe mekan olması gereken kalp evini yalana yanlışa açmaktır.
     Herhangi bir hurafe veya batıl inanışa halkın çoğunluğunun sarılmış olması o hurafenin gerçek ve doğru kabul edilmesi için gerekçe yapılamaz. Gerçeğin ölçüsü bizzat gerçektir.Gerçek ise Allah’tan gelendir. O halde akaid ölçülerinde , özellikle sünnette yeri olmayan inanışlar hurafedir , bid’attır , batıldır.
     Alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamber Efendimizin sünnetini yaşamak , bizi her türlü yanlıştan kurtaracak yegane yoldur. Çünkü doğru yol , O’nun kılavuzladığı yoldur.
     O’nun bir duası ile bu konuya “son” diyor , okuyucularımıza yanlıştan uzak , sağlıklı dini yaşayışlar diliyoruz : “ Ey kalbleri halden hale çeviren Allah’ım , benim kalbimi dinin üzere sabit ve daim kıl.”(4)

 

 (1)  - Muvatta/Kader : 3
(2)  - Ebu Davud/Sünnet  : 5-  Tirmizi/İlim : 16
(3)  - Darimi/Mukaddime : 16
(4)  - Hadisi Şerif


 
 
  Bugün 33 ziyaretçi (38 klik) buradaydı  



   

Selam Dünya !..gurup vakti bir aile sitesidir. çorbada tuzu olsun isteyenler, tenkit ve tavsiyeleri için (alt1946@windowslive.com) veya ( mim.sait@hotmail.com ) adreslerine e posta gönderebilirler !.. gurup vakti -Ailenizin Sitesi








Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden